Yasal düzenlemeler, çalışılacak bir işyerinin kalmasına da izin vermeli

Türkiye’de meydana gelen maddi hasarlı kazalar ve hatta yaralanmalı kazaların çoğunda, kaza kök neden incelemesi prosedür gereği yapılır

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

karabulut.png

Tüm dünya’da İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG)’nin kabul görmüş ana ilkeleri vardır. Bunlardan belki de en önemlilerden biri şudur: ‘’İş yerinde tespit edilen tüm tehlike ve riskler için alınması gereken önlemler alındığı halde meydana gelen olaylara kaza denir. Ancak bu işyerinde aynı neden ile olay tekrar ederse, artık bunu ‘kaza’ olarak isimlendirmek doğru değildir. Bu tür tekrarları engelleyen en önemli şey, kaza sonrası yapılan ve olayı hazırlayıp tetikleyen şeylerin tek tek ortaya konulduğu, ‘’kaza kök neden incelemesidir’’. Ki bu inceleme sonrası benzer olayların olmasını engelleyecek önlemler tam ve eksiksiz olarak alınabilir.’’ 

 

İşyeri ölçeğinde benzer kazaları engellemek için vazgeçilmez bir teknik olan ‘’kaza kök neden incelemesi’’ dir. Ama konu benzer kazaların tekrarını ulusal seviyede azaltmaya gelince, belki de en önemli manivela doğru işleyen bir ‘’hukuk’’ oluşturmaktır. Bu yazıda geçtiğimiz yıllarda yaşanmış iki olayı ve sonrasında yaşananları anlatarak, adalet arayışının önemini tartışmaya açacağım. 

Hukuk mu? Adalet mi? İşte asıl mesele bu.... 

17 Mayıs 2010’da Karadon Maden Ocağı’nda meydana gelen ve 30 madencinin öldüğü grizu faciasıyla ilgili bilirkişi raporu açıklandığında tarih 25 Haziran 2011 idi. 

Cumhuriyet Savcılığı, tatmin edici bulmadığı Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nin raporunun ardından dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndererek ikinci bir rapor istedi. Ancak İstanbul’da çeşitli üniversitelerin ilgili bölümleriyle oluşturulan bilirkişi heyeti, ilgili raporu hazırlamaktan kaçındı. Bunun üzerine savcılık, dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği bölümü ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden öğretim üyelerinin oluşturduğu bilirkişi heyeti, 16 sayfadan oluşan raporunu 25 Haziran 2011 tarihinde tamamlayarak Zonguldak Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi. Bir başka deyişle 30 maden işçisinin hayatını kaybettiği bir iş kazası davasının karara bağlanması için gerekli olan bilirkişi raporu, olaydan tam 409 gün sonra tamamlandı. Kazanın üstünden yaklaşık olarak beş yıl geçti ve .... tarih 31 Ekim 2014, yer Zonguldak 2. Ağır Ceza Mahkemesi ...Karar verildi; 

‘’Yapı-Tek firmasının ortağı Halim Köse ve proje sorumlusu Kadir İpek’i onar yıl, dönemin TTK Karadon Müessese Müdürü İsmail Güner’i 6 yıl 3 ay, TTK İnşaat-Emlak Daire Başkanı Mustafa Küçük ve TTK Karadon Müessese Müdür Yardımcısı Yusuf Ünlütürk’ü beşer yıl hapisle cezalandırılmasına ve 23 sanığın ise beraatına ....’’ 

Yargılanan kişiler tutuksuz olarak yargılanmışlardı ve Yargıtay’a gönderilen karar onaylandıktan sonra yakalanıp hapse atılacaklardı... Bu yazı kaleme alındığında, ilgililer halen serbest olarak dolaşıyorlardı... 

Karar açıklandıktan sonra son sözleri sorulan ve Yapı-Tek firmasının ortaklarından sanık Halim Köse, kazada suçunun olmadığını öne sürerek, “Malzemelerin hepsi TTK’nın onayıyla alınmıştır. İşletim ve ruhsat sahibi TTK’dır. Her şey onların kontrolündedir. 14 aylıkken babası 38 yaşında ölen madencinin oğluyum. Çok üzgünüm. Beraatimi talep ediyorum” diye konuşmuştu.. 

Merhum işçilerden Ekrem Akkaya’nın babası Ramazan Akkaya, gazetecilere yaptığı açıklamada, oğlunu 25 yaşında kaybettiğini belirterek, “Burada 5-10 yıl veriliyor. Bunlar nedir ki? Ver 30 yıl, görsünler dünyanın halini. Bu, adalet mi? Adalet yerini bulsun. Bu cezayı kabul etmiyorum. Benim bir torunum var. Henüz 4 yaşında. ‘Baba’ diye bağırıyor. Kime bağırsın?” dedi. 

İkinci olay... 

Ümraniye Demirciler Sanayi Sitesi 17. Blok 8 Numarada 11 Haziran 2005 tarihinde, kaçak havai fişek deposunda meydana gelen patlamada 6 kişi ölmüştü. Cenk Acar ve işyeri sahibi olarak görünen babası Coşkun Acar hakkında ‘dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek’ suçundan 2 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle açılan dava, Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmüştü. Cenk Acar’ı 6 yıl ağır hapis cezasına çarptıran mahkeme, maddi hasarı göz önünde bulundurarak cezayı 5 yıla indirmişti. Babası beraat etmişti. Cenk Acar, sadece 2 yıl hapis yatmıştır.... 

Bu tür davaların uzun yıllar sürmesi yanında, sonuçta takdir edilen cezalar mağdur ve yakınları açısından nasıl değerlendirdiği düşündürücüdür. Türkiye’de meydana gelen maddi hasarlı kazalar ve hatta yaralanmalı kazaların çoğunda, kaza kök neden incelemesi prosedür gereği yapılır. Kaza sebebinin belirlenip ortadan kaldırılması, benzer risklerin gözden geçirilmesi ve çalışanların konu hakkında bilinçlendirilmesi gibi işler zamana bırakılır. Süreç çoğunlukla ilgili personelin bu konuya ne kadar istekli ve bilgili olduğuna göre evrilir. Ancak iş kazası sonucu birileri hayatını kaybetmişse, olay artık kamuoyunun ve hukukun bir parçası olmuştur. Dolayısı ile işin içine polis/jandarma ve savcı karışır. Bu süreçte yapılan incelemenin ve hazırlanan raporun amacı ise; kazayı hazırlayan nedenlerden çok, suçluyu bulmaktır. Ve tabi ki, bu sürecin de kendine özgü bir usulü, yasası vardır.. 

Temel bir hukuk kuralı olmak üzere; suçluların ceza almasını sağlayacak savcı iddianamesi, bir yasa maddesine dayanmak zorundadır. Aksi takdirde ilgili hakim, davanın görüşülmesini kabul etmeyecek ve dava daha başlamadan düşecektir. Peki ülkemizde bu süreci işletecek bir İSG yasası var mı? Tabii ki var ... Olmaz olur mu? Hem de Osmanlı zamanından başlamak üzere çok uzun süredir var...! 

Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ilk mevzuat, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1869 yılında ‘’Maadin Nizamnamesi‘’ ile birlikte maden ocaklarında gerçekleşmiştir. Anlaşılan o ki; madenci kardeşlerimizin bu konu ile ilgili çilesi daha Osmanlı zamanında başlamıştır... 

Daha sonra Cumhuriyet’in başlarında; 1921 tarih ve 151 sayılı “Ereğli Havzi-i Fahmiye Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun” ile kömür havzalarındaki iş şartları ve sağlık meseleleri geniş çapta ele almıştır. 1930 yılında ‘’Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’’ nun 173-180. maddeleri ile ilk kez işyeri hekimlerinin istihdamında işçi sayısının 50 kişi olması hükme bağlanmış.1936-73 arasında mevzuata eklenen ve çıkartılan birçok şeyden sonra nihayet İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile alakalı tüzük ve yönetmeliklerin büyük bir bölümü 1475 sayılı iş Kanununa dayanılarak çıkarılmıştır, sene 1974. 

Yaklaşık otuz sene bu tüzük ile amel ettikten sonra, Avrupa Birliğine uyum süreci içinde yeni bazı düzenlemeler yapma ihtiyacı doğmuştur. Aslında biz bir otuz yıl daha bu tüzük ile pekala idare edebilirdik ama oldu işte... 

2004 tarih ve 25352 sayı ile ‘’İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği’’ yayınladık. Yayınladık yayınlamasına ancak konunun ilgili taraflarının mutabakatı ve helalleşmesi olmadan pratik uygulamaya geçmek mümkün olmadı. (İlgili tarafl ar yani Beş Kardeşler; İlgili Bakanlıklar-İşveren Sendikaları- İşçi Sendikaları-İlgili fakülteler ve akademisyenler-TTB ve TMMOB). 

Yönetmelik yargıya götürüldü ve 28 Mart 2006 tarihinde Danıştay 10. Dairesi tarafından 2004’te yayınlanan yönetmeliğin 12 maddesi iptal edildi. Yönetmelik kevgire döndü ve herkes ne olacak diye beklemeye başladı. Bu bekleyiş üç yıldan fazla sürdü ve 15 Ağustos 2009’da, bir cumartesi günü resmi gazetenin 27320 nolu sayısında‘’ "İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik ‘’ yayınlandı… Ortalık birbirine girdi... Bu konu özel sektöre devredilemez... Haklarımız çiğnenemez.... Kavga gürültü ve tekrar mahkemeye koşuldu.. 

Çok sürmedi ve ÇSGB (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı) sitesinde aşağıdaki yazı yayınlandı. ‘’ Bakanlığımıza 30 Nisan 2010 tarihinde tebliğ edilen Danıştay 10. Dairesinin 29 Mart 2010 tarih ve 2010/696 Esas sayılı kararı ile 15 ağustos 2009 tarihli ve 27320 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğinin yürütülmesi durdurulmuştur.’’ 

Durduk ve bekledik... 

Yaklaşık iki yıl sonra...30 Haziran 2012, yine bir cumartesi günü 28339 sayılı Resmi Gazete’de 6331 sayılı ‘’İş Sağlığı ve Güvenliği’’ kanunu yayınlandı.. 2004’te başladığımız yolculuk yeni bir İSG yasası ile taçlandı. 

Yeni bir yasamız oldu ama yönetmelikler hazırlanırken olduğu gibi, ilgili tarafl arın mutabakatı sağlanmadan yayınlanan bu yasa da yargıya taşındı. Ama bu sefer Anayasa Mahkemesine başvuruldu ve yasanın birçok maddesi için yürütmeyi durdurma ve iptal davası açıldı .. 

31 Aralık 2013 tarihli Resmi Gazetede ilgili karar açıklandı... İptal ve yürütmenin reddine... 

6331 sayılı yasa halen yürürlüktedir ve buna ilgi tutularak çıkartılmış otuzdan fazla yönetmelik ile ülkemizin iş sağlığı ve güvenliği sağlanmaya çalışılmaktadır.... 

İşte Türkiye iş yaşamının sağlık ve güvenliğinin sağlanması ile ilgili yasa ve yönetmeliklerin kısa tarihi bu iken, ölümlü iş kazaları sonrasında yaşanan süreçleri düşündüğümüzde aklımıza gelen sorular şunlar; 

Cezalar vaktinde veriliyor ve caydırıcı oluyor mu? Mağdurların ve kamunun vicdanı rahat mı? 

Ve en önemlisi ulusal ölçekte benzer kazaların tekrarı engelleniyor mu?

Çözüm önerilerimiz...

Ceza ve borçlar kanununda ilgili maddelere eklemeler ve/ya değişiklikler yapılarak; meslek hastalığı, ölümlü iş kazası ve maluliyet oluşturan yaralanmalı iş kazaları başta olmak üzere yasal düzenleme yapılmalıdır; 

Kararların ivedilikle çıkartılması için, nicelik ve niteliksel yeterlilikte bilirkişi havuzu oluşturulmalıdır, 
Dava açılmasına karar verildiği gün itibarı ile, dava açılan kişi ve şirketlerin mal varlıklarına ihtiyati tedbir kararı konulmalıdır, 

Yeni yasa ve yönetmelikler hazırlanırken ilgili tüm sosyal tarafların fikri alınmalı ve anlamlı bir zeminde uzlaşma sağlanmalıdır, 

Aksi durumda yasa ve yönetmelikler yayınlansa da tam ve sağlıklı şekilde uygulanamıyor. Bunu 2004-2012 arasındaki süreçte hep birlikte gördük.

Kaçırılmaması gereken bir detay...

Burada önemli gördüğüm bir saptama ile yazımı tamamlamak isterim. Ben ilgili tarafların (Beş Kardeşler) mutabakatını savunurken, çalışma ortamının her şekilde sağlık ve güvenliğinin sağlanmasını esas alıyorum. Ancak bu alanda yapılan hukuki düzenlemeler, çalışılacak bir işin ve gidilecek bir işyerinin varlığına da izin vermelidir. Zira gördük ki, Soma’da yaşanan maden kazasından sonra yapılan düzenlemeler ile bazı işletmeler, işçilerinin tazminatlarını ödeyerek madenlerini kapattı. Neye mal olursa olsun işletmeler açık kalmalıdır gibi bir söylemimiz olamaz. Fakat bir zamanlar yaşanan ölümlü iş kazaları nedeni ile gazete manşetlerine oturan Tuzla tersanelerinde yaşanan sürece geri dönüp bakmakta büyük fayda görüyorum; 2005-2008 yılları arasında dünya gemi inşa sektörü yüzde 89 büyürken, Tuzla’da gemi üreticileri yüzde 360’lık rekor bir büyümeye imza atmıştı. Yağmur gibi yağan siparişlerle Türkiye, bu dönemde üretim kapasitesi bakımından dünyada 23. sıradan 8. sıraya yükselmiş, sipariş sıralamasında ise dünya beşinciliğine oturmuştu.

Taşeron firmalar ile anlaşan tersanelerde, geceli gündüzlü hummalı bir çalışma başlanmıştı. Her şey yolunda gibiydi. Ancak herkes siparişlerin yetiştirilmesine odaklanmışken, iş sağlığı ve güvenliği arka plana atılmış, ölümle sonuçlanan iş kazalarına davetiye çıkarılmıştı. Bunun sonucu olarak Tuzla tersanelerinde 1992-2009 yılları arasında yaşanan iş kazalarında, 131 işçi hayatını kaybetmişti. Ve bu ölümler gazete manşetlerine taşınmış, protesto yürüyüşleri yapılmış ve kamuoyunun dikkati Tuzla tersanelerindeki olumsuzluklara yönelmişti. Bu konuda uluslar arası medyada da haberler çıkmış tersane işletmelerinin prestij kaybetmesine neden olmuştu. Bir dönem yağmur gibi gelen siparişler, bıçak gibi kesildi. Küresel krizle birlikte durum daha da kötüye gitti ve 2009’a gelindiğinde üretim yüzde 90, istihdam yüzde 75 oranında düştü. Tersanelerdeki çalışan sayısı 38 binden, 7 binler civarına geriledi. 200 gemi siparişi iptal edildi. İptallerin sektöre faturası 2.5 milyar doları buldu. Bölgedeki 55 tersaneden 20’si kapandı. 2012 için yeni sipariş adedi 3’e düşerken, dünya gemi üretiminden alınan pay da binde 5’e indi. İşin ilginç tarafı Tuzla tersanelerinin iş kazaları nedeniyle manşetlerde olduğu yıllarda mevcut istatistikler; ölümlü iş kazası sayısı bakımından ‘’Metalden Eşya İmalatı ve Metal Mütea. Esas Endüs. ‘’ sektörlerindeki ölümlü kaza sayısını ‘’Toptan ve Perakende Tic ile Gıda Maddeleri San.’’den daha az olarak gösteriyordu. Çok değil bundan yedi sekiz yıl önce parlayan bir sektör olan ve on binlerce işçinin çalıştığı bir sektör bugün yok olmak üzere. Bu günlerde madenler ve inşaat sektörleri mercek altında. Ölümlü kaza istatistikleri incelendiğinde bu durum çok doğal karşılanmalı ama uyanık olmakta ve olayları her açıdan değerlendirmekte fayda var.

Yarın: Doğru İSG uygulamaları maliyeti düşürür, verimi artırır

Bu konularda ilginizi çekebilir