'Hizmetle tartışma kısa sürede bitecektir'
Başbakan Yardımcısı Arınç İngiltere'de, Gülen hizmet hareketiyle olan tartışmların kısa sürede biteceğine inandığını söyledi
LONDRA - Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç son günlerdeki Gülen hareketi odaklı tartışmalara değinerek, "Ben şahsen inanıyorum ki bu tartışmalar kısa zamanda son bulacaktır. Çünkü o hareketin genelde bu tür olayları tasvip etmediğine inanıyorum. Şu andaki karşılıklı atışmalar, söz düelloları bir tarafa, temelde Türkiye sevdalılarının bir noktada tekrar buluşması beklenebilir" dedi.
İngiltere'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Chatham House'da, "Türkiye'de Demokrasinin Geleceği: Algılar ve Gerçekler" konulu bir konuşma yapan Arınç, "Gülen hareketi ile hükümetimiz arasında bir sıkıntı var. Yani herkes, sizler de zannediyorum İngiltere'de yaşayanlar da... Fethullah Gülen, Fethullah Gülen Hocaefendi, Gülen hareketi, Gülen ideolojisi, Gülen'in enstitülerinin bile kurulduğu ülkeler var. İslam anlayışı, Hizmet anlayışı, her yerde biliniyor, bazen de tartışılıyor. Bu hareket etkili bir hareket. Okulları var, ekonomik gelişmişlik içindeler, medya alanında çok güçlüler ve başarılılar" ifadesini kullandı.
Son aylarda özellikle Gülen cemaati ile olan ilişkilerin sorulması üzerine Arınç, "Son zamanlara kadar da siyasi noktada beraberliğimiz vardı. Yani parti olarak bizleri destekliyorlar, aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşmesi, özgürlük yolunda attığımız adımlarda bizimle birlikte hareket ediyorlardı. Son olaylarda şüphesiz bu çok geniş olan kitleyi itham etmiyoruz ama bu kitlenin içinde bir kısım yargı mensupları ve emniyet mensupları başta olmak üzere, farklı amaçlarla birtakım işler yaptıkları ortaya çıktı. Bu çok üzülecek bir olaydır" diye konuştu.
Arınç, şöyle devam etti:
"Bu sebeple hükümetin alaşağı edilmesi, önümüzdeki seçimlere giderken hükümetin kolunun kanadının kırılmasını amaçlayan bu siyasi operasyon sebebiyle bugünlerde bir tartışma yaşıyoruz. Ben şahsen inanıyorum ki, bu tartışmalar kısa zamanda son bulacaktır. Çünkü o hareketin genelde bu tür olayları tasvip etmediğine inanıyorum.
Şu andaki karşılıklı atışmalar, söz düelloları bir tarafa, temelde Türkiye sevdalılarının bir noktada tekrar buluşması beklenebilir. Siyasi olarak bize bu seçimlerde zarar verir mi? Verebilir. Vermeyebilir de… Çünkü biz iki seçmenden birinin oyunu alan yüzde 50'lik bir iktidarız. Bu şu anda da geriye düşmüş durumda değil. Ama onların bir oyu bile bizim için değerli. İsteriz ki oylarını, siyasi desteklerini tekrar bize versinler. Yaşadığımız olayları onların da anlayışla karşılayacağını, bu noktada hükümetimizin tavrını destekleyeceklerini ümit ediyoruz. Kategorik olarak bu harekete karşı değiliz. Bunların iyi niyetle Türkiye içinde, dışında faaliyetler gösterdiğine büyük kitle olarak hepimiz inanıyoruz."
İnternet düzenlemesi
Arınç, hükümetin internet kullanımı konusundaki düzenlemelere ilişkin soruları şöyle yanıtladı:
"Samimi olduğumu ve güvendiğinizi düşünüyorum. Yaptığımız her şey eleştirilebilir. Bu eleştirileri büyük bir hoşgörü ile karşılayacağız. Ben uzun siyaset hayatım boyunca hep muhalefet partilerinde kaldım. Şimdi iktidar partisindeyim. Ancak muhalefetin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu, gerek olduğunu, muhalefet olmadan demokrasi olmayacağına yürekten inanan bir insanım. Eleştirilere açığız. Ancak eleştiri ile hakaret arasındaki farkı da iyi bilenlerdeniz. Sonuna kadar eleştiride özgürlük olmalı. Buna bütün mevcudiyetimizle inanırız. Ama kişilik haklarına saldırı veya kişileri küçültücü, aşağılayıcı bir tavır kesinlikle olmamalı.
İnternet konusundaki düzenlemeler bazı eleştiriler aldı. Bunların bir kısmında haklılık payı var. Esasen Sayın Cumhurbaşkanımız da bu konuda endişelerini ifade etmişti konuşmalarında. Önüne getirilen kanunda ilgili bakanı, Başbakanı davet ederek, 'şu konularda yeni bir düzenleme yapmanız daha iyi olacak' dedi. Hükümet buna söz verdi. İki maddesinde değişiklik dün veyahut önceki gün yapıldı. Yani bu Türkiye'de demokrasinin ve kendi içindeki check-balance sisteminin diyelim, taleplerin karşılanması yönteminin ne kadar gerçekçi olduğunu da gösteriyor."
Arınç, yasamanın görevini yaptığını, yapmaya da devam edeceğini ifade ederek, şöyle devam etti:
"Ancak AK Parti veya başka bir parti, çoğunluğuna güvenerek istediği kanunu geçiremiyor. Bu sistem içinde bir yargısal denetim de var. Önce Cumhurbaşkanının imzalayacağı veya veto edip etmeyeceği tartışılıyor. Eğer imzalar Resmi Gazete'de yayınlanırsa kanun haline geliyor. Ondan sonra da anamuhalefet partisi veya 110 milletvekilinin imzası ile Anayasa Mahkemesi denetimine gidiyor. Bu aşamalardan geçtikten sonra bir kanun ancak yürürlükte kalabiliyor. Kaldı ki yürürlüğe girdikten sonra da herhangi bir maddesi ile ilgili olarak vatandaşların dahi müracaat hakları var. Yani yargısal denetim bir işin sonuna kadar Türkiye'de geçerli, anayasaya uygunluk bakımından da bu denetim en iyi şekilde yapılıyor."
İnternet haber portallarının destekleneceğini vurgulayan Arınç, "Şimdi internette paylaşım siteleri var. İnternette haber portalları var. Şunu 12 yıllık iktidarımızda bir iftihar tablosu olarak söylüyorum. İlk başladığımız günde internet henüz Türkiye için çok yeniydi. Her yerde de internet erişimi mümkün değildi. Yani abone sayısının 20 bin, 30 binlerde olduğu söyleniyordu. Ama bugün 34 milyon abone var. Yani bin misli bir artışı bizim hükümetimiz sağlıyor. Benim sorumluluk alanım içinde internet haber portalları için ayrı bir pozitif düzenleme yapıyoruz. Bunları Basın Kanunu içine alarak, ayrıca devletin ilan ve reklamlarından istifade etmesini sağlayacağız" diye konuştu.
Arınç, internetteki haber portallarının çalışanlarına da yeni bir düzenleme ile Basın Kanunu çerçevesinde basın kartı verileceğini anlatarak, şunları ifade etti:
"Bunun avantajlarından istifade edecekler ve basında çalışanlar gibi gazeteci sayılarak mali haklar elde edecekler. Ama paylaşım siteleri özellikle son yıllarda insanları adeta yok edercesine tehditler, hakaretler, özel hayata müdahaleler, birtakım montajlar, birtakım gizli kalması gereken evrakın ve bilgilerin ifşa edildiğini görüyoruz. Bunların önlenmesi, o kişinin hukukunun önemsenmesiyle mümkündür. Burada karşılaştığımız zorlukları bir yasal düzenlemeyle bir prosedür altına alabilir miyiz diye düşündüğümüzü ifade ettik. Bu konuda yine olumlu bir çalışma olacağını düşünüyorum. Uygulamalar sırasında elbette bir yanlışlık olduğu ortaya çıkarsa bunun değiştirilmesi, ortadan kaldırılması mümkündür."
"24 saat içinde engellenebilecek"
İnternet alanında yapılan düzenlemelere destek verenlerin de olduğunu belirten Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Son yıllarda Türkiye'de önemli siyasetçiler, bu yolla görevlerinden edildi. Mesela anamuhalefet partisinin eski Genel Başkanı Deniz Baykal, youTube veya başka bir erişim aracıyla kendi eşiyle ilgisi olmayan bir birliktelik sebebiyle kamuoyunda tepki ile karşılanabilecek, kendisinin de tepkileri karşılamak amacıyla istifasını sunduğu ve görevinden ayrıldığı bir gerçek yaşadık. Yine o dönemde pek çok siyasi hakkında buna benzer kasetlerin şantaj yoluyla, yine internet erişimi ile kamuoyuna sunulduğunu gördük. Ben de şahidim ki Sayın Başbakanımız bunların derhal önlenmesi gerektiğini, bunlar için tedbir alınması gerektiğini ifade etti. Ulaştırma Bakanımızı görevlendirdi. Ama böyle bir olay karşısında erişimin yasaklanabilmesi veya engellenebilmesi takriben 5 gün süren bir prosedüre tabidir. Yaptığımız sadece bunu günlük hale getirmektir."
Arınç, "Eskiden hakim kararı, onun buna havalesi, üzerinde mütalaa alınması… 5 gün geçiyordu. Şimdi böyle bir şey açık ve aşikar görülürse 24 saat içinde engellenebilecek. Sonradan mahkemenin incelemesine ve iznine tabi tutulacak. Dolayısıyla internet konusundaki bu kadar teferruata girmemek istiyorum. Dolayısıyla size şunu söylemek istiyorum, yasaklarla internetle mücadele etmek mümkün değildir. Yani bir yerde erişimi yasaklayabilirsiniz, başka yollardan hemen anında tekrar gösterime girebilir, tekrar iletişim kanallarına açılabilir. Ama ne yapalım ki elimizdeki imkanları insan hakları çerçevesinde kullanmak mecburiyetindeyiz" ifadelerini kullandı.
Katılımcıların Türkiye'deki özgürlük ortamı ve demokrasi algısına ilişkin sorularını da yanıtlayan Arınç, şunları söyledi:
"Türkiye bildiğiniz gibi çok partili siyasi hayata girdikten sonra 1960'da ve 1980'de iki askeri darbe yaşadı. Arada da zaman zaman silahlı kuvvetlerin üst kademesinin müdahaleleri oldu, mektupları oldu, muhtıraları oldu. Bu demokrasi hayatımıza ve demokrasinin gelişmesine, siyasi partilerin güçlenmesine çoğu zaman çok büyük engeller çıkardı. Türkiye demokrasininin kesintiye uğramasının sebeplerinden birisi budur. İkincisi de siyaset kurumu giderek şu veya bu sebeple giderek itibar kaybetti. Partiler, siyasetçiler, genelde siyaset kurumu güvenilmez, itibar edilmez bir kurum haline geldi. Demokrasi bundan da yara aldı."
Arınç, demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesinin önemine değinerek, şöyle devam etti:
"Bunlardan birisi yasama, birisi yürüme, birisi de yargıdır. Birisinin diğerine üstünlüğü yoktur. Hepsi kendi alanında bağımsızdır. Birbirleri ile iyi ilişkiler içindedir veya öyle olması lazımdır. Böyle sağlıklı bir demokrasinin ayakta durabilmesi için bu güçlerin de kendi aralarında başarılı olması gerekiyor. Yasama organı zaman zaman bu tür darbeler veya başka olaylarla kesintiye uğradı, örselendi ve yıprandı. Yargı zaman zaman yıprandı, çünkü yargının bağımsız olması asıldır ama aynı şekilde tarafsız olması da gerekir. Bağımsızlığı kabul edip, tarafsızlığı reddederken veya bir yandan da adeta zamanı geldiğinde özelikle üst yargının bir siyasi parti muhalefeti gibi hareket ettiğini gördük.
Türkiye istikrarsız dönemleri çok yaşadı. Mesela Cumhuriyetimizin 90. yılındayız. 2023'te 100. yılını göreceğiz. 90 yılda işbaşına gelen hükümet sayısı nedir biliyor musunuz? Benim içinde bulunduğum son hükümetin numarası 61. hükümet. 90 yılda 61 hükümet geldi, gitti. Ortalamasını alırsanız bir sene üç ay düşer. Ama ben size iki aylık hükümetleri, üç aylık hükümetleri, belki iki seneyi bulmuş hükümetleri de söyleyebilirim. Koalisyon hükümeti Avrupa'da çok iyi örneklerle destekleniyor olabilir. Ama biz koalisyon kültürünü çok fazla yaşamadık Türkiye'de. Koalisyon partileri çok başarılı olamadı."
Cumhurbaşkanlığı seçimi
Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin soruları yanıtlayan Arınç, şunları ifade etti:
"Bizim anayasamızda halen daha Cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri seçiyordu. Ama 2007'de bir kriz oldu. Meclis'in bunu seçmesi imkansız hale geldi. Biz de anayasa değişikliğine gittik, 'bundan sonra halk Cumhurbaşkanı'nı seçecek' dedik. 7 yıl, bu yıl bitiyor ve biz ağustos ayında yeni Cumhurbaşkanı'nı halk oylaması ile seçeceğiz. Şimdi eski usule göre seçilen bir Cumhurbaşkanı'nın yetkileri yeni usule göre seçilen bir Cumhurbaşkanı'nın yetkileri olarak karşımıza çıkıyor. Bu yetkilerde bir uygunsuzluk var mıdır, halk oyu ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanı bu yetkileri ne kadar kullanmalıdır bugün tartışma konusudur. Ama fiili durum halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı anayasadaki haklarını kullanacaktır, kullanmaya devam edecektir. Ne vakte kadar? Yeni bir anayasa yapılıncaya kadar."
Arınç, "Böyle bir anayasanın 2015'teki milletvekili seçimlerine kadar yapılma ihtimali varsa çok azdır. 2015'teki tabloya bakacağız ve yeni bir anayasa yapma imkanımız ortaya çıkarsa sözümüzü tutacak yeni bir anayasada Cumhurbaşkanı'nın yetkiler ve sorumlulukları da tekrar düzenlenecektir" yorumunda bulundu.
"Avrupa Birliği'ni standart olarak görüyoruz"
Arınç, Türkiye'nin AB hedefini yolunda çalışmalarına hızla devam ettiğini dile getirerek, "Biz Avrupa Birliği'nde müzakereye 2005 Ekim ayında başladık. Asıl ilişkimiz 1958'de başladı. Sonra 60-63'lerde anlaşma imzalandı. 87-97'lerde ancak Avrupa Birliği'ne aday ülke olduk. 2005'te de müzakere yapan aday ülke statüsünü aldık" diye konuştu.
"Şüphesiz Avrupa Birliği'nde önümüze çok fırsatlar çıktı. Ama darbelerin ve müdahalelerin yapılmış olması, Avrupa Birliği'nde bir çekingenliğe sebep olmuş olabilir" ifadesini kullanan Arınç, şunları söyledi:
"Başka farklı sebepler de var; halkımızın çoğunluğunun Müslüman olması gibi, nüfusumuzun çok fazla olması gibi, Maastrict ve Kopenhag kriterlerini karşılamıyor olmamız gibi, pek çok sebep de söyleniyor. Ama hükümetimiz döneminde 2005'te artık biz müzakerelere başladık. Bizim müzakereye başladığımız dönemde adı bile geçmeyen ülkeler Avrupa Birliği üyesi oldu. Biz hala fasılların açılmasını bekliyoruz. Bu engellemelerle bu işi uzaktan ele almanın da mutlaka bir sebebi olmalı. Ama Avrupa Birliği'ni biz standart olarak görüyoruz. Bir hukuk ve ekonomi standardı olarak görüyoruz. Anayasasının 70 maddesini değiştirmiş, 100'den fazla kanunu müktesabat haline getirmiş bir ülkeyiz, bunu da fazlasıyla hak etmiyoruz. Bulgaristan'dan daha fazla hak ediyoruz, Romanya'dan daha fazla hak ediyoruz, Hırvatistan'dan, Güney Kıbrıs'tan daha fazla hak ediyoruz."
Türkiye'nin AB üyeliği konusunda istekli olduğunu belirten Arınç, "Biz Avrupa Birliği'ne üye olmak istiyoruz. Tam üye olmak istiyoruz ve bunu hak ederek almak istiyoruz. Avrupa Birliği sürecinde herhangi bir ayak sürümemiz ya da vazgeçmemiz söz konusu değildir."
Basın özgürlüğü
Başbakan Yardımcısı Arınç, Türkiye'de basın özgürlüğü ve tutuklu gazetecilere ilişkin sorulara karşılık, "Bizim gazetecilerin cezaevlerinde olduğu sayı 40 olur, 50 olur, 60 olur… Bu konuda tek söylediğimiz, ister eksiklik kabul edin, isterseniz doğru kabul edin maalesef uymak zorunda olduğumuz bir yasal düzenleme var. Türkiye, 40 yıla, 30 yıla yaklaşan bir dönemde, terörün acısını yüreğinden hissediyor" dedi.
Türkiye'nin başta PKK olmak üzere terör örgütleriyle mücadele eden bir ülke olduğuna işaret ederek, "Şimdi bir yıldan beri içinde olduğumuz çözüm süreci hariç, bu dönem içinde yaptığımız iyileştirmeler de var. Eğer çözüm sürecinde olumlu noktada gitmeye devam edersek Terörle Mücadele Kanununu da kaldıracağız. Onun da kalkması yakındır. Ama bu 40 gazetecinin 32'si, Terörle Mücadele Kanunu'na aykırı davrandıkları için cezaevindeler. Yani terör örgütüne üye olmak, propagandasını yapmak, örgüt lehine eylemde bulunmak, bomba ya da silah nakletmek ve diğerleri… Bu konularda bu kanunu yok farz ederek, insanın mesleğine ya da kişiliğine bakarak, bunu görmezden gelemeyiz" dedi.
Arınç, sözlerine şöyle devam etti:
"Yaptığımız önemli düzenlemelerden birisi şu; doğrudan doğruya propaganda sayılabilecek konularda suçlama yapılıyor ve ceza veriliyor. Mesela 'Sayın Apo, Sayın Öcalan' denmesi bile bu kanuna göre suç sayılmıştır. Sonra Yargıtay görüş değiştirdi. Sonunda da biz kanun değiştirdik. Dedik ki 'doğrudan propaganda suç olamaz ancak içinde şiddete yöneltici, silaha yöneltiyorsa, ayaklanmayı teşvik ediyorsa o zaman suç olabilir'. Şu anda Öcalan'ın posterleri ile duvar yazılarıyla ellerinde taşıdıkları ve bayrak diyerek değer verdikleri şeylerle ne yapıyorlarsa içinde şiddet ve silah olmadığı, terör olmadığı müddetçe, bunlara hiçbir ceza verilmiyor. Yine bir kanun değişikliği yaparak düşünce açıklamasında basın ve yayın yoluyla fikirlerini açıklamaktan dolayı mahkum olanlara beş yıllık bir erteme getirdik. Bundan cezaevinde bulunan milletvekilleri de istifade etti. Şu anda hepsi tahliye edilmiş durumda.
Belediye başkanları da KCK davası sanıkları da propaganda suçundan dolayı, cezaları ertelendiği için dışarı çıkmış oldular."
Terörle Mücadele Kanunu'nun diğer maddelerini hedef alan bir çalışmaları olduğunu dile getiren Arınç, "Bunun için çözüm süreci doğru gitmektedir ve netice alabileceğimizin önümüze görünmesi lazım. Dolayısıyla bizde mesleğini yapmasından dolayı, karikatür yaptığından dolayı, kitap çıkardığından dolayı veya görsel birtakım medya iletişimi kurduğundan dolayı sadece iki kişi hakkında dava açılmıştır. Bu kişiler tahliye edilmişler fakat davaları bir şekilde devam etmiş, birkaç tanesi hakkında da karar verilmiştir. Bunun dışında 'bu basın mensubu, kitabından, yazısından dolayı tutuklanıyor' denemez. Bu bizim çarpık bir anlayışımızsa siz onu söyleyebilirsiniz. Ama elinizde Terörle Mücadele Kanunu varsa, onu akıllıca kullanmak mecburiyetindeyiz. Bir zamanlar her şeyi propaganda olarak kabul edip her şeyi suç sayan anlayışı değiştirdik" yorumunda bulundu.
Arınç, Türkiye'de basın üzerinde baskı olup olmadığının çeşitli iddialar üzerinden sorulması üzerine, şunları dile getirdi:
"Sayın Başbakan bir televizyon kanalında bir haberin silinmesini istedi konusu. Bu şudur; yani bunu kendisi de kabul etti. Yurtdışında bulunduğu bir zamandı ki bu haziran ayında İstanbul'daki gösteriler sırasında olduğunu anlıyoruz. Bazı televizyonlarda olaylarla ilgili yönlendirme yapıldığını, kendisine hakaret edildiğini, devlet görevlilerinin açıkça tehdit edildiğini ifade ederek, birisini aradığını söyledi. Ben basından sorumlu bir Başbakan Yardımcısı olarak şununla daha çok karşılaştım. Türkiye'de terör can yakarken, yani karakollar basılırken, sokakta canlı bombalar patlarken, mayın patlaması dolayısıyla insanların elleri kolları havaya uçarken, bir kısım televizyon kanalları olay yerinden kolu kopmuş, kafası gövdesinden ayrılmış insanların cesetlerini canlı canlı ekranlara getiriyordu. Bu hem ekranlara getirilme bakımından hem örgütün propagandasını yapmak bakımından hem de halkta panik, korku ve tedirginlik getirmesi bakımından tehlikeliydi. Biz gazetelerin, televizyonların genel yayın yönetmenlerini, dünyanın her yerinde terör olaylarının nasıl verildiğini örnek göstererek kendilerinden hassasiyet istedik. Çünkü zaten terör örgütünün amacı propagandasını yapmak, gücünü göstermekti."
"Yolsuzluk iddiasına hiçbirimiz kayıtsız kalamayız"
Hukukun her şeyin başında geldiğini vurgulayan Arınç, "Geçmişte yüksek yargı ile konular Türkiye'de çok tartışıldı. Mesela Cumhurbaşkanı seçilmesine engel olan bir karar, Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'nden çıktı. Detayına girmeyeyim, siz de internete girip '367 nedir' diye girerseniz... Türkiye'de bunun nasıl yaşandığını hepiniz bilirsiniz. Ben o zaman Meclis Başkanı'ydım. Böyle bir olayın nasıl kabul edildiğini gördüğümde yüzüm kızardı. Türkiye'de yargıçlarla, savcılarla, hükümetimizin bir sorunu yok" dedi.
Arınç, "Biz eski HSYK yani beş kişiden müteşekkil hakimler ve savcılar grubunun tabanını daha zenginleştirerek çoğulculuk esasına göre 22'ye çıkardık. Büyük kısmını hakimler ve savcılar kendileri seçtiler. Bir kısmını Cumhurbaşkanı, bir kısmını yüksek yargı seçti. Bugüne kadar da anayasa referandumu ile halk oylaması ile kabul edildiği için yeni bir dönemin başladığını da gördük. Ancak Türkiye'de son yaşanan olaylar çerçevesinde hükümetin bazı bakanları ve çocukları ile ilgili bir yolsuzluk iddiası var. Yolsuzluk iddiasına karşı hiçbirimiz kayıtsız kalamayız, çünkü bu bizim varlık sebebimiz" diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları kaydetti:
"Herkesin nefretle hatırladığı, ağır bir suç. Kim suistimal ediyorsa, kim çıkar amacıyla kanuna karşı hareket ediyorsa, bakan da olsa, sivil bir insan da olsa mutlaka bunun hesabını vermesi lazım. Olayı böyle kabul ettik, bakanlar değiştirildi. Yeni bir hükümet değişikliği ile yoluna devam etti. Ancak bu sırada şu fark edildi; maalesef bu soruşturmaları yürüten bazı savcılarda, emniyet içinde bazı işbirliği içinde olanlar, olayı farklı mecraya götürme gayreti içinde oldular. Kimsenin haberdar olmadığı konuları birlikte hazırlamışlar, kanunsuz bir şekilde dinlemeler yapılmış. Bunlar kanunsuz bir şekilde rapor haline getirilmiş. 14 ay boyunca dinlenen kişiye sonunda bir bilgi verilmemiş. Soruşturma esasa kaydedilmeden savcılık içinde yapılmış ve bir gün düğmeye basılmış.
Bu bizim usulümüz içinde olağan bir uygulama değil. Bunun hükümeti düşürmeye yönelik, hükümeti itibarsızlaştırmaya yönelik bir eylem olduğu ortaya çıktı. Şu veya bu şekilde. Bunun üzerine hükümetimiz elimizdeki imkanları kullanarak, Adalet Bakanlığı aracılığı ile HSYK içinde bazı tedbirler aldı. HSYK'nın kendi özel kanunu, bazı değişiklikler getiren bir kanun çıkardı. Emniyet içinde tedbir aldı ve devletin görevlisinin hukuka aykırı bir şekilde farklı amaçlarla hareket ettiği ortaya çıktı. Onların da yerleri değiştirildi ve bu birlikteliği bozmaya yönelik birtakım idari tedbirler alındı."
"Binlerce hakim ve savcımız var. Hepsi görevlerini çok iyi şekilde yapıyorlar ama dünyanın her yerinde de olabilir ki, bizde olduğu gibi, bir kısmı başka amaçlarla hareket ediyor" ifadesini kullanan Arınç, şunları söyledi:
"Görevi adalet dağıtmak olan insanlar birtakım operasyonlar içinde de bulunabiliyor. Biz bunu tespit ettiğimiz için yine hukuk devletinin prensipleri içinde bazı tedbirler almak ihtiyacını hissettik. Bunları basın da tartışıyor. Bunun tarafları da karşılıklı olarak bilgi sunuyorlar. Biz hakimlere muhalif gözle, kötü gözle bakmıyoruz. Yeter ki bağımsız ve tarafsız olarak görevlerini yapabilsinler."
Gezi olaylarından yaşananlara da değinen Arınç, "Gezi olayları haziran aylarında oldu. Bu bir çevre duyarlılığı ile başladı gibi kabul ettik. Ben o zaman olaylara bizzat müdahale eden bir bakandım. Çünkü Başbakan yurtdışındaydı. Taraflarla görüştüm. Bu konuda mahkeme kararlarını dikkate alacağımı söyledim. Belediyelerin yapılacak işlerle ilgili halkın düşüncelerini sorması gerektiğini, plebisit yapılacağını söyledim" diye konuştu.
Arınç, "Ağaçlar kesilmesin, buraya AVM yapılmasın, çevreler, yeşiller mahvolmasın diye üç beş kişi ile başlayan olaylar sonra mecra değiştirdi, sokak olaylarına dönüştü, silah kullanıldı. 5-6 canımız gitti. Bunların hepsi bizim için çok değerli. Kamu malları ateşe verildi ve maalesef ambulanslar bile tahrip edildi. Bu olaylara da hükümet güvenlik güçleriyle müdahale etti" ifadesini kullandı.
Son aylarda yaşanan olayların Türkiye ekonomisine olan etkilerinin sorulması üzerine Arınç, "Türk Lirası'nın düşüşünü bu olaylarla veya son 17 Aralık olayları ile bağlantılı görmemek lazım. Bunların tesiri varsa, çok düşüktür. Yüzde 5 dersiniz yüzde 10 dersiniz. Dolar tabii stabil hale geliyor bugünlerde. Bir yükseliş gösterdi. Bu belki biraz Amerika'daki Fed ile ilgili, biraz da belki iç politikadaki bazı davranışlar sebebiyle borsa endekslerinin düşmesi, dolara etki etmesi vesaire…. Aslında bizde dolar kuru çok düşüktü. Birden bire yükselmesi dikkat çekti. Zaman içinde stabil bir şekilde yükselseydi bunları konuşmuyor olacaktık. Ama şu anda 2,30-2,40'lar seviyesine giden 2,10'lar seviyesine geldi ki, 2 ideal bir seviyedir. Bunu da yakın bir zamanda karşılayacağımızı düşünüyorum" dedi.
Bu arada, Başbakan Yardımcısı Arınç, Chatham House konuşması öncesi konakladığı otelde İslamofobi konusunda çalışan akademisyenlerle bir araya geldi. Düşünce kuruluşundaki toplantı sonrasında ise Türk-İngiliz Ticaret ve Sanayi Odası (TBCCI) tarafından tarihi Guildhall binasında düzenlenen akşam yemeğine katıldı.