12 Haziran 2011 seçim sonuçları ve "başkanlık sistemine" yönelik bir analiz
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin GÜL / Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı
Türkiye, 12 Haziran 2011 genel seçimleri ile birlikte yeni bir dönemece girdi. Sayın Başbakan'ın, Anayasa değişiklik paketi üzerine tartışmaların yapıldığı 17 ve 18 Nisan 2010 günlerinde bazı TV programlarında gazetecilerin sorularını yanıtlarken üzerinde durduğu "başkanlık modeli" önerisi sanırım yeni dönemde önemli gündemimiz olacak. Bu programlarda Başbakan, "uzun yıllar üzerinde dikkatle düşündüğünü söylediği, "Başkanlık sisteminin Türkiye'ye daha uygun olduğu" düşüncesini net biçimde seslendirerek, "başkanlık sistemi" tartışmasını yeniden gündeme getirmişti. Seçim sonuçlarının AK Parti'nin beklenen zaferi ile sonuçlanması "Yeni Anayasa" ve bu anayasaya dayalı olarak başkanlık sistemi tartışmasını yeniden değerlendirmemize neden olacak. Türkiye'de başta siyaset kurumu olmak üzere kamuoyunun ve akademik alanın tartışma konusu, Türkiye için başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistem mi sorusu ve cevapları üzerine odaklanacak.
Türkiye'de istikrarlı bir demokratik rejimi gerçekleştirecek hükümet sistemi tartışmaları arayışı esasında 1876 Anayasası'nın kabul edilişi ile başlamış ve günümüze kadar gelmiştir. Tarihsel süreç içerisinde toplumların değişmesi, kültürel ve sosyal kurumların oluşması ile meydana gelen rejimler, tarihsel süreç içerisinde şekillenmiştir. Ülkemizde hükümet sistemi tartışmaları hep bu arayış çerçevesinde vukuu bulmuş, sistemin şu veya bu olması ile istikrar arasında bir denge kurulmaya çalışılmıştır. İlginç olan konu şudur ki, yöneten-yönetilen herkesimi ilgilendiren böylesi önemli bir konunun sürekli seçim dönemleri, Anayasa tartışmaları veya referandum öncesi dönemlerde gündeme geliyor olmasıdır. Esasında bu konunun sürekli kısır tartışmaların yapıldığı dönemlere geliyor olması konunun önemli ayrıntılarının gözlerden kaçmasına yol açmaktadır. Bir ülkede siyasal sistemin ve demokrasinin istikrarlı bir şekilde işleyişinde önemli yer tutan hükümet sistemi modeli, ülkemizde, kamuoyu önünde tartışılmadan önce enine boyuna masaya yatırılmalı sonrasında sistemlerin artı ve eksileri ile kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Türkiye'de, özellikle koalisyon dönemlerinde, siyasetin çıkmaza girdiği veya parlamentonun işlevini yapamadığı dönemlere vurgu yapılarak gündeme gelen "başkanlık sistemi" sorgulanmaya tabi tutulmaktadır. Bu dönemlerde ortaya çıkan anayasal sistem ve ekonomik krizlerin kaynağı olarak Türkiye'nin parlamenter sistemle yönetilmesi neden olarak gösterilir. Bu olumsuzlukların giderilmesi için Türkiye'nin başkanlık veya yarı-başkanlık sistemine geçmesi ve bu yolla "güçlü yürütme" modeli ile daha demokratik ve iyi idare edilebileceği sıklıkla ifade edilmiştir. Başkanlık sistemi lehinde tartışmayı ilk başlatan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmuştur. Başbakanlığı döneminde (1983-1989) zaman zaman hükümet sistemi arayışlarını gündeme getiren Özal, bu konudaki en önemli argümanını, koalisyon dönemlerinde ortaya çıkan uyumsuzluklara vurgu yaparak gerçekleştirmiştir. Özal'a göre koalisyon dönemlerinde ülkenin atılım yapamadığı, Türkiye'nin ilk 10-15 ülke arasına girmek istiyorsa başkanlık sistemine geçişle bunun daha rahat sağlanacağını belirtmiştir. Hükümet sistemi tartışmaları Özal'ın ölümünden sonra (1993) Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Süleyman Demirel tarafında da sürdürülmüştür. 2002 seçimlerinden sonra iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) tarafından da bu konu hep gündemde tutulmuş, AK Parti'nin lider kadroları tarafından yapılan açıklamalarla Türkiye için başkanlık sistemi vurgusu yapılmıştır. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı'nın belirleneceği süreçte ortaya çıkan/çıkarılan tıkanıklık ve Anayasa Mahkemesi'nin, kamuoyunda "367 kararı" olarak bilinen siyasi kararı dolayısıyla Cumhurbaşkanı Meclis'te çoğunluğa sahip AK Parti tarafından seçilememiş ve buna bir tepki olarak TBMM bir yandan erken seçim kararı alırken, diğer yandan Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesini öngören bir anayasa değişikliği yapmıştır. Bu değişiklik, 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan halkoylamasında; % 68.95 "Evet", % 31.05 "Hayır" oyu ile kabul edilmiş ve sonuç olarak, 2007 yılında halkoylamasında kabul edilen Anayasa değişikliğiyle Türkiye?de başkanlık sisteminin en temel unsurlarından biri olan devlet başkanının halk tarafından seçilmesinin yolu açılmıştır.
Esasında siyasal rejimin, bir devlet yönetiminde egemenliğin kim tarafından ve ne şekilde kullanılacağını belirleyen formel ve informel kural ve kurumları ifade ettiği bilinmektedir. Ve siyasal rejimler; genel olarak; -katılım ağırlıklı (doğrudan demokrasi) ve temsil ağırlıklı (temsili demokrasi), olmak üzere iki grupta toplanmıştır. Halkın yönetimle ilgili kararları kendisinin alması ve bunu yine kendisinin uygulaması demek olan doğrudan demokrasi uygulaması günümüz toplumlarında uygulanması kolay bir sistem değildir. Temsili demokrasiler ise halkın kendisini yönetecek temsilcilerini seçmesi ve onlara yönetme yetkisini devretmesi anlamına gelir. Doğrudan demokrasiler bir tarafa bırakılırsa temsili demokrasiler; parlamenter rejim, başkanlık rejimi, yarı-başkanlık rejimi ve meclis hükümeti sistemi olmak üzere dört farklı uygulama alanına sahiptir. Parlamenter sisteme sahip Türkiye'de sistem tartışmalarında genelde iki temel sorunun varlığına işaret edilmektedir. Birincisi parlamenter rejim çerçevesinde yürütmenin istikrardan yoksun olduğu ve bu yüzden ektin olarak işleyemediği, diğeri ise yürütmenin zayıflığı sorunudur. Hali hazırda parlamenter sisteme ilişkin yapılan eleştiriler çoğunlukla doğru olsa bile aslında parlamenter sistemden ziyade çok partili rejimin ve bu rejimi oluşturan toplumsal ve ideolojik bölünmelerin etkisi olduğu bilinmektedir.
Başkanlık sistemini savunanların üzerinde durdukları temel noktaların en önemlileri şunlardır: Türkiye hızla gelişen ve değişen dinamik bir nüfusa sahip ülkedir. Türkiye'nin bulunduğu bölgede ve kendisiyle aynı düzeydeki ülkeler arasında öne çıkması için kronikleşmiş bir dizi sosyal, siyasal ve ekonomik sorunun üstesinden gelmesi gerekir. Böyle bir dönüşüm ancak hızlı ve sorunsuz bir biçimde karar alıp uygulayan, "iş bitirici" bir siyasal iktidar tarafından gerçekleştirilebilir. İstikrarsız ve hantal yapısıyla mevcut parlamenter sistem Türkiye'nin "etkin yönetim" ihtiyacına cevap verememektedir. Amerika Birleşik Devletleri''nde uygulandığı biçimiyle başkanlık veya Fransa'da uygulandığı biçimiyle yarı-başkanlık sisteminin kabulü, Türkiye'nin önündeki fırsatları değerlendirebilmesi (20. yy'da çıkan fırsatları iyi yönetememiş bir ülke) ve medeniyet yarışında hak ettiği yere gelebilmesi için şarttır. Başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinin Türkiye'ye yarardan çok zarar getireceğini savunan siyasetçi ve akademisyenler ise başkanlık sisteminin otoriter rejimlere dönüşebileceğine; yarı-başkanlık sisteminin, başkanın ve parlamento çoğunluğunun ayrı dünya görüşlerine sahip olmaları durumunda, yasama ve yürütme organları arasında gerilim ve çatışmalara yol açabileceğine işaret ederek mevcut parlamenter sistemin onu işler kılacak birtakım revizyonlarla muhafaza edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Sonuç olarak ve öncelikle yönetimdeki sıkıntıların gerçek sebebinin mevcut hükümet sistemi olup olmadığının akademik ve siyasi çevrelerce belirlenmesi gerekir. Çünkü sorunun net olarak ortaya konması çözüm yollarını da beraber getirecektir. Bir siyasal rejim, bir ülke için önemli avantaj ve başarılar sağlayabileceği gibi bir başka ülkede aynı başarıyı sağlamayabilir. Siyasi tarih bunun çeşitli örneklerini bizlere göstermektedir. Çünkü başarılı bir şekilde yürütülen siyasal sistem bütün kural ve kurumları ile bir başka ülkeye aktarılsa bile aynı çıktıları bu ülke için beklemek toplumun kendine has kültürel yapısı ve tarihi birikimi yüzünden olmayabilir. Birçok açıdan ele alınabilecek bu konunun hukuki, sosyal, kültürel ve siyasi boyutları ile değerlendirmek sadece hukuki çerçeveye bağlı kalarak değerlendirmemek gerekmektedir. Değişen ve gelişen dinamik bir toplum yapısına sahip Türkiye'nin yönetim modelinin ne tür kurum ve hangi kurallara göre işleyeceğine karar vermek siyaset kurumun vereceği kararla olabilecek bir durumdur. Çünkü siyasal sistemin işleyişine yönelik ciddi sorunlar, nihayetinde sistemin işlevsel yönüne hükmedenler tarafından dillendirilmektedir.
Tartışmaların başladığı 1980'li yıllarda demokrasi kültürü ve kuralları tam anlamıyla oturmamış Türkiye'de bu tartışmalar belki de Duverger'nin vurguladığı gibi "demokrasisi güçlü olmayan devletler için başkanlık sistemi bir çılgınlıktır." özdeyişini haklı gerekçelere oturtabilir. Ancak geçen zaman içinde gerek dünyada yaşanan değişimler gerekse Türkiye'nin dışa açılması, geçmişi ile karşılaşması ve demokrasisini "vesayetten" kurtarması/kurtarmaya çalışması bu "çılgınlığı" yapmaya değer görünmektedir.
Referandum sonrası böylesi bir hedefin işareti ve Türkiye'de güçlü bir demokrasi algısı vatandaşlarca tasdik edilmiştir. Seksen yedi yıl önce Türk siyasal rejimi bugünkü sistemlerle kıyaslanmasa bile devleti idaresi, adına ne denirse densin günümüzde uygulamaları olan başkanlık sistemine sahi ülkelerdeki başkanların yetkilerinden daha çok yetkiye sahip siyasal bir sistemle yönetiliyordu. Geçen zaman süresinde gerek siyasal sistemde gerekse toplumsal yapıda birçok yenilik ve değişiklik vukuu buldu. Ancak şurası unutulmamalıdır seksen yedi yıl bir toplum hayatında uzun bir süre sayılmaz. Yinede yaşanan siyasi, ekonomik, sosyal değişimler toplum kesimlerinin fikirlerini, tutum ve davranışlarını nispeten değiştirdi. Dolayısı ile "başkanlık" gibi sistemle alakalı konuyu ve bel bağlanan var olan sistemi tartışmak, düşünmek ve bunlar üzerine yeni fikirler geliştirmek aslında Türkiye'nin geleceğini düşünmekle eşdeğer bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Büyük Türkiye hedefi, bu tür sorunlara verilecek cevapların dünü, bugünü ve geleceği düşünerek verilmesi ile mümkün olacaktır. Bu hedefle seçim meydanlarına çıkan AK Parti, parlamenter demokrasilerde bu zamana kadar elde edilmemiş bir başarı sağlayarak ve oylarını bir önceki seçimlere göre artırarak (% 50) üçüncü dönem için yeniden iktidara geldi. Bu seçimler Başbakan'ın, seçmen nezdinde "tek lider" olarak görülmesinin etkisi ile sonuçlanmış, farklı bir değişle "Başkanlığı" onaylanmıştır. Görünen o ki, seçmen başbakanın şahsında sistemin ne olması gerektiğinin cevabını Başbakan'a havale etmiştir.