60 yılda 60'a yakın kitap

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Ara Güler

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Daha lise yıllarında film stüdyolarında, sinemacılığın her dalında çalışmaya başladı; o dönemde Muhsin Ertuğrul'un tiyatro kurslarına devam ederken amacı, yönetmen veya oyun yazarı olmaktı. 1950'li yıllarda Yeni İstanbul'da gazeteciliğe başladı, daha sonra da Time Life, Paris Match, Der Stern gibi uluslararası magazin dergilerinin muhabirliğini üstlendi. 1953'te Henri Cartier Bresson ile tanışarak Magnum Ajansı'na katıldı ve İngiltere'de yayınlanan Fotoğraf Yıllığı Antolojisi onu dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. 1962'de Almanya'da çok az fotoğrafçıya verilen Master of Leica unvanını kazandı. Kendini her zaman fotoğraf sanatçısı değil, foto muhabiri olarak gördü ve mesleğinin özelliklerini "Bir fotoğrafçı çok dolu olmalı... Resim bilecek, tiyatrodan anlayacak, çok okuyacak, anında karar verebilecek, yani çok zeki olacak" diye tanımladı... 60 küsur yıldır fotoğraf çekiyor, yayınlanmış kitaplarının sayısı ise 60'a yaklaştı. Bu haftaki konuğum Ara Güler'e önce son aylarda üst üste basılan yeni kitaplarını soruyorum...

"Evet, çok üst üste kitaplarım çıktı. Meselâ Nahit Kabakçı koleksiyonu vardı biliyor musun?"

Biliyorum. Kızı Hüma Kabakçı'nın ismini taşıyor.

"Almanya'da Hagen Osthaus Müzesi'nde sergisi açılmış. Orada benim fotoğraflarım da vardı. Kritikerler çok iyi şeyler söylediler. İşte o sergideki fotoğrafların kitabı çıktı... Büyük boy, lüks baskı... Sert kapaklı cilt ve şömizli, Garda kâğıda özel baskı, 110 fotoğraf…"

"İstanbul'u Dinliyorum"dan söz ediyorsunuz...

"Evet, Orhan Veli'nin dizelerinden esinlenilerek - ‘İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı' diye bir şiiri var ya - onun ilk sözcükleri, kitaba isim olarak kondu. Bir sürü İstanbul kitabım oldu."

Sahi, kaç kitabınız var?

"Aşağı yukarı 56 tane filan kitabım var, şakası yok. Bana 56 tane, bırak fotoğrafı roman yazmış adamı göster. Boşver yani! Zannediyorum çok da iyi satılıyorlar."

Satılıyorlar ki, basılıyorlar. Diğer yeni kitaplar? Meselâ 1952 yılında, Ermenice olarak çıkan Jamanak Gazetesi'nde altı gün süresince (21-26 Mayıs) yayımlanan foto-röportajınız, Aras Yayıncılık tarafından "Kumkapı Ermeni Balıkçıları" adıyla, Ermenice, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç dilli yayımlandı. Biraz ondan da söz eder misiniz?

"Aras Yayınları o seri röportajları gazete sayfalarından bulmuş, kitap yaptı. Ama 4 sene filan sürdü yapması. Basayım mı, basmayayım mı? Edeyim mi, etmeyeyim mi? Bir sürü şey oldu. Neyse o da aynı zamana denk geldi. O da çıktı."

"Foto Cep" dizisi

Fotoğrafevi'nin yeni kitap serisi "Foto Cep" sizin hiçbir yerde yayınlanmamış fotoğraflarınızın yer aldığı bir kitapla başladı...

"Ben Magnum Ajansı'nın adamıyım ya orda 150-160 kitaplık dünyanın meşhur fotoğrafçıları serisi vardır. Cep kitapları olarak onlar çok satarlar. Demişler ki, Ara Güler'den başlamak üzere bu diziyi Türkiye'de gerçekleştirelim."

Türkiye yavaş yavaş bu alanda da markete giriyor...

"Ama neden? Benim yüzümden giriyor, yani başka bir şeyden dolayı değil, onu sana söyleyeyim. Türkiye'nin hiçbir fotoğrafçısını kimse takmaz yani. Neyse bir de o çıktı."

Başka?

"Ondan evvel de bir sürü çıktı, ama artık unuttum. Şimdi bir tane de NTV Yayınları'nda kitabım var, bir ay içinde çıkacak ‘Anadolu Medeniyetleri' diye. O da kocaman..."

Uzun bir süre önce bu kitabı yine konuşmuştuk...

"4 senedir basacaklar, vay vay!.."

Medeniyet...

Yine de dinlemek isterim sizden...

"11 tane medeniyetin geçtiği topraklarda yaşıyoruz. Yani Fransa'da oturmuyoruz biz, İngiltere'de oturmuyoruz. Onlar basit kalıyorlar bizdeki medeniyetlerin yanında her ne kadar kendilerini çok mühim devlet zannederlerse de!.. İngiltere, Amerika yahut da Fransa bir şey değillerdir yani aslında bizimle kıyas ettiğiniz zaman. Eh, işte inşallah Avrupa farkına varır bir şey olmadığının...

Dünyada ne kadar fenalık varsa Avrupalılar yüzünden gelmiştir. Esir ticaretinden tut, istismar yapıp da insanların ellerinden ekmeklerini, servetlerini almaya kadar. Meselâ bugün aynı şey petrol harbi olarak çıkıyor. Petrolü topluyor Amerika, dünyadaki petrolü topluyor. Kendi şirketleri çalıştıracak, kendi bilmem ne yapacak. Sana bırakmıyor, senin toprağına gelip çalıştırıyor dış kapital olarak..."

Son yıllarda boynunuzdan dijital fotoğraf makinenizi eksik etmiyorsunuz, teknolojiyle aranız iyi galiba...

"Bana kalırsa dijital makine işi kolaylaştırıyor. Şimdi, biz teknisyen değiliz, kimyacı da, fizikçi de... Ama bunları kullanan bir adamım. İyi de kullandım bugüne kadar. Bugün dijital makine benim işimi kolaylaştırıyor. Meselâ diyaframı düşünmüyorum. Düğmeye basıyorum, tamam. Daha ne isterim?!

Yani eskiden film çekerdik... Cannes Festivali'ne 11 kere gittim ya meselâ işte o yıllarda çektiğim eziyetleri hep düşünüyorum. Çekersin artisti, filmi yıkamadan gönderirsen kimin kim olduğunu kim bilecek? Filmleri yıkaman lâzım ki içerdeki şahısları yazasın, yoksa bilemezsin ki kim kim diye... Yani her gece otel odalarında film yıkıyordum, kuruyordu sabaha kadar... Sonra teker teker kesiyordum onları, ayrı ayrı zarflara koyup gönderiyordum gazeteye. Şu şudur, şu Brigitte Bardot'dur, şu bilmem nedir, bilmem ne. Şimdi kompütüre bağlıyorsun, istediğin yere gidiyor. Bu, gazeteciliğin çok büyük bir kolaylığıdır. Seçeneğin çok büyük bu bakımdan. Eskiden film biter diye korkardım, çünkü 36 tane çekebiliyordun bir rulodan; şimdi bin tane çek... Tıkır tıkır çek..."

Sayıyla film!

O zamanlar filmler ithal, fotoğrafçılara sayı ile film verirlerdi.

"Şey derlerdi; bir foto muhabiri ayda 20 rulo çekebilir... Günde bir ruloya bile gelmez. 5 tane işe gönderse günde film yetmez. Öyle şeyler vardı yani, bunlar kalktı ortadan. Dijital fotoğraf kolaylıktır. Mısır'da çekiyorsun resmi, 5 dakika sonra gazeteye geliyor.

Biz gazeteciyiz... Bak, sanatçı değiliz biz. Fotoğrafçı değiliz. Benim umurumda olmadı fotoğrafçılık hiçbir zaman... Nefret ettim zaten hep fotoğraftan. Ben gazeteciyim, fotoğrafçı değilim..."

Bu konuda ne kadar hassas olduğunuzu biliyorum... Peki, fotoğraf malzemeleriniz duruyor mu Güler Apartmanı'ndaki ofisinizde?

"Duruyorlar, ama battal oldular."

Her şeyler...

"Öyle duruyor işte, işe yaramıyorlar... Ne yapacağız zaten şimdi!

Hiç kullanmıyorsunuz öyle mi?

"Dijitale geçeli aşağı yukarı 4-5 sene oldu. 4-5 senede film kalır mı?"

Bir müze projeniz vardı yine Güler Apartmanı'nda...

"Var ya müze."

Biliyorum da vakıf falan...

"Evet, vakıf makıf filan yapmak lâzım."

İşte o proje ne oldu?

"Şimdi 82 yaşına girdik. Artık bunları düşünmenin zamanı geldi galiba. Onu yapacağız; çünkü mirasçılarım benim yaptıklarımı anlamayan insanlar. Hiçbir zaman anlamayıp kilo ile satarlar fotoğrafları. 5 kilo Ara Güler fotoğrafı!"

Yani vakıf yolda...

"Ama nasıl vakıflaşacaksın? Çünkü vakıflar kanunu çok zor. Çok zor, çok büyük vakıflar için düşünülmüş..."

Peki, ne yapmayı düşünüyorsunuz?

"Bilmiyorum. Şimdi elimde Galatasaray'da 2 bina var. Bunları depozito olarak yatıracaksın bilmem ne, filan falan…"

Mutlaka gayrimenkul göstermek gerekiyor galiba?

"Tabii… Çünkü acayip bir memlekette yaşıyoruz. Vakıf adı altında bir sürü kuruluş var, kaçakçılık şirketinden bilmem nesine kadar. Rakamı çoğalttılar ki kuramasınlar, ama yine kuruyorlar."

Peki, bu arada arşivinizin tasnifini yaptırdınız mı?

"Bir sürü film, mühim olanların hepsi dijitale geçti. Kendime göre bir arşivim var; fakat bir de profesyonel arşive girmek lâzım. Enternasyonal, profesyonel arşive girmek. Bu, Türkiye'de hiç yok. Ben onu biliyorum; çünkü Magnum'da olduğum için. Magnum profesyoneldir dünya çapında. Ona göre oradakilerden bir tanesini angaje etmek lâzım. Buraya getirip arşivi yaptırmak, yahut da arşivi oraya götürmek lâzım, yahut da Fransız hükümetine falan… Bizde yok çünkü öyle bir şey. Bizde öyle sanat filan falan yok."

2 milyon kare

Kaç fotoğraf karesi olmuştur arşivinizde?

"2 milyon vardır. Bilmiyorum, yani bilemezsin; çünkü onların hepsi mühim değildir. Çünkü bir tanesinden 10 tane çekiyorsun... Bir Hindistan'a gidiyorsun 400 yüz rulo film çekmişsin... 400 yüz ruloyu yan yana koy, bakamazsın bir ayda."

Günleriniz nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz?

"Hiç durmadan işim var, hiç durmadan bir şeyler. Meselâ bugün sen geldin; senden sonra şimdi birileri daha gelir bir şey ister. Yapmam gereken şeyler var. Şimdi yeni bir kitap çıkıyor; Fransa'da. Sinan'ı basan şirket basıyor. Onda benim çektiğim meşhur adamlar olacak, ama enternasyonal, yani Türkiye filan falan değil."

Picassolar, Daliler falan mı?

"Picassolar falan, sadece onlar değil, daha başka bilmediğimiz bir sürü adam var dünyada. Çok daha mühim adamlar var. Geldiler, ofiste bir ay oturup resim baktılar. Bir yazar geldi, bir karı-koca çift, onlar fotoğrafları seçtiler. Dünyanın her yerinden...

Ama bu sayede farkına vardım ki meselâ Çin ki - o kadar büyük nüfusa sahip - ordan bende bir tane adam yok. Çin'de hiç mi yazar yok?! Japonya'dan Kurosawa, meselâ olabilirdi. Kurosawa da çok Allahın dağında bir adada oturuyordu. Haftada bir vapur vardı gitmek için. Bir hafta gidersen, bir hafta sonra gelirsin. Böyle zorluklar çıktı."

Yani çekemediniz Kurosawa'yı?

"Çekemedim, dedim ya adam çok uzakta bir yerde oturuyor. Vapurla gidiliyor günlerce… Bir adada oturuyor, inzivaya çekilmiş, zaten ihtiyar."

Çekilemeyenler...

Başka hangi ülkelerden insanlar yok?

"Meselâ Japonya'dan yok, Hindistan'dan yok. Meselâ Hindistan'dan Tagore gibi bir adamın resmi yok mu, olmalı. Hindistan büyük medeniyettir. Hindistan'dan niye bir şey yok? Hep Avrupa, Amerika, İtalya, Fransa… Birkaç tane işte Orta Avrupa'dan, Türkiye'den, bilmem nereden. Çok daha mühimler var oralarda. Pablo Neruda yok meselâ bende. Mühim. Meselâ Diego Rivera ile aynı asırdayız, bende Diego Rivera resmi yok. Ama, çünkü ben o kıtaya gitmedim."

Güney Amerika'ya gitmediniz...

"Güney Amerika'ya gitmedim. Orada, Güney Amerika'da gittiğim yer, en son Acapulco'dur. Meksika'nın biraz aşağısındadır, o kadar. Orta Amerika ve Güney Amerika'ya hiç gitmedim. E bir sürü adam var oralarda."

Yeni projeleriniz var mı?

"Proje yapmamak lâzım biliyor musun? Projelerin çoğu sonuç vermez; birkaç proje hakikaten yerine oturur, gerisi hep şişirmedir, bitmesi için beklerler birileri.

Proje yapmamak lâzım, içinden geldiği gibi yaşamak lâzım... Proje ile mi seviyorsun bir kadını?"

Hayırrr...

"Değil mi? Proje! Ne projesi? Yaşamak diye bir olay var. Yaşamak, dünyada var olmak, nefes almak. ‘Yaşamak güzel şey be kardeşim' diyen adam, Nâzım Hikmet, işte o yaşamayı benim düşündüğüm gibi anlıyor."

Haklısınız...

"Epey laf ettim sana. Evet, bunları deşifre et, ne yaparsan yap... İşte kitap çıkması iyi oluyor yani. Böyle şeyler..."

"Mühim bulduğum şeyi çekiyorum"

Deminden beri konuşuyoruz Avrupalıları, Amerikalıları... Bu dünya kargaşasında fotoğraf çekimleri nasıl gidiyor? Yurtiçinde, yurtdışında yeni seyahatler var mı?

"Lâzım olursa gidiyorum. Ben profesyonelim. Bana diyeceksin ki sana şu kadar dolar veriyorum, git bana şunu yap... Yoksa masal anlatırsın. Ha bana konuşmuşsun ha duvara, fark etmez!"

Bu arada kendiniz için fotoğraf çekiyor musunuz?

"Kendim için çekiyorum, yani mühim bulduğum şeyi çekiyorum ama bir b..a yaramıyor."

Neden?

"Ne yani çekeceğimi çektim, çekmediğim adam kalmadı, lâzım olan adamı çektim. Gidip de sokaktaki adamı çekecek değilim ya her zaman..."

"Bazı şeylerden bıktım..."

Severek çektikleriniz, sevmedikleriniz...

"Bu medeniyeti ben sevmedim aslında. Yani Hıristiyan medeniyeti fotoğraf vermiyor... Hani daha fazla Müslümanlık, Budizm, Hindu… Hıristiyan medeniyetinde Allah, İsa... Bir atraksiyon yok. Halbuki Müslümanlık... Dua eden insanlar... Mihraba yönelenler... Budizm'de bir de bakıyorsun 40 kişi yürüyor. Güneş batışlarına denk getiriyorsun, fotoğraf veriyor. Hıristiyanlık'ta dua eden bir kadın, arkada İsa heykeli, yok bilmem ne filan... Pencereden ışık gelir, bilmem ne filan... Yani kaç tane çekersin bir günde bundan, yeter. Yani benim için öyledir. Belki Hıristiyan olduğum için bıkmışımdır. Bizim mektep biliyorsun papaz mektebidir, buradaki bütün Fransız mektepleri papaz mektebidir, Galatasaray dahil. Öyle bir mektepte büyüdüğüm için nefret etmişimdir belki."

"Benim arşivim daha yıllarca yeter"

Asistanlarınız var mı çevrenizde?

"Var. Asistan değil de yardım eden çocuklar var. Fotoğrafları dijital yapanlar…"

Eskiden fotoğrafçı adayları olurdu, sizin ofisinizde, yanınızda yetişirlerdi...

"İşte vardı öyle, şimdi yok... Şimdi benim işlerimi yapan adamlar var. Meselâ kompütüre  geçen, harddiske koyan, seperasyon yapan falan filan. Biliyorsun artık birtakım teknik çalışmalar yapmadan fotoğraf basılamaz. Onları yapmazsan, baskı alırsın ama, küçük verir."

Ara Güler'in veliahtı yok mu, olmayacak mı?

"Ne veliahdı, kim olur?"

Bilmiyorum, soruyorum…

"Yok öyle biri."

Peki, Ara Güler'den sonra fotoğraf bitecek mi?

"Niye bitsin?"

E kim çekecek?

"Benim arşivim satılır, zaten sittinsene yeter. Bana gelip de benimle bağ kurmadan ansiklopedi filan çıkaramazsın."

 

Bu konularda ilginizi çekebilir