AB neden kapana sıkıştı?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar

Küresel krizde çözüme uzana her adım, ikircikli bir duruma dönüşüyor, dallanıp budaklanıyor. Bazen biri diğerinin ayağına bağ oluyor. Bazen ideal bir çözüm, bazen vuruşan fikirlerin momentum enerjisi... Bir bakıyorsunuz yüksek borçluluk, mali teşvik uygulamalarına en büyük alternatif. Ya da büyüme, enflasyonla ödünleştiriliyor. Öyle bir mart havası ki, ayıkla pirincin taşını. Bu kafa karışıklıkları büyük buhranda da yaşanmıştı. Hoover likiditeye aç bankacılık sistemine, sıkı para politikası uygulamıştı. Yani susuzluktan ölecek bir hasta düşünün, tedavi için tuzlu Çorum leblebisi yediriliyor. Acaba büyük buhranın hatalarından yeterince ders aldık mı? Bu sorunun yanıtını zamana bırakmalı. ABD'nin %35.5'lik kamu borç artışının kompozisyonunda mali teşvike ayrılan pay, sadece %3.5 ile sınırlı kalıyor olmasına rağmen, tüm fırtına mali teşvikte kopartılıyor. Mali teşvik bu krizden çıkış için çok gerekli bir uygulama. Sorun, bu desteğin nereye ve kime verileceğini tespit edebilmek.

Sistemik krizde 2008 sonrasında ABD kamu borç artışı

Borç artışının kompozisyonu %

Mali teşvik 3.5

Finansal destek 3.0

Yüksek faiz ödemeleri  4.0

Düşük varlık fiyatlarında

gelir kaybı ve finansal karlar 9.0

Otomoatik dengeleyici 10.0

Diğerleri 6.0

Toplam  35.5

Kaynak: nytimesP.krugman

Olumlu veriler, 2010 I. çeyreğinde durgunluk ekonomisinden sıyrılışın ilk işaretleriydi. ABD için, tünelin ucundaki ilk ışık görülüyor. O günlerde gündem, çıkış stratejisinde kilitli ve enflasyonist korkularla deflasyonist korkular çarpışıyor. Euro bölgesi, dış finansmana gereksinim duyabilenlerle (Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz, İrlanda) bunların finansörlerinden  (Almanya, Fransa) oluşuyor. Yunanistan'ın kurtulması konusunda finansörler kanadı olabildiğine isteksiz. Almanya'nın basın kuruluşlarında, "Yunan adalarını satınız" başlıklı haberlerle; Yunan kamuoyundan tepkiler, küresel ölçekte büyük bir uyanış dönüşüyor. Sonrasında taban tabana zıt görüşlerin esamasi okunmuyor. Kurtarmalar önce 100mia USD'la başlıyor. İşte sistemik krizin bu evresindeki kararsızlık, çok pahalıya patlıyor. Çünkü Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz, İrlanda kaleleri teker-teker düşüyor. Bu konjonktür için ABD risksiz faizleri %0-0.25 düzeyindeyken, Güney Avrupa'lı ülkelerin sigorta risk primleri %6-%7 düzeyine oturuyor. Kararsızlığın faturası Euro'ya çıkıyor. Birliğin ortak para politikası, aynı dirayeti maliye politikasında gösteremiyor ve önemli bir ikilem kıskacında sıkışıp kalıyor. 750mia EUR destek paketi bile, Euro bölgesinin güvensizlik yarasını sarmaya yetemiyor ve son toparlanmalara rağmen EUR/USD paritesinde orta vadeli gerileme kaçınılmaz oluyor. Euro ile USD'ın eşleşmesi alternatifi, demoklesin kılıcı gibi Euro bölgesinin ve dolaylı olarak Türkiye'nin tepesinde sallanıyor.

Peki neden tüm bunlar yaşanıyor? Çünkü süreç iyi yönetilemiyor. Kafalar, bu kez kararsızlıktan öte; dumanlı bir dönemden geçiyor. Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz, İrlanda ya da bir başka ülke, "Euro'nun şartlarını sağlayamadığında; tatile çıkmalı" diyen görüşler ortaya çıkıyor. Bunlar taa Euro'nun ilk işleme gireceği günlerden kalma görüşler. Derin donduruculardan çıkartılıyor. Karşıt görüş, uygulamanın pratikte mümkün olamayacağını ileri sürüyor. Euro'dan bir ülkenin çıkması, para biriminin geri kalanlarla yeniden tanımlanıp piyasaya sürülmesi, en az 3 ay süreceği ve bu aradaki belirsizliği de mevcut kriz şartlarının kaldırmayacağı görüşü dile getiriliyor. Sorunlu ülkenin finansörleri özel bankalardır. İşte bu nedenle, Euro bölgesinin diğer ülkelerinden sağlanmış bu destekler, hızlı bir bulaşmayı da kaçınılmazlaştırıyor. Risk primi artışı bir anda bölgenin tamamını içine sarabilir. Tıpkı, çektiğimiz kolonun ardından Euro tavanının üstümüze çökmesi gibi. Sorunlu ülkelerin para birimlerinin Euro'dan çıkmasının yaratacağı endişe, tıpkı 1929 krizinde altın standardından çıkmaktan korkan ülkelerin durumuna benziyor. Oysa ki İngiltere, altın para sisteminden ilk çıkan ülkeydi. Büyük buhrandan da ilk o çıkmıştı. Bu iki görüşten ayrı bir başka görüş; sorunlu ülke Euro'dan çıkartılarak parası devalüe edildiğinde, oluşan maliyetler üzerindeki düşüş etkisi, sentetik olarak neden oluşturulmasın diyor. Sentetik oluşum yani; TL'nin 2002-2010 döneminde değerlenme etkisinin tam tersi durum oluşturuluyor. Para devalüe ediliyor, ihracat maliyetleri düşüyor, ithalatın maliyetleri artıyor. İşte sentetik öneri bu etkiyi, üretim üzerindeki vergileri düşürerek, sabit satış fiyatları altında, artan kar marjlarının yaratacağı faydayla sağlayabiliyor. Bu çözümle bulaşma etkisi önlenebilir; ancak, düşen vergi oranları merkezi bütçede vergi gelir kaybı demektir. Buradaki öneri üretimde düşürdüğümüz vergi oranını, tüketimdeki vergi oranına yükleyelim; şeklinde tamamlanıyor. Bence bu önerinin üretimde düşürdüğü vergiyle gereksinim duyduğu ek yük, dış finansmanla desteklenmeli ve ödeme vadeleri kriz sonrasına kadar uzatılmalı. Çünkü tüketim talebini aşağı çekecek herhangi bir vergi artışı çözümü, üretimde kapasite kullanım oranında düşüş olarak geri dönecektir. Sonrasında da işsizliği artıran bir kısır döngü şekline bürünecektir.

Bu kadar çok konuda ikircikli kalmamız dahi, krizin ne denli derin ve uzun bir kişiliği olduğunu ortaya koyuyor. Büyük buhranın (1929) nedenleri ve çözümleri üzerine sayısız görüş hakimdir. Şöyle bir geçmişe uzanalım ve krizin o en sert dalgalarla geldiği günlere Lehman Brothers'ın batışına kadar uzanalım. AIG, Citibank, Ford, Opel, General Motors batamayacak kadar büyük (TBTF) çelişkisi çerçevesinde derin tartışmalarla gündemde. Şüphesiz bu ikili kıskaç arasında kalma durumu, kriz tamamen ortadan kalkana kadar sürebilecek gibi. Ne olursa olsun, bu krizde yük dar gelirlinin sırtına binmemelidir. Dar gelirli, konjonktürün balonu işaret ettiği 2005-2008 döneminde gelirden pay alamadı. Kurtarmaların yükünü sırtlanmak, bırakın adalet duygusunun tahribatını; karşılayacak tasarruf marjı bulunmadığı için bile, hemen tüketici güveninde düşüşe dönüşebiliyor. Sonuç ne oluyor mu derseniz? Üretimde kapasite açığı, ardından işsizlik ve işte yine aynı kısır döngü. Yani tüm kurtarma planları; sermaye enjeksiyonu, satın alma, birleşmeyi teşvik, zorlama, devletleştirme süreçleri için farklı fikirler kafa kafaya vuruşuyordu. Şimdi sıra derecelendirme mekanizması, asil-vekil çelişkisi ve en önemlisi de bir sonraki krize yük bırakmayacak önemlerde; yani, kriz fonunda... Kısacası yapılacak çok iş var. Ama gerek önerilerde, gerekse uzun vadeli çözümlerde; zamanlama en önemli nokta. Demiri tavında dövmedikçe, krizde sürprizlere hazırlıklı olmak gerek. Boğaz köprüsünde sabahın sıkışık trafiğinde şerit çizmeye çalışan belediye işçilerinin durumuna düşmeden; adım-adım, konjonktürü görerek ilerlemek. İşte bütün mesele bu.

Bu konularda ilginizi çekebilir