Avrupa Para Birliği'nde mali disiplini sağlamak zor
Orhan AKIŞIK
Geride bıraktığımız yılın son ayında yaşanan önemli gelişmelerden biri de, komşumuz
Yunanistan'ın kamu borçlarını ödeme konusunda içine düştüğü güçlüktü. Ekim ayında yapılan seçimler sonucu iktidara gelen sol eğilimli Pasok Partisi'nin, daha önce gayri safi yurtiçi hasılanın % 6.7'si olarak açıklanan bütçe açığını %12.7 olarak revize etmesi ve hemen
sonrasında uluslararası risk değerlendirme kuruluşu Fitch'in ülkenin kredi notunu (bütçe
açığının kontrolden çıktığı gerekçesiyle) A'dan BBB+'ya düşürmesi, uluslararası piyasalarda "acaba devlet iflas mı ediyor?", sorularının sorulmasına yol açmıştı.
Esasen sorun, sadece bu ülkeyle de sınırlı değil. Parasal Birlik içinde yer almayan İngiltere
dışında, İspanya ve Fransa da yüksek bütçe açıklarıyla alarm işaretleri veren ülkeler arasında yer alıyorlar. Artan bütçe açıkları ve kamu borç stoklarının, borçlanma maliyetlerini artırarak orta vadede borcu sürdürülemez hale getirmesinin ötesinde, Parasal Birliğin geleceğini de tehlikeye atması, birlik üyesi diğer ülkelerin duruma kayıtsız kalmalarının önündeki en büyük engel.
Avrupa Birliği ülkeleri arasında parasal birliğin gerçekleştirilmesinde önemli bir kilometre taşı olan 1991 tarihli Maastricht Antlaşması'yla, parasal birliğe katılacak ülkelere, bütçe açıklarının gayri safi yurtiçi hasılalarının %3'ünü, kamu borç stoklarının ise %60'ını geçmemesi koşulu getirilmişti. Daha sonra 1998'de imzalanan Amsterdam antlaşmasıyla, %3'lük bu sınır korunmuş, ancak bunu zorlayan ülkelere, ağır resesyon durumu hariç, cezai yaptırım getirilmişti.
Bunun mantığı da, bütçe açıkları ve kamu borç stoklarının sürdürülemez boyutlara ulaşmasının, parasal birliği olumsuz yönde etkileyerek, ortak para birimi Euro'ya olan güvenin sarsılmasına yol açması ihtimali.
Avrupa Birliği içinde, açık veren ülkelerin, açıklarını finanse etmek için daha sık sermaye
piyasalarına başvurmaları, Birliğin genelinde faiz oranları üzerinde baskı yaratarak, diğer
ülkelerin borçlanma maliyetlerinde artışa yol açabilir. Bir başka deyişle, açık tek bir ülkeden
kaynaklansa bile, bunun Birliğin diğer ülkelerini etkilememesi ve istemeyerek de olsa deflasyonist politikalar izlemeye itmemesi için bir neden yok. Bu ise sonuçta, daraltıcı maliye
politikalarının büyüme üzerindeki olumsuz etkisini gidermek amacıyla, Avrupa Merkez
Bankası'nın (ECB) gevşek para politikası izlemesine neden olabilecektir.
Parasal birliklere üye ülkelerin mali disiplinleri üzerindeki olumsuz etkinin başlıca iki kaynağı
vardır. Harcamalarını finanse etmek amacıyla ulusal para birimi cinsinden mali piyasalara bono ihraç eden bir ülkenin ödeyeceği faiz, genel olarak iki bileşenden oluşan bir risk primi içerir. Bunlardan ilki, ihraç edilen hazine kağıtlarının anapara ve faizlerinin ödenmeme riskini ifade eden iflas primi, ikincisi ulusal paranın ileride devalüe olma olasılığını temsil eden devalüasyon riski primi. Buna göre, borçlanmanın kontrolsüz şekilde artması devalüasyon riskinin ve buna bağlı olarak sonraki ihraçların faiz oranlarının artmasına yol açacaktır. Bunun, kamu otoritesi üzerinde aşırı borçlanmadan kaçınma konusunda caydırıcı bir etkisi var. Ancak bu caydırıcı etki, devalüasyon riski ortadan kalktığından dolayı parasal birliklerde zayıflıyor. Dolayısıyla, faiz oranları da en azından kısa vadede artmayabiliyor. Buna ilaveten, ödeme güçlüğü içindeki üye devlete iflastan kurtarılacağı yolunda, birlik üyesi ülkeler tarafından açıktan olmasa da zımnen verilen güvence borçların sürdürülemez hale gelmesinin diğer önemli bir nedeni. Maastricht Antlaşması'nda borç krizine düşen üye ülkelere yardım edilmeyeceği öngörülmüş olsa da, bunun uygulanabilirliği mümkün görünmüyor. Federal Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in de belirttiği üzere, AB'nin üye bir ülkenin iflasına seyirci kalması söz konusu olamaz. Zira, ortak çıkarlar, farklı bir ifadeyle Parasal Birliğin geleceği bunu gerektiriyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın, yüksek bütçe açıkları veren ülkelerin işi zor. Örneğin, Yunanistan. Bu ülkenin 2010'da % 0.2 oranında büyümesi tahmin ediliyor. Topluluk geneli için öngörülen büyüme oranı ise, %1.2. Bunlar, Uzakdoğu ülkelerinin ve hatta ABD'nin muhtemel büyüme oranlarıyla karşılaştırıldığında, oldukça mütevazı rakamlar. Bu kadar cılız bir büyüme ortamında, bir de harcamaların kısılması ve vergilerin artırılması şeklinde tezahür edecek daraltıcı maliye politikalarının ekonomiler üzerindeki olumsuz etkilerini söylemeye gerek yok. Öte yandan, açıkların bu şekilde devam etmesi mümkün olmadığına göre, topluluk içinde ekonomik büyümenin sürekliliğini sağlamak için geriye tek bir yol kalıyor. O da, gevşek para politikasına devam edilmesi. Dolayısıyla, ECB'nin yakın bir gelecekte faizleri artırması imkansız değilse de zor. Bu tür bir politikanın, bu kuruluş tarafından %2 altında hedeflenen bir enflasyon oranıyla ifade edilen fiyat istikrarını sağlayıp sağlamayacağı bilinemez. Ancak bilinen o ki; Avrupa Parasal Birliği, mali disiplini zorlaştırmanın ötesinde, bozan bir görünüm ortaya koyuyor. Zira, ECB'nin fiyat istikrarını ön planda tutan, büyüme karşıtı para politikası, üye ülkelere ekonomik büyümeyi sürdürebilmek için yüksek bütçe açıkları pahasına maliye politikalarına başvurmaktan başka bir seçenek bırakmıyor.