Başbuğ: Bu acıyı bize kim unutturabilir

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Ergenekon davasının temyiz incelemesinin ikinci duruşmasındaki savunmasında "Sorumluluğumuz, bu komploların planlayıcı ve icracılarının yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan bu süreç bitmez" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, "Ergenekon" davasına ilişkin, "Bu davalar sürecince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verenler, ki hepimiz oradan geçtik, kendimizi kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında yabancı bir ordunun askeri gibi hissettik. Bu acıyı yaşadık hepimiz. Bu acıyı bize kim unutturabilir" dedi. 

Yargıtay 16. Ceza Dairesinde yapılan "Ergenekon" davasının temyiz incelemesinin ikinci duruşması, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un savunmasıyla başladı. 

Yargıtay konferans salonundaki duruşmaya, İlker Başbuğ, Hurşit Tolon, Sinan Aygün'ün aralarında bulunduğu bazı sanıklar, sanık yakınları ve avukatlar katıldı. 

Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi gerektiğini belirten Başbuğ, Suruç saldırısının ardından PKK terör örgütünün eylemlerinin beklenmedik şekilde başladığını söyledi. 

Her gün verilen şehitlere yüreklerinin yandığına işaret eden Başbuğ, "Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğu'daki bazı yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici. Türk ve Rus uçakları burun buruna geliyor. Türkiye bu haldeyken ben kendime şu soruyu sordum, (bugün ben neden Yargıtay'dayım, bizler enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz, burada ne yapacağım, ne konuşacağım?)" diye konuştu.  

Özel yetkili mahkemelerde başlayan ve sonuçlanan bazı davaların yerel mahkemelerde yeniden yargılanmalarının sürdüğünü, bazılarının Yargıtay'da temyiz aşamasında bulunduğunu ifade eden Başbuğ, sözlerine şöyle devam etti: 

"Rutin bir yargılama içinde değiliz"

"Bu sürece olağan bir süreç olarak bakabilir miyiz? Rutin bir yargılama içinde olduğumuzu kabul edebilir miyiz, elbette hayır. Neden? Bu davaların iddianamelerini hazırlayan savcılar kim, görevlerinden uzaklaştırılan, suç örgütleriyle ilişkili oldukları ileri sürülen, kimi tutuklu, kimi yurtdışına kaçan savcılar bu iddianameleri hazırladılar. Tarihi hatırlayalım. 145 Osmanlı yöneticisi yargılanmak üzere Malta'ya gönderildi. Soruşturmayı yürüten İngiltere Kraliyet Savcılığı 1921'de Malta'ya gönderilen Türklerin eldeki kanıtlarla yargılanıp cezalandırılmayacağına karar verdi. Yetersiz gördü. 

Üzülerek söylüyorum, bu iddianameleri hazırlayan kendi ülkemizdeki bu savcılar, bir düşman ülkenin savcısı kadar bile adil olamadılar. Tırnak içinde, özel yetkili mahkemeler bu kararlara imza attı. Bu kararlar Anayasa Mahkemesinin ihlal kararları üzerine alelacele kapatılan mahkemelerdir. Peki neden kapatıldı? Görevleri bittiği için mi, yoksa işledikleri hukuk cinayetleri ayyuka çıktığı için mi? Bu mahkemelerin hakimleri ne oldu, bazıları görevlerinden uzaklaştırıldı, bazıları suç örgütü içine sokuldu, bazıları tutuklandı. Savcıların ve hakimlerin aldıkları kararların hukuk değeri taşıdığını nasıl söyleyebiliriz? Bunu anlamakta zorlanıyorum. Bu iddianameler ve kararlardan hareket ederek, davaların yeniden yargılanmasını ve temyizini yapmak ne kadar doğru, adil? Sizler, bir ilkle karşı karşıyasınız. Böyle bir olay bence Türkiye'de daha önce yaşanmadı. Dolayısıyla aynı zamanda tarihi sorumluluklarla karşı karşıyasınız. Ama sizlerin bu tarihi sorumlulukları başarıyla çıkaracağına ilişkin inancımı korumak istiyorum." 

Başbuğ, bir savcının hazırladığı iddianameyle müebbet hapis cezasına çarptırıldıklarını aktardı. "Tarihin garip cilvesi mi, neredeyse 4 yıl geçmeden bu sefer aynı adliye binasındaki bir cumhuriyet savcısı, aynı konuya 25 Aralık operasyonu ile ilgili iddianamesinde yer verdi" diyen Başbuğ, iddianamedeki Ergenekon davasıyla ilgili bölümleri okudu.  

Başbuğ, bunların üzerine konuşmasını sonlandırması gerektiğini düşündüğünü ancak Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanı olarak taşıdığı sorumluluklar nedeniyle konuşmaya devam edeceğini söyledi.  

"Cezasız mı kalacak bunları yapanlar" 

Birinci sorumluluğunun, bu davada hayatını kaybeden "şehitlere" karşı olduğunu belirten Başbuğ, şu ifadeleri kullandı: 

"Bu davalar sürecince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verenler, ki hepimiz oradan geçtik, kendimizi kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında yabancı bir ordunun askeri gibi hissettik. Bu acıyı yaşadık hepimiz. Bu acıyı bize kim unutturabilir? 11 Şubat 2011 günü Silivri'de Balyoz duruşması olduğu facia günü hatırlayın. Kapılar tutuldu, duruşma salonunda yaşatılan acıyı kimse hafızalarımızdan sildiremez. Kararı veren hakimlerin kendi aralarında neler konuştuğunu da duyduk. Kim sildirecek bunları hafızamızdan? Cezasız mı kalacak bunları yapanlar?  

Üçüncü sorumluluğumuz tarihe karşı. Türk milletinin bu davalar karşısında yorulduğunu söylesek yanlış olmaz. Ama ileride mutlaka birileri bu dönemin tarihini yazacaklar. İşte onlara yardımcı olmayı da görev olarak kabul ediyorum. Dördüncü sorumluluk, bu komploların planlayıcı ve icracılarının yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan bu süreç bitmez." 

İlker Başbuğ, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin vereceği hükmün sadece usul ve esasla sınırlı kalmamasını isteyerek, "Vereceğiniz hüküm mutlaka üçüncü boyutu içermelidir. O da komplolara ilişkin hususların suç duyurusuna dönüşmesine yönelik olarak yüce mahkemenizin yönlendirici rol oynamasıdır" dedi.  

Savunma amaçlı konuşmadığını vurgulayan Başbuğ, "Burada konuşmamın uygun olduğunu düşündüm, asla savunma amaçlı değildir ve o şekilde algılanmamalıdır. Tarihe not düşmek, kumpasları planlayan ve uygulayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaya yöneliktir" diye konuştu. 

"Neden TSK'ya kumpas?" 

"Kumpaslarla neden Türk Silahlı Kuvvetlerinin hedef alındığının da ortaya konulması gerektiğini" belirten Başbuğ, Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini devraldığı devir teslim töreninde yaptığı konuşmayı hatırlattı.  

Konuşmasında, "Ordunun, özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin temel niteliği olan ulus devlet, üniter devlet, laik devlet niteliğine karşı kayıtsız kalmasını istiyorlar" dediğini aktaran Başbuğ, bu sözlerinin, devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan Anayasa'nın 5. maddesine dayandığını bildirdi.  

İlker Başbuğ, bu maddenin Türkiye'de çok bilinen ve tartışılan bir madde olmadığını belirterek, "TSK devletin anayasal kuruluşudur, devletin korunması gereken temel amaç ve görevleri açısından ilgisiz kalabilir mi?" diye konuştu.  

Türkiye'de "ulus devlet" ilkesinin de anlaşılamadığına, ulus devlette vatandaşların ortak değerlere sahip olması gerektiğine işaret eden Başbuğ, ulus devlet yapısına yönelik iki tehdit bulunduğunu, bunlardan birinin etnik milliyetçilik, diğerinin laiklik karşıtlığı olduğunu ifade etti. 

Başbuğ, Türkiye, Irak ve Suriye'deki Kürtlerin Osmanlı'da bir arada yaşadığına değinerek, Kürt etnik milliyetçiliğinin Osmanlı Kürtlerinin kendi iradeleri dışında Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmesiyle başladığını, bu yapılanmanın Türkiye'yi de etkilediğini belirtti. 

Bu sorunun Türkiye açısından o günden bugüne bir iç ve dış güvensizlik ortamı yarattığını dile getiren Başbuğ, 1984 yılından beri terör örgütü PKK ile mücadele edildiğini hatırlattı. 

Bu mücadelenin her safhasında rol aldıklarına dikkati çeken Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu mücadeleyi milli gücün bütün unsurları kullanılarak yürütülmesi stratejisine dayandırdığını ancak başta ABD olmak üzere uluslararası güç odaklarının PKK'nın etkisizleştirilmesi için siyasi çözümün uygun olacağını her fırsatta dile getirdiğini aktardı. 

"Bu bir terör sorunuydu"

Başbuğ, "Türk Silahlı Kuvvetleri, bunu hiçbir zaman siyasi sorun olarak görmedi, bu bir terör sorunuydu. O zaman siyasi çözümün önündeki engel elbette TSK idi. Öyleyse TSK'nın itibarsızlaştırılması gerekiyordu" dedi. 

PKK terör örgütünün karşı çıktığı ilk şeyin ulus devlet yapısı olduğuna işaret eden Başbuğ, "PKK'nın Türkiye'den isteklerinin başında anayasal reform ile Kürt kimliğinin anayasal tanımlanması gelmektedir. Başlangıçta basit gibi görünen isteğin altında esasen Türkiye'nin iki milletli bir devlete dönüştürülmesi yatmaktadır. Unutulmamalıdır ki ayrı bir millet olması iddiasını ayrı bir siyasal egemenliğe sahip olma iddiası takip eder. Başımızı kuma gömmeyelim. Cumhuriyetin kurucusu Ulu Önder Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletini şöyle tanımlayarak çözümü göstermiştir, (Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir)" diye konuştu. 

Başbuğ, özerklik taleplerine de değinerek, bunun yasama ve yürütmesi ayrı federe bir devlet yapılanmasına işaret ettiğini belirtti. 

Başbuğ, "Boşa hayallere kapılmayın. Eğer Türkiye'den istenen bu ise elbette buna hep karşı olduk, olmaya da devam edeceğiz. Bu nedenle hedef alınacaksak, her zaman hazırdık, hazır olmaya devam edeceğiz, bedeli ne olursa olsun" ifadesini kullandı. 

"İçimizde hala hainler var"

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, 7 Ağustos 2009'da bir karar alarak, suç yerinin Ankara olması nedeniyle "İrtica ile Mücadele Eylem Planı"yla "TSK'yı aşağılama ve hakaret suçu"na ilişkin soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmesini istediğini hatırlatan Başbuğ, şöyle konuştu:

"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı iddia edilen planın birileri tarafından üretildiğini ve bunların amaçlarının ise TSK'ya bir komplo/kumpas kurulması olduğunu bir noktada kabul ediyordu. Komplocular, iddia ettikleri İrtica ile Mücadele Eylem Planı ile girdikleri çıkmazdan çok rahatsızlardı. Medyadaki rüzgar aleyhlerine dönmüştü. Çıkış yolu aradılar. Çözüm, 30 Eylül 2009 günü Savcı Zekeriya Öz'e gönderilen bir ihbar mektubunda bulundu. İhbarcı, mektuba göre bir subaydı. Olabilir, bizim içimizdeki hain subaylar olmasaydı bu komploların bu kadar başarılı olması mümkün değildi. İçimizde hala hainler var." 

Bu konularda ilginizi çekebilir