Başsavcılık, Gül hakkında verilen kararın bozulmasını istedi

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "Kayıp Trilyon" davasıyla ilgili Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının "kanun yararına bozulması" istemiyle Adalet Bakanlığına başvurdu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

ANKARA - Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "Kayıp Trilyon" davasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında verilen "takipsizlik" kararını kaldıran Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının "kanun yararına bozulması" istemiyle Adalet Bakanlığına başvurdu.

Alınan bilgiye göre, Başsavcılık, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği kararla ilgili incelemesini tamamladı.

Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral tarafından hazırlanan başvuruda, şikayetçi Cahit Nalbantoğlu'nun, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yaptığı itirazın geçerli olmadığı kaydedildi.

Başsavcılığın başvurusunda, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında, Anayasal boşluk olduğunun kabul edildiği halde "takipsizlik" kararının kaldırıldığı, dolayısıyla bu kararın usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürüldü.

Başvuruda, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının "takipsizlik" kararını kaldıran kararının, "kanun yararına bozulması" talep edildi.

Adalet Bakanlığı, istemi yerinde görürse Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını, "kanun yararına bozulması" talebiyle Yargıtay'a götürecek. Süreçle ilgili kararı Yargıtay verecek.

Takipsizlik kararı

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "Kayıp Trilyon" davasıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında, "mevcut anayasal sistem gereğince, iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına" karar vermişti.

Kararda, "Cumhurbaşkanının, seçilmeden önce işlemiş olduğu kişisel suçlarından dolayı Anayasada bir hüküm yer almadığı gibi TBMM İç Tüzüğünde de bir düzenlemenin mevcut olmadığı, demokratik rejimlerde Devlet Başkanının dokunulmazlığının kabul gören bir imtiyaz şeklinde oluştuğu" kaydedilmişti.

1982 Anayasasının 105. maddesine göre Cumhurbaşkanının sorumsuzluğunun "esas", sorumluluğunun ise "istisna" olarak getirildiği belirtilen kararda, 1961 Anayasasının 99. maddesi ve 1982 Anayasasının 105/3. maddeleri ile "Cumhurbaşkanının sadece vatana ihanetten dolayı sorumlu tutulabileceğinin", 105/1-2. madde fıkralarında ise "görevi ile ilgili işlemlerden dolayı sorumsuzluğunun düzenlendiği" ifade edilmişti.

Kararda, "Bunun haricinde, Cumhurbaşkanının, Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmesinden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülürse tutulma, sorguya çekilme, tutuklama ve yargılama yollarına maruz kalıp kalmayacağının madde metninde bulunmadığı" belirtilmişti.

Kararda, şunlar kaydedilmişti:

"Anayasanın 148/3. maddesinde belirlenen Anayasa Mahkemesinin 'görev ve yetkileri' başlıklı bölümünde, Anayasa Mahkemesinin; Cumhurbaşkanını, Yüce Divan sıfatıyla yargılaması hususu belirtilmiş ise de görev yönünden düzenlenen bu maddenin 105. maddede belirlenen görev sorumsuzluğu göz önüne alındığında sadece 105/3. maddesinde geçen vatana ihanet suçlamasına ilişkin yargılamayı kapsadığı anlaşılmakta olup, kişisel suçlardan yargılamayı içermediği, bu bağlamda Anayasal sistem içerisinde Cumhurbaşkanının 'vatana ihanet' haricinde kalan bir suçtan dolayı yargılama mercinin de düzenlenmemiş olduğu belirlenmiştir.

Bu açıklamalar ışığında; Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin varsa partisiyle ilişkisinin kesilmesi ve milletvekilliğinin sona ermesi, görevinin özelliğinin doğal gereği olup, milletvekilliğinin sona ermesinin, dokunulmazlık dışında kalacağı anlamına gelmediği, açıkça bu sözcüğün Anayasada yer almamasının, Anayasanın 104. maddesinde sayılan yetkileri kullanan, milletvekillerinden çok daha önemli konumda olan Cumhurbaşkanının dokunulmazlığının bulunmamasının düşünülemeyeceği ve bu hususun olsa olsa etik nezaket gereği ile bu makamın, ülkede sıkıntılar baş gösterdiğinde, oluşan problemleri; ciddi, herkesin inanacağı ve kabul edebileceği şeklinde çözebilecek son makam olacağı düşüncesiyle muhafaza ve koruma düşünceleri altında yapılan, Anayasa koyucunun tasarrufu olarak vücut bulduğu, 1982 Anayasası'nın, 1924 Anayasası düzenlemesinden ayrılarak 105. madde ile yaptığı Cumhurbaşkanının sorumluluğu ve sorumsuzluğu tanımlamasının mutlak olup, başka kanunlar veya diğer dokunulmazlıklar açısından kıyas yoluna açık bulunmadığı, Cumhurbaşkanı seçilinmesinden önce veya sonra görevle ilgili olmayan kişisel suçlardan dolayı Cumhurbaşkanının sorumluluğu ve yargılanması ile yargılama yer, usul ve şekil şartlarıyla zaman aşımının nasıl ve ne şekilde uygulanacağı hususunda hiçbir Anayasal düzenlemenin mevcut olmadığı, Anayasa'nın 105. maddesinin 1. fıkra hükmünden Cumhurbaşkanının vatana ihanet dışında kalan diğer görev suçlarından sorumlu olmadığının açıkça anlaşıldığı halde, kişisel suçlardan dolayı sorumlu olup olmadığı, eğer sorumlu ise yargılamanın nasıl ve ne zaman yapılacağı hususunda açık bir belirsizlik olduğu, tersine yorum tekniği ile vatana ihanet suçu haricinde yargılaması mümkün bulunmayan Cumhurbaşkanının, kişisel suçlarla ilgili doktrinde tartışılan cezai sorumluluğun ise yorumsal kıstaslarla doldurulmasının ve muğlak yargılama teknikleri ve makamları ihdas edilmesinin mümkün bulunmadığı tespit edilmiştir."

Kararda, "Mevcut Anayasal sistem gereğince, Türkiye Cumhuriyeti 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına CMK'nın 172. maddesi gereğince karar verildi" denilmişti.

Sincan 1. Ağır Ceza mahkemesinin kararı

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, "Kayıp Trilyon" davasıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında vermiş olduğu "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" ilişkin kararını itiraz üzerine kaldırmıştı.

Kararda, Gül hakkında "özel evrakta sahtecilik" ve "2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'na" aykırılık suçlarından dolayı soruşturma açıldığı, soruşturma sonunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" karar verildiği anımsatılmıştı. Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararında, şunlar kaydedilmişti:

"Ancak; bu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilirken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yasalar yönünden dokunulmazlığı bulunan ve yasalarda yargılanmaları istisna kabul edilen kişiler ile kıyas yapılarak, şüphelinin Cumhurbaşkanı olması nedeniyle milletvekili ve bakanlara tanınan dokunulmazlığının yasa koyucunun Cumhurbaşkanını da kapsadığı yönünde görüşleri hukuktan yoksun, kanunlara aykırı olduğu açıktır. Kıyasın; kamu hukuku alanında yapılamayacağı, kaldı ki daha önce Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan kişilerin önceden suç işlemiş bulunmalarının doğal olarak yasa koyucular tarafından düşünülemediğinden Anayasa'da bu konuda boşluğun bulunduğu, bunun yerine Anayasa'nın ilgili hükümlerinde değişiklik yapılarak Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan kişilerin Cumhurbaşkanlığı döneminden önceki suçlarına yönelik düzenlemelerin yapılması gerektiği ve Anayasa'daki bu boşluğun kıyas yolu ile değil, hukuki düzenleme ile ortadan kaldırılması hukuki açıdan çok daha uygun olacağından; şüpheli Abdullah Gül hakkında iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurlarının mahkemesince tartışılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hukuka uygun olmayan takipsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir."