Bölgeler arası dengesizlik
Mustafa BULUT / Yrd. Doç. Dr.
Bölgelerarası dengesizlik, her ülkenin beli düzeylerde yaşadığı ve giderilmesi yönünde çabalar harcadığı bir nedenler toplamıdır. Birtakım sorunların ortaya çıkardığı bölgesel dengesizliğin kendisi de, ekonomik ve sosyal açıdan bir takım sorunlar çıkarmaya hazır bir sorunlar dizisidir. İnternet arama motoru Google'da, 31 Aralık 2009 tarihi itibariyle, konuyla ilgili İngilizce sözcükler olan regional development sözcüğü 77.000.000, regional disparity 2.080.000, inter-regional disparity 1.190.000, Türkçe karşılıkları olan bölgesel kalkınma 339.000, bölgesel dengesizlik 56.700, bölgelerarası dengesizlik sözcükleri için de 8.148 sonucun bulunması, konunun yoğun şekilde incelendiğinin kopyasını vermektedir.
Kalkınma iktisadının öncülerinden Ragnar Nurkse, "Bir ülke fakir olduğu için fakirdir" der. İlk bakışta, anlamsız ve düz bir mantığı içerdiği sanılan bu ifade, aslında yoksulluğun kısır döngüsünü yansıtmaktadır. Düşük gelir düzeyi ile başlayan döngü düşük tasarruf ve düşük talep düzeyi, düşük yatırım düzeyi, yetersiz sermaye stoku oluşumu, düşük verimlilik ve düşük gelir düzeyi şeklinde yeniden başa dönmektedir. Başka bir deyişle, sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyini en iyi ortaya koyan milli gelir düşükse, tasarruflar da düşüktür. Düşük tasarruf, beraberinde düşük yatırımı getirir. Düşük yatırım da düşük istihdamı, düşük istihdam düşük bir yaşam kalitesini, düşük bir yaşam kalitesi de geri kalmışlığın kendisini ortaya çıkarır.
Bu gerçeği bölge düzeyine indirgemek de mümkündür. Doğal ortam, iklim, ulaştırma gibi destekleyici unsurlar açısından avantajlı olan bölgeler hızla gelişip kalkınırken, diğer bölgelerdeki üretim faktörlerini de kendilerine çekerek, destekleyici unsurlar açısından fakir olan bölgelerin daha da fakir olmalarına neden olmaktadır.
Sanayi devriminden önce, pek yaşanmadığı için önemsenmeyen, sonrasında, gelişen bölgeler diğerlerini de olumlu etkileyip gelişmelerine ortam sağlarlar düşüncesiyle pek dokunulmayan ve her ülkenin belli düzeylerde yaşadığı bölgesel dengesizlik olgusu, daha sonraları, ciddi sosyal ve ekonomik sorunların habercisi olunca, ülkelerin gündemine, özellikle de, ikinci Dünya Savaşından sonra daha sıkı bir şekilde girmiştir. Büyüme arzusu ile birlikte artan sanayileşme yarışı, ülkeler arasındaki dengesizliğin daha da artmasına neden olmuştur. Sanayileşmede yaşanan süreç, ülkelerin, farklı şekillerde kategorize edilmelerine neden olmuştur. Uluslararası düzeyde gelişmiş, gelişmekte olan ve geri kalmış ekonomiler olarak görülen bu farklılaşma her ülkenin kendi içinde de meydana gelmiştir. Ancak, dengesizlik olarak da adlandırdığımız bu farklılaşmanın düzeyi, ülkelerin gelişmişlik oranlarına paralel olarak ya daha az ya da daha fazladır. Örneğin, gelişmiş ülkelerdeki bölgelerarasında görülen farklılaşma, gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırıldığında daha azdır.
Hızlı nüfus artışı, kırsal kesimden kentlere nüfus göçü, kentleşme, sanayi yatırımlarının ve gelir dağılımının bölgelerarası dengesizliği gibi sorunlar, gelişmekte olan ülkelerin en belirgin göstergeleridir. Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerin farklı sosyo-ekonomik yapıları nedeniyle kullandıkları kalkınma modelleri farklıdır. Bununla birlikte, daha ileri bir ekonomik yapıya geçebilmek için kullandıkları ortak yol sanayileşmedir. Sanayileşme, sadece sosyo-ekonomik yapıda değişiklik yapmakla kalmayıp, sanayileşmenin belli bölgelerde yoğunlaşmasına, bu bölgelerin cazibe merkezleri haline gelmesine ve gelişmesine, kalifiye eleman ve sermayeyi kendine çekmesine, dolayısıyla, diğer bölgelerin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.
Bölgesel kalkınma politikaları, sanayileşmenin belli bölgelerde toplanması sonucu ortaya çıkan dengesizlikleri ortadan kaldırılarak, geri kalmış bölgelerin sanayileştirilip ülke içinde adil bir refah dağılımının sağlanmasını, diğer bir deyişle, bölgesel kalkınma politikaları esas olarak fakirlik kısır döngüsünün durmasını, yani çemberinin kırılmasını amaçlamaktadır. Bölgelerarasındaki dengesizliği gidermek için sanayinin yaygınlaştırılması yolunda ülkeler, genellikle, şu yaklaşımları sergilemektedirler;
. Bölgelerdeki sermaye ve emeğin yoğunluk derecesine göre teknoloji seçilerek, bu yöndeki faaliyetlere öncelik verecek doğrultuda bölgesel kalkınma planlarının hazırlanması,
. Uygun yatırım alanları konusunda, geri kalmış bölgelerin lehine pozitif ayırımcılık yapılması, yatırımcı unsurların, öncelikle, bu bölgelere yatırım yapmalarının sağlanması,
. Yan sanayilerin oluşmasına fırsat veren, modern teknolojiye dayalı, istihdam potansiyeli yüksek, dayanıklı tüketim ve sermaye malları üreten, model olma özelliği taşıyacak sanayilerin kurulması,
. Bölgenin kendine özgü kaynaklarının kullanılmasına olanak verecek yatırımların yapılması,
. Özel sektör yatırımlarının söz konusu bölgelere çekilmesi için vergi ve kredi gibi çeşitli teşvik tedbirlerinin uygulanması,
. Ekonominin dinamoları olarak nitelendirilen KOBİ'lerin kullandıkları teknolojilerinin sürekli geliştirilmesinin sağlanması için teşvik edici düzenlemelerin yapılması,
. Bölgelerarası dengesizlik açısından dezavantajlı olan bölgelerde kurulan organize sanayi bölgelerinin gerek altyapı gerekse üstyapılarının yatırımcıyı çekecek nitelikte olması,
. Bu yörelerin teknik eleman ve kalifiye işçi açığını giderecek mesleki eğitim faaliyetlerinin düzenlenmesi, meslek okullarının eğitim programlarının bölge gerçeğine göre belirlenmesi ve hazırlanması.
Cumhuriyet dönemini baz olarak alırsak, Türkiye'de bölgesel dengesizlik olgusu Cumhuriyetin kuruluşundan, yani 1923'ten beri vardır. O dönemlerde iklim, ulaştırma gibi doğal avantajlarını kullanıp gelişme startı alan bölgelerle, olumsuz doğal koşullara sahip olan bölgeler arasında başlayan dengesizlik, yaşamın her alanında giderek artmış ve bugünkü duruma gelmiştir.
Plansız dönemde başlayan bölgelerarası dengesizliği giderme çalışmalarına, planlı dönemlerde de devam edilmiştir. Büyük iddialarla hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planları'nda konunun önemi vurgulanmış, giderilmesine dönük politikalar belirlenmiştir.
Birinci ve İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarında bölgesel planlama öngörülürken, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda, kalkınmada öncelikli yöreler uygulamasına geçilmiştir.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda geçmiş dönemler eleştirilmesine rağmen, kalkınmada öncelikli yöreler uygulaması benimsenmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun kalkınmasına bu çerçevede çözüm aranmıştır.
Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda tekrar geriye dönülerek, bölge planlaması benimsenmiştir. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda da bölgesel ve yöresel gelişme birlikte ele alınmıştır.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda bölgesel dengelerin sağlanması başlığı altında bölgesel gelişmeye dönük hedefler sıralanırken, kalkınmada öncelikli yöreler uygulaması yine ağırlıklı yer almıştır.
XXI. Yüzyılın ilk Beş Yıllık Kalkınma Planı olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda (2001-2005), "Küresel rekabet süreci, karşılaştırmalı üstünlükler temelinde, yerel uzmanlaşma sürecini hızlandırmaktadır. Yerel girişimcilik, yerel kaynakların harekete geçirilmesi, bilgi ve beceri birikimi ve diğer yerel potansiyellere de bağımlı olarak, belirli sektörlerde uzmanlaşabilen yöreler, dünya ekonomisi içerisinde karşılaştırmalı üstünlük elde edebilmektedir. Bu süreçte; ülkeler arasındaki, ülke içinde bölgeler ve alt bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarını gidermek amacıyla, özellikle AB ve OECD'de, ekonomik ve sosyal farklılıkları giderici politikalar uygulamaya konulmuştur", tespitinde bulunulduktan sonra, "Bölge planlamasının, stratejik bir perspektifle, çeşitli eylem programlarını bütünleştirdiği ölçüde başarılı olacağı görüşü yaygındır. Geçmiş uygulamalar, bölge planlamasının ulusal ve yerel hedeflere ulaşmada vazgeçilmez bir araç olduğunu göstermektedir", denilerek bölge planlamasının benimsendiği ifade edilmiştir.
2007 - 2013 yıllarını, yani içinde yaşadığımız dönemi de kapsayan Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda ise, "Bölgesel gelişme ve yerel kalkınma uygulamalarında yerindenlik esas alınacak, katılımcılık geliştirilecek, kalkınmaya ilişkin kilit paydaşlar arasında ortaklık kültürü oluşturularak uygulamaya yönelik sinerjinin, sahiplenmenin ve farkındalığın artırılması sağlanacaktır. Öncelikle az gelişmiş bölgelerden başlamak üzere sivil toplum kuruluşlarının yerel ve bölgesel kalkınma çabalarına katkı sağlamaları özendirilecektir" ifadesiyle sivil toplum kuruluşları ilk kez bu kadar açık şekilde kalkınma çabalarının içine sokulmuştur. Bu amaç doğrultusunda, Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda, dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye'de de yerel kalkınma girişimlerinin ivme kazandığı belirtilmiş, yerel ve bölgesel kalkınmada kamu, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasında işbirliğini geliştirmek, kaynakların etkin kullanımını sağlamak, yerel dinamikleri ve içsel potansiyeli harekete geçirerek bölgesel gelişmeye yeni bir ivme kazandırmak üzere Kalkınma Ajanslarının kurulacağı ifade edilmiş tir. 2006 yılında da Kalkınma Ajansları kurulmuştur.
Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı, Beş Yıllık Kalkınma Planları arasında "bölgesel kalkınma" ibaresinin en fazla kullanıldığı plan olarak da dikkati çekmektedir.
Şimdiye kadar uygulanan sekiz adet beş yıllık kalkınma planlarıyla coğrafi, tarihsel, sosyo-ekonomik ve kültürel nedenlerle ortaya çıkan bölgelerarası dengesizliği gidermek bir tarafa, azaltmak dahi mümkün olmamıştır.
"Ülke kalkınmasının yolu, bölge kalkınmasından geçer", yaklaşımı hızlı nüfus artışı, yetersiz sermaye birikimi, planlama yetersizliği, siyasi istikrarsızlık ve siyasi kaygılar gibi nedenlerden dolayı istenilen etkinlikte sergilenememiştir.
Kalkınmanın olmazsa olmaz koşullarından olan altyapı yatırımları, istenilen düzeyde gerçekleştirilemediği gibi, gerçekleştirilenlerin aslan payı da yine gelişmiş bölgelere dönük olmuştur.
Cumhuriyet tarihinin en büyük, Doğu'nun makus talihini yenmeye dönük en ciddi proje olarak nitelendirilen GAP'ı, tek kurtarıcı olarak görmek ve sorunların bütünüyle çözüleceği görüşüne katılmak mümkün değildir. Üretilecek elektrik enerjisinin büyük miktarının sanayileşme Batı'da olduğu için Batı'ya gittiği unutulmamalıdır. Sulama boyutuna gelince; tarımın gelişmiş ülkelerdeki ağırlığı, gelişmenin tarımla değil ancak ve ancak sanayi ile olduğunu göstermektedir.
Bugün için, ülkenin doğusu ile batısı arasında, yaşamın her alanında yadsınamayacak ölçüde varolan dengesizlikler, ciddi önlemler alınmazsa ve kararlılıkla uygulanmazsa, gelişme kutupları yüzünden daha da artacak, sosyal ve ekonomik olaylara gebe boyutlara ulaşacak ve birlik-beraberlik kavramı nutuklarda kalacaktır.