Borçlanmayı azaltmak mı sağlıklı hale getirmek mi elzem?
GENCE KAYACIK - Kurumsal Finansman Uzmanı
Sayın Başbakan Yardımcısı’nın “Şirketlerin kredi ağırlıklı değil, özkaynak ağırlıklı bilanço yapısına sahip olmasıyla alakalı yeni bir çalışma başlattıklarına” dair açıklaması çok yankı buldu. Ancak, unutulmaması gerekir ki, Japonya gibi disiplinli bir ekonomi bile bu yolda tam anlamıyla başarılı olamadı.
1990’ların başında Japon varlık balonunun patlamasından sonraki yıllarda, Japon şirketleri için borçlanmayı azaltmak bir “erdem”di. Ağustos 2007’deki global ekonomik kriz ve Mart 2011’deki deprem/ tsunami bu trendi güçlendirdi. Finans sektöründekiler hariç Japon şirketlerinde özkaynak oranı, 1990’ların başındaki %20 düzeyinden %40’a çıktı. Bir başka deyişle; şirketler borçlarını azalttılar.
Yıllarca bilanço yapılarını güçlendirdikten sonra Japon şirketleri borçlarını tekrar artırabilecekleri, büyüme alanlarına borçlanarak yatırım yapabilecekleri noktaya geldiler. Bu noktadan sonrada Japon şirketlerinin işletme sermayesi yapısı özkaynağa çok fazla dayanmaktan borçlanmaya daha fazla dayanmaya yönelmeye başladı. Yani tekrar başa dönüldü.
Bu durumdan çıkarılacak ders; özel sektör borçlanmasının önüne kalıcı şekilde geçilemez, bu yüzden borç piyasalarının sağlıklı işlemesini sağlamak, ve finans sektörü oyuncularının “usulsüzlükleri”nin ve “görevlerini kötüye kullanmaları” nın engellenmesi elzemdir.
Yatırım bankalarının işlemlerindeki usulsüzlükler sonucu Ağustos 2007’de ortaya çıkan global ekonomik kriz dünya ekonomilerini kırıp geçmiş, herkese zarar vermiştir. Kriz öncesi dönemde yatırım bankaları menkul kıymetleştirilmiş (securitized) mortgageların/ kredilerin kalitesi hususunda yatırımcılara düzenli şekilde yanlış bilgilendirmeler yaptılar, işleme konu mortgageların/kredilerin problemli olduğunu – ‘önemli hatalar’ (material defects) içerdiklerini- temerrüde düşeceklerini bilmelerine rağmen bunları birleştirip tahvil halinde yatırımcılara sattılar.
Sonrasında yatırım bankaları sattıkları tahviller hakkında yatırımcıları yanlış yönlendirdikleri suçlamaları hakkında denetleyici kurumlarla anlaşma yoluna gittiler. Verdikleri krediler ve sattıkları tahvillerle alakalı potansiyel sorumluluklardan kurtulmak, kurumlarını ve çalışanlarını muhtemel adli soruşturmalardan bağlaşık tutmak için on milyarlarca dolar ceza ödemeye razı oldular.
Buna ilaveten 10 banka “Libor ayarlamaları” ile ilgili olarak ya denetleyici kurumlarla anlaşmaya vardı ya da denetleyici kurumlarca “görevi kötüye kullanma” gerekçesiyle cezalandırıldı. Bu esnada ABD ve İngiltere’deki savcılar bir düzineden fazla bankacı hakkında adli soruşturma başlattılar.
Geçen yıldan itibaren de, ABD, Asya ve Avrupa’daki otoriteler günlük 9.1 trilyon dolar işlem hacmine sahip döviz piyasasındaki olası usulsüzlükleri, manüpilasyonları araştırmaya başladılar. Temmuz 2014 sonunda bunlara İngiltere’nin Ciddi Dolandırıcılık Bürosu (Serious Fraud Off ice) katıldı. Bu durum döviz piyasasındaki global bazdaki soruşturmanın ciddiyeti hakkında önemli bir göstergedir.
Denetleyici kurumlar ve bankacılar bu soruşturmanın Libor soruşturması kadar büyük hatta ondan bile büyük olacağı ve bunlarla bağlantılı sonuçlar doğurabileceğine işaret ediyorlar. Soruşturmanın başlangıcından beri değişik lokasyonlardaki onlarca bankacı ya kovuldu ya da görevden el çektirildi.
Krizden çıkarılan dersler ışığında, bankacıların olası usulsüzlüklerini önlemek adına böylesine caydırıcı cezalar uygulayan denetleyici kurumlar bunları hala yeterli bulmamaktadır. İngiltere Merkez Bankası (Bank of England), bankacıların ciddi usulsüzlükler içerisinde olmamalarını garanti altına almak için; onların prim ödemelerinin yapılmasını 7 yıla kadar ertelemeyi, primlerin ödenmesinden sonraki 10 yıla kadar bunları geri çağırabilmeyi, ve bankaların usulsüzlükler sonucu zor duruma düşmesi halinde bankacıları hukuki olarak sorumlu tutmayı mümkün kılan yeni düzenlemeleri hayata geçirmeyi planlamaktadır.
Peki TC Merkez Bankası tarafından en son açıklanan “Özel Sektörün Yurtdışından Sağladığı Kredi Borcu” verilerine göre Temmuz 2014’de 209 milyar 99 milyon 327 bin dolar seviyesine ulaşan borcumuzun olduğu şartlar altında biz Türk şirketlerini, yatırımcılarını ve profesyonellerini bu yabancı bankaların ve bankacılarının “medeni-gayrimedeni eylemleri”ne karşı korumak için hangi önlemleri alıyoruz? Hiç, çünkü biz hala “yumuşak karnımız” olan sorunun varlığını görmezden geliyoruz.