“Büyümüşüz, ama biraz kalitesiz olmuş!”

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Prof. Dr. Öner GÜNÇAVDI / İTÜ İşletme Fakültesi

Ekonomik büyüme performansı, on yılı aşan AKP iktidarında en az tartışılan konulardan biridir. Elverişli bir dünya konjontüründe, siyasi istikrarın da etkisiyle, geniş toplumsal kesimleri kucaklayan yüksek büyüme oranları, AKP iktidarının kamuoyundan destek görmesini sağlamıştır. Son yıllarda görülen düşük performansın nedeni ise büyük ölçüde dış faktörlere atfedilmiş; ancak iktisadi büyüme için AKP hükümetlerinin geçtiğimiz on yıl boyunca yaptığı sektörel tercihler tartışmaya açılmamıştır. Kısa süre önce Ali Babacan’ın konuşmasıyla yaptığı bir özdeğerlendirme ekonomi gündeminde bu konuyla ilgili yeni bir sayfa açmış ve “büyümenin kalitesi” temalı bir tartışmanın başlamasına vesile olmuştur.

Konuşmasında sürdürülebilirlik konusuna da değinen Babacan, büyümenin finansmanının önemine dikkat çekmiş ve dünya mali piyasalarında meydana gelebilecek olası bir daralmanın Türkiye gibi gelişmekte olan birçok ülkenin büyüme performanslarını olumsuz etkileyeceğini ifade etmiştir. Tabii konuya sürdürülebilirlik açısından bakıldığında, Sayın Bakan’ın da hükümette yer aldığı son on yıldaki kaynak-kullanım tercihlerinin Türkiye ekonomisini nasıl bir yapısal dönüşüme sürüklediğini merak etmemek elde değil.

Büyüyen bir ekonomide olumlu dış konjonktürün varlığı, siyasilerin kaynak kullanım tercihlerini yaparken, sürdürülebilirlik konusunda herhangi bir endişeye kapılmalarını bugüne kadar geçiktirmiştir. Bugünlerde, müzmin şekilde cari açık veren Türkiye ekonomisinin, ancak dış finansman imkânlarındaki daralma ile kendi mali kaynaklarını yaratabilme kabiliyeti sorgulanmaya başlamıştır.

Dünya mali piyasalarından borçlanmakta sıkıntıya düştüklerinde ülkelerin başvurabilecekleri tek seçenek kendi üretim kabiliyetlerini geliştirmek ve bu yolla elde edebilecekleri döviz gelirlerini arttırmaktır. Ancak döviz geliri elde edebilmek, üretilen malların dünya ekonomisinin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte olmasını gerekli kılar. Dünya ekonomisi için yapılacak ve uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek üretim, kaynak sıkıntısı çeken bir ekonomi için son derecede elverişli ve dahası üretim odaklı bir döviz kaynağı olacaktır. Bu itibarla Sayın Bakan’ın konuşması değerlendirilirken, son on yılın büyüme performansının ülkenin üretim odaklı döviz kazanma kabiliyetine yaptığı katkıyı sorgulamak gerekmektedir.

Ancak bununla birlikte, on yıldır siyasi iktidarın vesayeti altında şekillenen ve giderek Türkiye’ye özgü bir nitelik kazanan kaynak-kullanım tercihlerimizin de son günlerde ortaya çıkan büyümenin kalitesi ile ilgili tartışmaların merkezine alınıp, sorgulanması gerekmektedir. Siyasetin etkisiyle şekillenen kaynak-kullanım tercihlerinin üretim yapımızda yol açtığı çarpıklıkları tartışmak, bugün maruz kaldığımız finansman sıkıntılarını aşabilmemiz açısından da değerlendirilmesi son derecede gereklidir.

Son on yılda şekillenen üretim yapısı

Son on yıldaki siyasi tercihlerle ortaya çıkan kaynak-kullanım tarzının, bizi nasıl bir üretim yapısı ile karşı karşıya bıraktığını anlamak için önce gayri safi yurtiçi hasılayı (GSYİH) oluşturan iktisadi faaliyetlerin bileşenlerine bakılmalı; ardından bu faaliyetlerin ülke ekonomisine döviz kazandırma kabiliyetleri itibariyle tasnifi yapılarak, zaman içinde ne yönde geliştikleri incelenmelidir.

TÜİK’in sabit fiyatlarla GSYİH’ın hesabında yer alan tarım, madencilik ve imalat gibi yerel üretim faaliyetleri, hem yerel ihtiyaçları hem de uluslararası ticaret yoluyla dünya ihtiyaçlarını giderebilecek niteliktedir ve bu sebepten dolayı ticarete-konu-olan mal üreten iktisadi faaliyetler olarak nitelendirilirler. Bu faaliyetler, uygun piyasa koşulları altında ihracata yönelebilir ve bu şekilde ülke ekonomisinin döviz kazanmasına katkı sağlayabilir. Bu faaliyetlerinin büyümesi önündeki en önemli kısıt uluslararası rekabettir. Eğer yerel düzeydeki üretim dünyadaki rekabet koşullarında yapılamıyorsa, bu üretim ihracat şöyle dursun ithalat yolu ile tehdit altına girebilir. O yüzden salt yerel ihtiyaçları karşılamak amaçlansa bile, bu üretim faaliyetlerinin dünya piyasalarındaki rekabetçi koşullara göre yapılması zaruridir.

Öte yandan inşaat, ulaştırma, iletişim, ticaret, eğitim, sağlık, finansal hizmetler, konut sahipliliği, elektrik, gaz, su ve benzeri dağıtım hizmetleriyle ilgili üretim faaliyetleri ise, çoğunlukla ülke içindeki ihtiyaçları karşılamak üzere yapılır ve daha ziyade yerel niteliktedirler. Fiziki özellikleri itibariyle, uluslararası ticaret yoluyla dünya ihtiyaçlarını karşılamak üzere mübadele edilemezler ve bu sebeple ticarete-konu-olmayan mal üreten iktisadi faaliyetler olarak adlandırılırlar. Bu faaliyetlerin ülke ekonomisine döviz kazandırma kabiliyeti son derecede sınırlı olduğu gibi, uluslararası herhangi bir rekabet tehdidi altında da değildirler.

Bu üretim faaliyetlerinin birbirlerinden bir başka önemli farkı daha bulunmaktadır. O da, dış rekabet tehdidi altında olmayan yerel nitelikli üretim faaliyetlerinin, hükümetlerin kaynak-kullanım tercihlerinyle kolyaca yönlendirilebilmeleridir. İktisadi büyümeyi arzulayan hükümetler, özellikle dış rekabet kısıtı sebebiyle ihracatta güçlük çektikleri dönemlerde, yerel üretim faaliyetlerini arttırarak kolay yoldan büyümeyi sağlayabilirler. Böyle bir büyüme sadece yerel nitelikte kısıtlara tabidir ve finansman kısıtı bunlardan en önemlisidir. İşte, “kalitesiz büyüme” denildiğinde bizim anladığımız anladığımız bu taz büyümedir.

AKP iktidarının son on yılında büyümeye kaynaklık eden her iki iktisadi faaliyetin toplam üretim içindeki paylarındaki değişim miktarları Şekil 1’de gösterilmektedir. Paylardaki bu değişimlere bakıldığında, yerel nitelikteki ticarete-konu-olmayan iktisadi faaliyetlerin toplam içindeki paylarının, 2003 sonrası dönemde artışlar gösterdiği; öte yandan, global nitelikte olan ve ülkeye döviz geliri sağlayabilecek nitelikte üretimin yapıldığı faaliyetlerin ise, bu döneminde payının azaldığı anlaşılmaktadır. Bu dramatik sonuçlar, Türkiye ekonomisinde 2003 sonrası yakalanan büyüme ivmesinin daha çok yerel nitelikli iktisadi faaliyetlerle temin edildiğini göstermektedir. Bu, elbette ekonominin döviz geliri yaratabilme kabiliyetinin düşmesine, beraberinde ekonominin borçalanmaya ve bunun için de uluslararası sermaye akımlarına bağımlılığının artmasına neden olmuştur.

Son pişmanlık fayda etmez!

Son on yılın elverişli dış konjonktürü altında yapılan kaynak-kullanımının, dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi arttırıcı ticarete-konu-olan üretim faaliyetlerinin teşvik edilmesinde değil; aksine giderek ayrışmasına neden olacak ticarete-konu-olmayan faaliyetlerin arttırılması yönünde yapıldığı görülmektedir. Kısa dönemde siyasi kazançları yüksek olsa da, uzun dönemde ekonomiyi büyük sıkıntılara sokacak bu tarz kaynak-kullanım tercihi, bugün Ali Babacan’ı rahatsız etmiş gibi görünse de, bu durum onun da içinde bulunduğu bir siyasi kadronun uygulamaları neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu sebepten dolayı, Sayın Bakan’ın dikkat çekmeye çalıştığı büyümenin kalitesi ile ilgili vurgu, bir bakıma geçmişe yönelik duyduğu bir pişmanlığın ve kaçırılmış fırsatların göstergesi olarak anlaşılmalıdır.

 

Bu konularda ilginizi çekebilir