Dayatmalar toplumdaki gerilimi tırmandırıyor

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç "Kendi doğruları dışında, öteki önerilere kapılara kapatmak, siyaset kurumlarının Anayasa’yı değiştirme konusundaki samimiyetleri de sorgular hale getirir" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

ANKARA – Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, yeni Anayasa yapım sürecinin yakından takip edildiğini belirterek, siyasi partilerin tartışılmasını dahi istemedikleri kırmızı çizgi önerilerinin, sürecin oldukça yavaşlamasına neden olduğunu savundu. Kılıç, "Müzakere imkanlarını zorlayarak, yeni öneri ve çözümler getirilmedikçe sürecin devamı tehlikeye girecektir" dedi. 

TÜSİAD, 2013 yılının ilk Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nı Ankara’da gerçekleştirdi. Toplantıya, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu, AK Parti milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri katıldı. 
Konsey toplantısına, onur konuğu olarak katılan Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç, yaptığı konuşmada, olağanüstü koşullarda yaşamanın alışkanlık haline geldiği yeni bir sürece girildiğini ifade ederek, yeni bir Anayasa yapım sürecinin hep birlikte yakından takip edildiğini kaydetti. Siyasi partilerin tartışılmasını dahi istemedikleri kırmızı çizgi önerilerinin, sürecin oldukça yavaşlamasına neden olduğunu belirten Kılıç, "Müzakere imkanlarını zorlayarak, yeni öneri ve çözümler getirilmedikçe sürecin devamı tehlikeye girecektir. Toplumda yeni bir Anayasa konusunda ortaya çıkan bu güçlü irade ve isteğin karşılıksız kalmasının yaratacağı travma, sorunlara karşı ilgi ve duyarlılığı son derece azaltacaktır. Kendi doğruları dışında, öteki önerilere kapılara kapatmak, siyaset kurumlarının Anayasa’yı değiştirme konusundaki samimiyetleri de sorgular hale getirir" dedi. 

"TOPLUMU DAYATMALARLA KARŞI KARŞIYA BIRAKMAK GERİLİMİ ARTTIRACAK"

Çözümsüzlükte direnmenin taraflara olan sempatiyi ve ilgiyi azaltacağını belirten Kılıç, hayatın içine giremeyen, pratikleri anlayamayan siyaset kurumlarının çözüm üretemeyeceği için siyasi kayıtlardan da çabuk düşeceğini vurguladı. Önemli olanın yapılacak Anayasa’nın yüksek bir katılımla kabulünü sağlayacak ortak projelerin üzerinde yoğunlaşmak olduğuna dikkat çeken Anayasa Mahkemesi Başkanı, sözlerine şöyle devam etti: 
"Toplumu çoğunluğun veya azınlığın dayatmalarıyla karşı karşıya bırakmak gerilimi arttıracağı gibi, diyalogların kopmasına, sorunların daha da derinleşmesine neden olacağı açıktır. Müzakere yapılmaması, yeni öneriler üretilmemesi, çoğulcu bir deneyimle oluşacak uzlaşma yerine, çoğunluğun istekleri yönünde meşruiyet zemini daralmış yeni birliktelikler doğuracaktır. Demokratik bir sistemde bu oluşumlar, şüphesiz geçerlidir. Ancak bu yol özlenen ve temenni edilen geniş tabanlı bir yöntem olmadığından tartışmaları dindirmeyecektir. Sonuçta toplumun bir bölümüne Anayasal sürece katılma onurundan yoksun bırakıldığı hissi yaşatılacaktır. Bu dışlanmışlık hissinin de toplum barışını olumsuz etkileyeceği kuşkusuzdur. Azınlıkta kalan kesimlerin, temel haklarının da sayısal üstünlüklere bırakılmaksızın demokrasinin ve hukuk devletinin teminatı altında olduğu unutulmamalıdır." 

-"YENİ ANAYASA İLE KURUMLARIN ÖZGÜRLÜK ALANI GENİŞLETİLMELİ"- 

Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmaya demokrasinin, laikliğin, sosyal hukuk devleti ilkelerinin gözardı edildiği eleştirilerinin geldiğini anımsatan Kılıç, Anayasa’da yazılı olan Cumhuriyetin ve ona bağlı niteliklerin tek amacının, onurlu bir insan, onurlu bir millet ve onurlu bir devlet yaratmayı hedeflediğini ifade etti. Kılıç, "Bu amaç sebebiyledir ki, Anayasamızda değiştirilemez kurallar olarak yerini almıştır. Uzlaşma Komisyonu’nda da hiçbir partinin bu ilkelerin değiştirilemez yolunda öneride bulunmaması, toplumumuzun geldiği aşamanın bilinçli bir tercihidir. Yasamanın, yürütmenin ve özellikle de yargı organlarının bazı kesimlere imtiyaz sağlayan yanlış anlayış ve uygulamaları ciddi sorunların yaşanmasına yol açmıştır" dedi. Anayasa’da belirtilen değerlerin toplumdaki tüm farklılıkları barış içinde, bir arada yaşatan insan onuruna güvenli bir alan sağlayan ve sorun çözme niteliği oldukça yüksek ilkeler olduğunu ifade eden Kılıç, uygulamadaki yanlışlıkların toplumdaki ayrışmanın ve kutuplaşmanın kaynağı olduğunu dile getirdi. Yeni Anayasa’nın odak noktasını oluşturacak insanlık onurunun, "Anayasa’nın tüm hükümlerinin rafine edilmiş özeti" olacağını, bu kavramın içinde barındırdığı temel hak ve özgürlüklerin, adalet ve barış gibi üç ana ilke üzerinde yüceleceğini kaydeden Kılıç, şunları söyledi: 
"Düşünceyi ifade, dini inanç ve kanaat özgürlükleriyle mülkiyet hakkı kişilerin doğuştan sahip olduğu, devredilemez, özü zedelenemez, örselenemez en temel değerler olup insanlık onuru da bu değerlerin yaşadığı ana rahmidir. En zorlu toplumsal çalışmalar, belirtilen özgürlüklerin sınırlarında cereyan etmektedir. Bu önemi nedeniyle yeni Anayasa’da özgürlüklerin sınırları, keyfi yorumları dışlayacak biçimde açık ve net olarak belirtilmelidir. Ayrıca her konu Anayasa’ya taşınmadan, Anayasa’yı yorumlayacak olarak kurumlara özgürlük alanını genişletecek uygulama imkanı verilmelidir." 

-"HUKUK DEVLETİNDE MAHKEMELER EMİR VE TALİMATLA ÇALIŞMAZ"- 

İnsan olma şerefinin neyi düşüneceğine, neye inanacağına ya da nasıl bir hayat tarzını seçeceğine kendisinin karar vermesinin zorunlu kıldığını kaydeden Kılıç, kamu gücünün bireysel tercihleri sorguladığı dönemlerin, hatırlanmak istenmeyen karanlık dönemler olduğunu belirtti. Kılıç, farklı olmanın bir hak olduğuna, bu hakkın da demokrasilerden önce yaratıcı tarafından insanlara bahşedilmiş üstün bir değer olduğuna dikkat çekti. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin farklılıkları, kendi varlığının teminatı olarak gördüğünü söyleyen Kılıç, "Yapılacak şey açıktır, düşünceyi ifade ve dini inanç ve kanaat özgürlükleri başta olmak üzere, temel hakların önündeki evrensel uygulamalarla örtüşmeyen engeller, devletin onarıcı ve düzeltici anlayışı ışığında yapılacak düzenlemelerle ortadan kaldırılmalıdır. Özellikle yargı organlarının, Anayasa’nın 90. maddesi evrensel değerlendirmelerle bu engelleri aşma zorunluluğu vardır. Bütün bunlar eşit, özgür ve onurlu insanların yaşadığı onurlu bir devleti oluşturmak içindir" diye konuştu. 
Her türlü kaygı ve endişeden uzak yaşamın asıl güvencesinin, bağımsız ve tarafsız bir yargı olduğunu vurgulayan Kılıç, hukuk devletinin merkezindeki figürünün yargıçlar ve mahkemeler olduğunu söyledi. Hukuk devletinde mahkemelerin emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve husumet duygularıyla yönlendirilemeyeceğini ifade eden Kılıç, yargıcın iç ve dış dünyasından gelen etkilere karşı durmak zorunda olduğunu bildirdi. Ezel inançlarını, siyasi görüşlerini ve ideolojik yapılarını kararlarına taşıyan yargıcın kararsızlık sorunu olduğunun altını çizen Kılıç, bu tavırdaki hakimlerin, yargı güvencesini topluma hissettiremeyeceğini belirtti. Kılıç, "Bize yakın ya da ötekine yakın hakim ve mahkeme ayrımının söyleme dönüşmesi, hukuk devletine verilebilecek en kötü haberdir. Yargıç, verdiği kararlarıyla öncelikle mağduru, daha sonra toplum vicdanını ve arkasından sanığın vicdanını rahatlatmak zorundadır. Mahkemeler, zor zamanlarda ve zor davalarda hukuki ve vicdani kanaatini dış dünyadan gelecek baskılarla iç dünyasındaki öznel duygularına boğdurmadan kararını verebilme direncini sergileyebilirlerse hukuk devletinin varlığından söz edilebilir" dedi. 

-"HUKUK GÜVENLİĞİ, HER TÜRLÜ KEYFİLİĞİN KARŞISINDA DURAN BİR TEMİNAT"- 

İnsanların onurlu bir hayat yaşayabilmesi için hukuk devleti anlayışının hakim olduğu bir devlete ihtiyacı olduğunu kaydeden Kılıç, evrensel ilkelerin ağırlıklı olarak uygulandığı, tüm eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi tutulduğu, insan haklarına dayanan, hukukun üstünlüğünün ve anayasanın mutlak egemenliğinin var olduğu bir devletin, hukuk devleti olarak tanımlandığını söyledi. Hukuksal güvenliğin, öngörülebilirliğin, açıklığın, şeffaflığın hukuk devletinin en temel özelliklerinden olduğunu vurgulayan Kılıç, şöyle konuştu: 
"Adalet sisteminin topluma sunduğu hizmetin bir sonucu olan hukuk güvenliği seviyesi hukuk devleti niteliğinin değişmez ölçüsüdür. Zira hukuk güvenliği, her türlü keyfiliğin karşısında duran bir teminat olarak görülmektedir. Aslında, hukuk devletinin toplumun değerleri ile kavga etmesi düşünülemez; çünkü bu değerlerin bir taraftan koruyucusu, diğer taraftan yok edicisi olamaz. Hukuk devletinin odağında esas itibariyle iktidarın sınırlandırılması vardır. Kamu gücü kullananlar da tıpkı vatandaşlar gibi, hukuksal ilkelerle kuşatılmıştır. Böylece, insanların hak ve özgürlükleri güvence altına alınmakta, adil bir hukuk düzeninde onurlu yaşam sürdürülmüş olmaktadır. Her türlü kaygı ve endişeden uzak bu yaşamın asıl güvencesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemidir. Bu nedenle hukuk devletinin merkezindeki figürü ve anahtar kişisi yargıçlardır, mahkemelerdir." 
Yargının geçmişteki siciline bakıldığında hak ihlallerini ortadan kaldırma yerine, doğrudan bu ihlallerin sebebi olduğunu söylemenin çok abartılı bir tespit olmayacağına dikkat çeken Kılıç, Türkiye’den AİHM’ye yapılan başvuruların çokluğunu anımsattı. AİHM’nin önünde 120 bin dava olduğunu, bunlardan 18 bininin Türkiye’den yapıldığını belirten Kılıç, Anayasa’nın 90. maddesinin yargıçlar tarafından yeterince kullanılamamasını eleştirdi. Anayasa Mahkemesi’ne 5 bin civarında bireysel başvuruda bulunulduğunu kaydeden Kılıç, birinci sırada adil yargılanma hakkının bulunduğunu bildirdi. Kılıç, AİHM’nin yeni bir karar aldığını ve artık Türkiye’den yapılan başvuruların Anayasa Mahkemesi’nin denetimden geçmeden kabul edilmeyeceğini dile getirdi. 

-"KURUMLARIN ÖZELEŞTİRİ YAPMA CESARETİNİ GÖSTEREBİLMESİ GEREKİR"- 

Kurumların özeleştiri yapma cesaretini gösterebilmesi gerektiğini vurgulayan Kılıç, sözlerine şöyle devam etti: 
"Yaşatılan travmaların, demokratik hayata ve hukuk devleti anlayışına olan olumsuz etkilerinin bilançosunu çıkartmak zorundayız. Kuşkusuz, Anayasa’ya ya da yasalara yazılacak olanlar çok önemlidir. Ancak, bundan da önemlisi, yazılanları uygulayacak olanların ne anladığıdır. Sorunların temel kaynağı yasama, yürütme ve yargı dünyasının kuralları uygulamaları sırasında sebep oldukları hak ihlalleridir. Bu ihlallerin sonuçları ve toplumsal karşılığı önemsenmelidir. Geçmişte siyasi partilerin kapatılması için açılan davalar da, Anayasa Mahkemesi’nin ortaya koyduğu iradeye, çağdaş bir hukuk devletinde yer bulmak mümkün değildir. Kapatma davası açmakla korkutanlar, ya da açanlar, kapatanlar, kapattıranlar, Türkiye’nin geldiği noktayı iyi analiz etmelidir. Kapatma ve yasaklar bu korkulardan kurtulmaya yetmemiştir. Tam aksine yasaklar yaşatılan kesimler daha da güçlenmekle kalmamış, verilen kararlarla toplum kesimleri arasındaki çatlağın derinleşmesine katkı sunulmuştur. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve laiklik ilkelerine yüklenen çağ dışı anlayışların, bugünkü tabloyu ortaya çıkardığını cesaretle söyleme erdemini göstermeliyiz. Hukuk devletinin vaat ettiği özgürlüklerden mezar sessizliğini anlamıyoruz. Bilakis, demokratik sistemin çoğulcu ve katılımcı nitelikleri farklılıkların sesli yaşamasını zorunlu kılıyor. Demokratik sistem yalnızca ilgi uyandırmayan, tedirgin etmeyen düşüncelere değil, tersine, toplumu inciten, sarsan görüşlerin sergilenmesine izin verdiği için rejimlerin en yüreklisi olarak tarif edilmiştir. Bu seslerin sınırı terör, baskı, şiddet ve hakaret yolunu seçmemektir. Bu sınırlar içinde kalan sesler, demokratik hukuk devletinin bağışıklık sistemini güçlendireceği gibi farklılıkların bir arada yaşama iradesini de olumlu şekilde etkileyecektir." 

-"HANGİ SİSTEMİN İSABETLİ OLDUĞU KONUSUNDA YORUM YAPMAK BİZLERE DÜŞMEZ"- 

Yeni anayasa yapım sürecinde en çok konuşulan ve tartışılan konulardan birinin, hükümet sisteminin nasıl olacağı üzerinde yoğunlaştığını belirten Kılıç, özgürlüklere tehdit oluşturması bakımından, bir kişinin sınırsız iktidarı ile çoğunluğun sınırsız iktidarı arasında özde bir fark olmadığını söyledi. Yürütme organının parlamento üzerindeki vesayet sorununu çözmediğini ifade eden Kılıç, "Yeni anayasa çalışmalarında gündeme gelen başkanlık sisteminin de bu sorunu çözmek için güçlü, istikrarlı bir yürütme organını tesis etmek amacıyla önerildiği açıklamalardan anlaşılmaktadır. Hangi sistemin isabetli olduğu konusunda yorum yapmak konumumuz gereğince bizlere düşmez. Bu yetki, halkın vekaletini teslim ettiği Parlamento’nun takdir alanı içindedir. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin, siyasi bir belge olan anayasa ya dayanarak, yine siyasi bir ürün olan kanunların uygunluk denetimini yapıyor olması, onun anayasal projeler ya da sorunlar karşısında kayıtsız kalması gerektiği sonucunu doğurmaz. Önemli olan yerindeliğin takdir edilmesi gibi bir yanlışlığın yapılmamasıdır" dedi. 

-"CUMHURBAŞKANINI HALKIN SEÇİLMESİNİN KABULÜYLE PARLAMENTER SİSTEMDEN BİRAZ DAHA UZAKLAŞILDI"- 

1982 Anayasası ile Cumhurbaşkanının yetkilerinin oldukça arttırıldığını anımsatan Kılıç, 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesinin kabul edilmesiyle parlamenter sistemden biraz daha uzaklaşıldığını belirtti. Sorunun, Cumhurbaşkanını seçim yönteminden ziyade, sahip olduğu aşırı yetkilerin çift başlı bir yönetim doğuracağı kaygısından kaynaklandığına dikkat çeken Kılıç, mevcut sistemde Anayasa’dan bazı eklemeler veya çıkarmalar yaparak endişeleri giderme çabalarının yeni sorunların doğmasına neden olabileceğini bildirdi. 1982 yılında kişiye dönük özel tasarım sonucu Cumhurbaşkanlığını ortaya çıkaran Anayasa’nın, sorun kaynağı olmaya devam ettiğini kaydeden Kılıç, şunları söyledi: 
"Amaç, kesin sınırlarla birbirinden ayrılarak güçlü, istikrarlı bir yönetim oluşturmak ve bireylerin hak ve özgürlüklerinin teminat altına alındığı güvenli bir hukuk devleti oluşturmaksa, bu iyi niyetin toplumda her zaman karşılığı vardır. Ülkede yaşanan uzlaşma ve hoşgörü kültürü, radikal söylemlerin taraflar üzerinde yarattığı yüksek iman ve inatçılık ruhu, etnik, dinsel ve mezhepsel konulardaki farklılıkların derinlik ve keskinliği, demokratik kazanımlar, seçim sistemlerinin etkileri, siyasal partilerin ihtiyaç duyduğu disiplin anlayışı, tercih edilecek hükümet sisteminin başarısı üzerinde doğrudan etkili olacak sosyal gerçeklerdir." 

-"GERİLİMİN BESLEDİĞİ İNATÇILIK RUHU, İNSANLARI TARAF OLMAYA ZORLAMAKTA"- 

Seçim sistemi ile Siyasi Partiler Kanunu’ndaki yetersizliklerin hükümet sistemi arayışlarını zorladığını ifade eden Kılıç, yeni Anayasa projesinin olumsuz sonuçlanması durumunda, kanunlarda yapılacak değişikliklerle kuvvetlerin ayrılmasını olumlu şekilde etkileyecek çözümler olduğunu ve kullanılması gerektiğini savundu. Hükümet sistemlerinin türü ne olursa olsun, yargı gücünün diğer organlar karşısındaki bağımsızlığı olmazsa olmaz gereklilik olduğunu vurgulayan Kılıç, bağımsızlık ve tarafsızlık sorunu olmayan güçlü bir yargı organının, hükümet sistemlerinin başarı şansını çok yükselttiğini, uygulanan çağdaş sistemlerde görülebileceğini söyledi. 
Kılıç, temsil esaslı demokrasiden, referandum esaslı demokrasiye doğru, güçlü bir eğilimin yaşandığı günümüz dünyasında, önemli sorunların çözümünde sık sık halka başvurularak, siyasi krizlerin çözümünde yardım alınmasının, halkın kuvvetler üzerinde doğrudan denetiminin hayata geçmesini sağlamış olacağını belirtti. 
Kurulan parlamenter rejimlerin, her dönemde kendisini yok edecek sanal korkular üreterek, ayakta kalmaya çalıştığını, böylece güçlü bir siyaset kültürünün oluşmasına imkan verilmediğini söyleyen Kılıç, "Gerilimin beslediği inatçılık ruhu, insanları taraf olmaya zorlamakta, yanlış da olsa, mahallesinin doğrularını inatla savunmaya mecbur bırakmaktadır. Sorunlara ya da önerilen çözümlere, heyecan verici tavırlarla meydan okumak taraftar bağlılığını güçlendirmekte ancak, ilgililerin bir araya gelerek diyalog ve uzlaşma iradelerini zayıflatmaktadır. Gerilim, öfkeyi, öfke de nefret söylemini beslerken, diyalog ve uzlaşma zeminini kaybediyoruz. Nefret ve çıkar kültürünün sarmalından toplumun ruh dünyası zarar görmektedir" diye konuştu. 

-"BAŞKALARININ HAKLARINA SAHİP ÇIKMAK BİR İNSANLIK ERDEMİ"- 

Hakaret davalarının fazlalığının, tehlikenin boyutlarını gösterebilecek kadar arttığını söyleyen Kılıç, şiddete ilişkin endişelerini dile getirdi. Nefret söylemlerinden kurtulmak zorunda olunduğuna dikkat çeken Kılıç, şöyle konuştu: 
"Özerk alan içindeki hayat tarzlarına yapılan müdahalenin yarattığı hak ihlalleri insan onurunda kapanmayan yaralar açmıştır. Siyasi ve sosyal tarihimiz, etkileri yıllarca sürmekte olan anlamsız, gereksiz, sonuç doğurmayan, hayali korku ve endişe yüklü düşüncelerle toplumun bazı kesimlerinin hayat tarzlarına yapılan müdahalelerin izleriyle doludur. Bunlara yeni halkalar eklemek yorgun vicdanları daha da yoruyor. Toplum vicdanı ikna edilmeden atılan adımlar, demokratik hukuk devletinin sicilini bozmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Bu gerçeklerden ders almadan kamu gücünü kullananların, sınırları belirsiz tasarruflarla hak ihlaline sebep olması kabul edilemez. Başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilen insanların yükünü paylaşmak onurlu insan refleksinin doğal bir sonucudur."