Denizli’de artık makine sesi duyulmuyor

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Betül KULAKLI AĞANOĞLU / Denizli Belediyesi İl Meclis Üyesi

Eşe dosta anlatılamayanlar kaleme dökülür,

Yürek kaleme bürünür

Sanırsam kalem yürek olur...

Kalem "bu hafta üretim aşkı dedi; üretim aşkı makinelerin sesidir, bu ses kalbin ritmidir" dedi..

Oysa bu ritim dünyanın çok ülkesinde, Türkiye'nin çok şehrinde, şehirlerden Denizli şehrinde artık duyulmuyor...

Üretimin aşk olduğu, hiçbir zorluk tanımadığı, uğruna dağların taşların aşıldığı, her fabrikanın ayrı bir hikayeyle doğup ayrı bir üretim aşkıyla büyüdüğü, her bebeğin tekstilci geniyle dünyaya geldiği Denizli, şu yaz sıcağında magazinler sıcak sıcak plaj haberleri ile doluyken "üretemiyorum artık" diye sıcak ama hep olageldiği üzere sessiz gözyaşları döküyor...

Üretimi rakam rakam yazmak daha kolay, ama zor olan yanı bu sevda; hani "biz üretemezsek ne işe yararız" ödevi ile her sabah uyanan bu şehri yazmak daha sancılı...

Sancılı yıllar bu şehri kağıt üzerinde okuyanlara belki hiç anlam ifade etmedi, birileri kağıt üzerinde makine sesinin ne anlama geldiğini bilmeden rakamları dizerken, makinesinin başında insanlar gözyaşlarını dizdiler.. Global krizden çok önce yaklaşık 4-5 sene önce kriz sinyallerini vermişti. "Kapatın fabrikalarınızı, başka iş yapın" dendiğinde bile ihracatçı daha bir özlemle dönmüştü fabrikalarına "iş başa, laf arkaya" diyerek...

Oysa şimdi işveren ve işçinin üretim zamanında da üretimsizlikte de bir aile olduğunu sadece bu toprağın tarihini, kokusunu, hayallerini bilenler hissettiler..

İşçi geldiğinde boynu bükük "işim yok", işveren de boynunu büktü; "derdimiz aynı."

İşçi geldiğinde boynu bükük "param yok" işveren de boynunu büktü; "derdimiz aynı"

Zamanında en fazla vergi veren Türkiye'nin 4. büyük ili Denizli'den geliyor bu haykırışlar; işsizlik boyutu %10.

Makinelere demir yığını değil, aileden, tarihten beri el dokuma tezgahlarına gelin kız muamelesi yapılırken, bu şehirde milyon dolarlık makinelerle teknoloji kaleleri yaptık zannederken, kumdan kale kadar bile değeri olmayan hale geldiler..

Toprağı kazsan kaç kat altından M.Ö'nün 2000'li yıllarından kalma esnaf locaları çıkan bu şehirde ticaretin durduğu noktadır..

İşte böyle yazmıştım bu yaz sıcağında, magazin haberleri Denizli'den bahsetmeyecek kadar doluyken kriz her yerden farklı olarak "Denizli'yi güm diye vurdu" demiştik.

Marka olmuş Denizli, sesini dünyaya duyurmuş Denizli, hiç inanılmayası, hiç olmayası bir şekilde sesini Ankara'ya duyuramamanın sancılarını yaşadığı noktadadır.

Bu şehir sesi olmayışından değil, edebinden susmuştur; üretimin, kavgalarla hiç vakit kaybetmeyi sevmeyişinden susmuştur.

"Her şeye rağmen üretim ve istihdam" diyen bu şehir son ana kadar sabretmeyi efendilik bilmiştir.

Duayenemiz, Esat Sivri'nin yüzünü eğdiği fotoğraf da efendiliğin sembolüdür. Milliyetteki bu fotoğrafı gördüğümde ünlü Evita müzikalinin "Don't cry for me Argentina" şarkısı TV'de çalıyordu; ve "kaldır "Esat amca başını, sen şerefle indirdiğin başını geride kalanlar, geriden gelenler için dik tutmak zorundasın" diye ben ağladım.. Üretirken borç yüklenilen, üretirken sevinç yerine gam yüklenilen, istihdamın hayırlı, haklı, birlik gururu değil, yüzleri eğdiği bir sisteme dönüşüne ancak yürekler ağlardı.

"Horozun bile öterken Denizli sen niye sustun o ortak aklı niye duyuramadık" dedim.

Tarihi medeniyetleri ağırlamış bu topraklar, tarihin beşiği bu topraklar, üretim tarihini, dokuma tarihini toprağa mı gömmeliydi?

Esat amcam memleketine ağlıyor, memleket kime ağlıyor? "