DTÖ görüşmelerinin çöküşü, küresel ısınma ve küresel siyaset: Bağlantılar ve Türkiye

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Bülent PİRLER / TİSK Genel Sekreteri

Dünya Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonraki en sıcak günlerini 2008 yazında geçiriyor. Rusya, uzun zamandır korkulduğu gibi daha zorlayıcı ve kendine güvenen, kuvvet kullanmaktan korkmayan bir dış politikayı sahneye koyuyor. Batı dünyasının çok uzun zamandır "olur mu olmaz mı" dediği bu gelişme aslında Rusya'nın sadece kendini göstereceği bir meydan okumaydı. O meydan da maalesef sınır komşumuz Gürcistan oldu. Gürcistan'ın artık fiilen üçe bölündüğünü ve bu gelişmenin geriye döndürülebilmesinin de biraz zor olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Öte yandan 2008'in sıcak yaz aylarındaki bir başka gelişme de DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) Doha görüşmelerinin (alıştığımız üzere) çökmesiydi. Son üç yıldır dünya kamuoyu Doha görüşmeleri ile ilgili olumsuz haberlere zaten alışmış olduğu için bu haberin farkına varılmadığı gibi, ülkemizde hiç dikkat çekmemesi ayrıca altı çizilmesi gereken bir olgu. Bu gelişmenin arkasında ise ABD ve AB'nin şampiyonluğunu yaptığı küresel serbest ticaret rejimini artık kendi işine geldiği gibi yönlendirmek isteyen Çin ve bu konudaki bir numaralı müttefiki Hindistan var. Rusya'nın da artık DTÖ üyeliğine soğuk bakmaya başladığını da ifade etmek gerekiyor. Zira DTÖ üyeliği sorumluluk gerektiriyor ve Rusya'nın dış politika uygulamaları sorumlu davranmayı ve ahde vefayı esas almıyor. Rusya bunun yerine, ticaret ortaklarını olabildiğince köşeye sıkıştırıp kendi stratejisine boyun eğen ülkeler haline getirmek istiyor. Zaten Rusya'nın en önemli ihraç malları petrol, doğalgaz ve harp araç gereçleri. Bunları satmak için de küresel serbest ticaret rejimine ihtiyacınız yok.

Peki, küresel ısınmanın bunlarla ilgisi ne? Çin artık ABD'yi sollayarak dünyanın en fazla karbondioksit gaz emisyonu gerçekleştiren ülkesi haline geldi. Dünyanın ikinci en büyük ekonomisi ve ikinci en büyük ihracatçısı olan bu ülke, DTÖ rejiminde Hindistan ile birlikte gelişmekte olan ülkeler için korumacı önlemlerin şampiyonluğunu yapıyor. Küresel ısınma rejiminde ise gelişmekte olan ülke konumuyla göstermelik bazı tedbirlerin haricinde büyük bir rahatlıkla sera gazı emisyonlarını artırıyor. Bu durumun felakete yaklaşan boyutlarını da Pekin Olimpiyatları sırasında da gördük. Ancak gerek Olimpiyat heyecanı, gerek medyanın açılış ve kapanış törenlerinin muhteşemliğine odaklanması, gerek dünyanın küresel serbest ticaretten en fazla faydalanan ülkesinin uyguladığı sansür ve baskı nedeniyle Çin'de gerçek anlamda günlük hayatın nasıl olduğunu anlayamadık. İletişim devrimini, dünyanın her yerine mal satarken sonuna kadar kendi lehine kullanan bir ülkenin internete ve haberleşmeye bu derece bariz şekilde sansür koyabilmesi ne derece sürdürülebilir bir tavırdır diye bir sorgulamaya ihtiyaç olduğu şüphesiz.

1945 sonrası dünya düzeninin en önemli özelliği, Soğuk Savaş'a rağmen küresel serbest ticaret rejimine gidişti. Unutmamak gerekiyor ki 1920'lerde dünya ödemeler sisteminde yaşanan tıkanıklık küresel ekonomik çöküşü tetiklemiş, bu da daha fazla korumacılık ve sonunda 2. Dünya Savaşı'nı getirmişti. 1945 kurumları, yani BM, IMF, Dünya Bankası, GATT (daha sonra DTÖ) bu ortamın tekrar yaşanmaması için oluşturulmuş bir sistemin parçasıydılar. Şimdi bu sisteme başta Rusya, Çin ve Hindistan gibi sistemden en fazla faydalanan ülkelerden yükselen bir meydan okuma ortaya çıkmıştır. Çin, küresel ticaretin daha fazla serbestleşmemesini istiyor; çünkü mevcut durum kendisi için yeteri kadar avantajlı. Ayrıca bütün Asya'yı bir blok halinde kendi üretim sistemine eklenmiş olarak görmek istiyor. Hindistan ise kaydettiği bütün ilerlemeye ve ABD'nin kendisini yanına çekme çabalarına rağmen tarım üretimiyle ilgili kaygıları nedeniyle Çin'le beraber hareket ediyor.

Doha'daki bu sonu gelmez tıkanma beraberinde neler getiriyor? Öncelikle AB'nin başlattığı ve Türkiye'nin çok sıkıntılı şekilde yetişmeye çalıştığı gibi bir ikili anlaşmalar düzeni ortaya çıkıyor ve küresel ticaret iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ayrıca küresel çapta büyük ticaret ve ödeme dengesizlikleri var ve bu dengesizliklerle küresel sistemin sürdürülebilir şekilde refah üretmesi mümkün değil. Kaldı ki bu durum ekonomileri durgunluk sürecine giren gelişmiş ülkelerde küreselleşmeye karşı daha da fazla tepki yaratıyor ve korumacı reaksiyonları körüklüyor. Öte yandan bu mücadelenin DTÖ zemininde bir savaşa dönüşmesi DTÖ sistemini kilitleyecek çok sayıda şikayetin ortaya çıkmasını gündeme getiriyor. Buna Çin'in son dönemde DTÖ üyelerinin en az üçte birini oluşturan gelişmekte olan çok sayıda ülkenin lideri şekilde davrandığını da eklersek kararlarını oybirliği ile veren DTÖ'nün nasıl bir kader ile baş başa olduğunu daha iyi görebiliyoruz.

Bütün bunlara ABD'de Kongre'de yükselen korumacılık çağrılarını ve "fast-track" yetkisinin geri alınmasını, ikili ticaret anlaşmalarının bloke edilmesini eklemek gerekiyor. İşte bu noktada küresel ısınma rejimi devreye giriyor. Kasım ayında hangi aday Başkan seçilirse seçilsin ABD, AB benzeri emisyon ticaret sistemini yürürlüğe koyacak. ABD'de halihazırda 24 yeni nükleer reaktör başvurusunun inceleme ve onay safhasında olduğu, Cumhuriyetçi Başkan adayı John McCain'in 2030'a kadar 45, 2050'ye kadar da 100 yeni nükleer reaktör inşa edeceği sözü, General Motors'un da 2010'da lityum-iyon bataryayla çalışan "non-hybrid" yani sadece bataryasından güç alan elektrikli otomobili ticari olarak piyasaya süreceğini göz önüne alırsak, ABD sera gazı emisyonu düşürülmüş ekonomik sisteme uyumunu tamamladığında Çin mallarının karşısına devasa bir engel çıkacak: iklim değişikliği vergisi.

Bu konuyla ilgili fikri hazırlıklar büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Buna göre AB'nin Kyoto Protokolünü onaylamamış olan ABD mallarına karşı "Kyoto" vergisi uygulaması durumunda sadece ABD'nin ihracat kaybı % 7 olacak. Ancak muhtemelen 2009'dan itibaren bu konuda ABD ve AB'nin birlikte hareket ettiğini göreceğiz ve "Kyoto" tarifesinden en fazla Çin ve diğer gelişmekte olan ülkeler zarar görecek. Bu şekilde küresel ticaretteki dengesizlikler biraz dizginlenmiş olacak. Bu arada AB de, yeni "Kyoto" trenine binmeye çalışacak bu gelişmekte olan ülkelere temiz enerji teknolojileri satarak sanayiinin son 10-15 yılda yaşadığı kayıpları telafi etmeye çalışacak.

İşte bu durum, Kyoto Protokolü'nü imzalamayı düşünen Türkiye'nin önündeki ciddi sorunlar yumağı! Sisteme uyum için yapılacak ciddi harcamalar bir yanda, temiz teknolojilere dönük yatırımlar diğer yanda olgunlaşırken; yeni ikili dünya düzeninin "Kyoto vergilerine" çarpılma ise tam karşımızda duruyor. Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne ilişkin fayda maliyet analizini bu doğrultuda yapmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz.

İşte Gürcistan Savaşı'nı ve ertesinde Kırgızistan'da toplanan Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısını bu perspektiften görmek gerekiyor. 1945 rejiminin Soğuk Savaş'a rağmen bozulmayan, küresel serbest ticaret ve liberal demokrasi ilkelerine dayanan yapısı Ağustos 2008'de çok ciddi bir kırılma yaşamıştır. Maalesef bu kırılmanın hem küresel ekonomik sistemde yaratacağı etkiler ve ortaya çıkaracağı yeni düzen, hem de siyasi askeri gelişmeler kısa vadede Türkiye'nin lehine olmayacaktır. Rusya'nın Türkiye'yi dolaylı tedbirlerle ticari açıdan cezalandırma girişimleri ve 2008-2009 kış aylarında doğal gaz arzında yaşanabilecek muhtemel kesintiler, işletmelerin zaten bıçak sırtında yürüttükleri üretim faaliyetlerini çok olumsuz etkileyebilir. Gerginliklerin daha da artması ve Doğu Avrupa'ya yayılması ile birlikte bu gelişmeler son derece hassas konumdaki makro ekonomik dengelerde yatırımcı algılamasına bağlı olarak ciddi bir döviz çıkışını ve beraberinde önemli bir bozulmayı gündeme getirebilir. Buna karşın orta ve uzun vadede AB'nin Türkiye'ye ilgisini belirleyen olumlu şartların ağırlık kazanması ihtimali oldukça yüksektir. Yine de gelecek 5 yılda, Türkiye çok ciddi güvenlik sorunlarının ortasında kalarak ekonomisinin potansiyelden çok daha az büyüdüğü bir devre yaşayabilir. Dünya ticaretinde, iklim değişikliği ile bağlantılı gelişmelerin de bu zayıflığı daha da artırıcı etkiler yapması muhtemeldir.