Ekonomik küreselleşme prizmasından küresel kriz ve Türkiye

Ali GÖKSU / Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat ABD, Yüksek Lisans Programı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Yaşanılan küresel krizi irdeleyeceğimiz bu makalede öncelikle küreselleşmeye değinelim: Ekonomik küreselleşme, basit  bir anlatımla, ülke ekonomilerinin entegrasyonunu yani dünyanın tek bir pazarda bütünleşmesini ifade eder. Küreselleşme  sürecinde yaşanan en önemli gelişmelerden biri, 'yoğunlaşan ticari faaliyetler' nedeniyle ülkelerarası karşılıklı bağımlılığın ve işbirliğinin; bunların sonucu olarak da benzerliğin artmasıdır.  

Küreselleşmenin tarihi sürecine emik bakabilen hem de bunla ilgili yazınsal katkıları olan ünlü finans spekülatörü George Soros, küreselleşmenin en olumsuz yönlerinden birinin  "küresel finans piyasalarının krizlere maruz kalabilmeleridir" der. Soros'a göre gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar, finansal krizlerin getirdiği yıkımların tam anlamıyla farkına varamayabilirler; çünkü krizler, gelişmekte olan ekonomilerde çok daha derin hissedilir". Ayrıca teknolojik gelişmelerle hızı ve etkisi iyice artan uluslar arası finans hareketleri, en küçük olumsuzluklara bile aşırı refleks vermektedirler. Nitekim 2007'de başlayan ve 2008 yılının ikinci yarısından sonra ABD'deki mortgage kriziyle patlak veren ve dünyanın çoğu yerinde de etkileri görülen krizde de böyle olmuştur. 

ABD'de ve Avrupa'da uygulanan mortgage sistemiyle yapılmak istenen, artan konut talebine cevap verebilmek ve ekonominin lokomotifi olarak tarif edilen inşaat sektörünü canlandırmaktı; buna müteakip ekonomik büyüme hızlanmakta ve bu da yeni istihdam imkânları doğurmaktaydı. Bunu sağlamak için fon maliyetlerini minimize etmek gerekirdi. Bu da uzun vadede sistemin oturmasıyla beraber faiz oranlarının düşmesi ve konut arzının da talebe cevap verecek seviyeye gerilediği zaman orta ve dar gelirli gurubun konut ihtiyacına cevap verilebilecek bir yapıya gelinecekti. fon maliyetlerini düşürmenin yolu da kredilere ait ipoteklerin ikincil piyasalarda (türev piyasalar) satışı suretiyle sağlanacaktı ki buradaki amaç ise sermaye piyasaların büyümesi ve derinleşmesini sağlanmaktı. 

Daha önceleri bankalar aldıkları teminatları, ipotekleri atıl durumda bilançolarına taşıyorlardı. Sistemle birlikte bankalarda duran bu atıl durumdaki teminatlar menkul kıymet haline dönüştürülerek sermaye piyasasında alım-satımı sağlandı. Sistemin amacı finans kuruluşlarının  fon ihtiyacını sağlamaktı. İnsanlar sistemden daha fazla kaynak temin etti ve daha düşük faizle kredilerle borçlanma fırsatı sağladı. Sistem içerisinde birçok risk barındırmakla beraber sistem içerisindeki en önemli iki risk; kredilerin geri ödenememesi ile gayrimenkulün hızlı bir şekilde nakde çevrilememesi riskleriydi. Bu risklerin tezahür etmesi sonucu bankaların ve finansal kuruluşların iflaslarını açıklamalarıyla kriz  bir kere daha bütün dünyaya yayılmaya  başlamış ve etkisini artan biçimde göstermiştir.

ABD'de başlayan banka iflaslarının Avrupa'ya da sıçraması ekonomik iflasın küreselleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bankaların batık mortgage kredileri yüzünden zarar yazıp iflasa sürüklenmesi  düşen konut  fiyatları (evlerin değerinin, evler üzerindeki ipotek değerinden aşağı düşmesi) olası alıcıların çekilmesinin ardından birçok bankaya el konulmasının sebebini birçok ekonomist "ülkenin finansal sistemine olumsuz etkisini sınırlamak" olarak açıklanmaktadır. 

Amerika'da ve akabinde Avrupa'da yaşanan mortgage kredilerinden kaynaklanan problemlerin tespit edilememesi önceden tedbir alınmasını engellemiş, yatırım bankaları ve derecelendirme kuruluşlarının işlemlerini sorgulanır hale getirmiştir. Amerika'nın önde gelen portföy yönetim şirketleri ve bankaları derinleşen aynı zamanda anlaşılması da güçleşen finanssal piyasalarda büyük kayba uğramışlar bilançolarında şimdiye kadar benzeri (kimilerine göre abartı olsa da) 1929'da, 1970'li yıllarda ve 2000'li yılların hemen başında  görülmüş bir krizle karşı karşıya kalmışlardır. Krizlerin sebepleri farklı olsa da etkileri  yıkıcı olmuştur. Amerika'da başlayıp, Avrupa'daki gelişmiş ülkelere de sıçrayan krizin etkisinin ne kadar yıkıcı olduğu henüz kestirilememektedir. Çünkü derinleşen finansal piyasada kayıplar henüz şirket bilançolarına tam olarak yansımamıştır.  

Biraz başa dönerek şu soruyu soralım: Peki, bu problemlerin başlamasının sebepleri nelerdir?

Dünya ekonomisinin  küreselleşen piyasaların etkisiyle beş yıl üst üste büyümesi talebi güçlendirmiş, talebi karşılamak isteyen varlık şirketleri ve bankalar  iyi ve kötü krediyi analiz edememişler (etmemişler), bu talep artışından dolayı kredilerdeki geri ödeme gücüne sahip kaliteli kalitesiz ayrımını yapmamışlardır. Güçlenen talep varlıkların kıymetinin yükselmesine sebep olmuştur. Petrol fiyatlarının yükselmesiyle paralel varlık fiyatlarının önlenemez yükselişi aynı derecede kişisel gelir artışını beraberinde getirememiş; sonuç olarak  zincirleme bir etkiyle kredi kayıpları artmış, şirketler ve bankalar verdikleri krediyi tahsilde güçlükle karşılaşmışlardır. Aşırı değerlenmiş gayrimenkul piyasasında, para ve sermaye piyasasında meydana gelen olumsuz gelişmeler fiyatların çok hızlı bir şekilde düşmesiyle sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda tüketiciler ve konut finansmanı kuruluşları olumsuz etkilenmişler,  kredilerin geri dönmemesi ve evlerin değerinin, evler üzerindeki ipotek değerinden aşağı düşmesi ve ilerleyen merhalelerde çekilen ödeme sıkıntısı bununla birlikte faizlerin ve belirsizliklerin artmasıyla finans sistemi çökmüştür. Varlık şirketleri ve Yatırım bankaları ardı arkasına iflaslarını açıkladılar. Yatırım Bankası Lehman Brothers'ın iflas etmesi, Freddie Mac ve Fannie Mae'ye ABD hükümetinin el koyması süregeldi. Zincirleme bir etkiyle bu durum diğer ülkelerin tüm mali yapısını olumsuz şekilde etkiledi. İçinde bulunduğumuz zamandaki   en çok kaygı veren olay ise krizin ticari bankalara yansıyıp yansımayacağıdır.  

Bizi daha fazla ilgilendiren konuya, yani krizin Türkiye boyutuna geçerken şu soruyla başlayalım: Peki, gelişmiş ülkelerin durgunluk dönemine girdiği ve resesyonun eşiğinde olduklarının daha çok netleştiği son dönemde, Türkiye ekonomisinde ne oluyor da bu krizden etkilenmiyor? Bu sorunun doğru cevabını bulabilmek için Türkiye de neler olduğunun analizini iyi yapmak gerekmektedir. Özellikle Türkiye gibi küreselleşen ve dünyaya entegre olmaya çalışan, radikal ekonomik ve siyasi reformların etkisinin dışsal şoklarla daraldığı ülkelerde, önü alınmaz ekonomik daralmalar görülmektedir. Birincisi Türkiye'nin bu krizden tam olarak etkilenmediğini düşünmek hatalı olmaktadır. Çünkü  hem risklere karşı korunmadan günümüz piyasalarında faaliyet göstermek hem de korunmanın sonunda ortaya çıkan zararlardan kaçınmak çok güç olmaktadır. Ama Türkiye 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinden sonra yasadığı tecrübeyle finans piyasalarını güçlendiren ve denetleyen kurumları oluşturmuş, finans piyasalarını şeffaf ve rekabete açık hale getirmiştir. Bu nedenle kredi sağlayan kuruluşlar nispeten iyi işleyen piyasa koşullarında önlerini görebilmişler ve riskleri takip edebilmişler, pozisyonlarını rasyonel biçimde belirlemişlerdir.

İkinci olarak da Türkiye'de ipotekli konut finansmanı (Mortgage) yasası çıksa da şu an uygulama sahası yok: ikincil piyasalar yani türev piyasaları oluşturulamadı. Bunun birçok nedeni olsa da en önemli nedenleri yüksek faiz oranları, düşük gelir düzeyi vs. Yani buradan çıkarılan anlam; dünyadaki kriz bir mortgage krizi ve bizim ülkemizde uygulama sahası henüz yok. Onun için krizin etkisi tam olarak yansımadı.  Lakin,  Türkiye de dünyadaki krizin etkileri daha doğrusu krizin gölgesi kendisini cari açıkta hissettirmektedir. Dünyada bir kredi krizinin yaşanıyor olması sonucu daralan likidite rekor düzeyde cari açık veren Türkiye'nin cari açığının finansmanını daha güç hale getirmiştir. Cari açığın finansmanının sağlanması için gerekli kaynak (diğer ülkelerin finans piyasalarının likidite krizi yaşıyor olmalarından dolayı), tek çare gibi görünen yüksek faiz kanalıyla ülkeye çekilmeye çalışılmakta olup bu durum kredi ve fon maliyetlerini sürekli artırmaktadır. İşte bizi bekleyen asıl kriz budur. Krizi hafife alanların tarihin tozlu olmayan raflarına bakmasını öneririm. 1929 Dünya Ekonomik Krizinde etkilenen ülkeler başta Kuzey Amerika ve Avrupa olmak üzere, en çok da gelişmiş ülkeleri etkilemişti. Türkiye krizden tam bir yıl sonra etkilenmeye başlamıştı. Alınan önlem paketleriyle kriz atlatılmıştı. Ama bugünle kıyaslandığında, dünya daha fazla küresel ve Türkiye bu küreselleşmeye entegre olmuş bir ülke. İşin bu boyutunu da göz önünde tutmak gerek.