Ekonomimizin döviz dengesi üzerine
DÖRDÜNCÜ BOYUT / Erkin ŞAHİNÖZ
Türkiye açısından “güven barometresi” konumundaki dolar-TL kuru kritik düzey olarak gördüğümüz 2.65’e dayandı. Kurdaki yükselişi doların dünya genelindeki değerlenmesine bağlarsak sadece kendimizi kandırmış oluruz. Zaten, TL’nin 0.5 euro ve 0.5 dolardan oluşan sepet karşısındaki fiyatı da 2.74’e yaklaştı (bilmeyenler için sepet hesaplaması: TL/dolar kotasyonu X 0.5 + TL/euro X 0.5 = 2.64 X 0.5 + 2.84 X 0.5 = 2.74). Bir başka ifadeyle, TL’de genel bir değer kaybı var. Euro-dolar paritesindeki dolar yönlü eğilim nedeniyle TL, euro ya kıyasla dolar karşısında daha fazla değer kaybı yaşıyor. Bu noktada ekonomimizi dört birime ayırmakta ve net döviz pozisyonlarına bakmakta yarar var:
1) Hanehalkı,
2) Reel sektör,
3) Finansal kesim,
4) Kamu.
Merkez Bankası’nı analiz dışında bırakıyoruz. Net döviz pozisyonu, döviz varlıklarından döviz yükümlülükleri çıkartılarak hesaplanıyor.
Türkiye’de hanehalkının geçmişten beri döviz cinsinden varlıklara olan ilgilisi yüksektir. Bunun arkasında geçmişte yaşanmış olan yüksek ve oynak enflasyondan korunma güdüsü (dolarizasyon eğilimi bulunuyor). Son yıllarda dolarizasyon eğiliminde belirgin bir azalma yaşanmış olsa da hanehalkının çok ciddi miktarda net döviz pozisyonu fazlası olduğunu hesaplıyoruz. Hanehalkının kayıt altındaki döviz varlıklarının en önemli kısmı döviz cinsi mevduatlardan oluşuyor. Kayıt altına alınmamış döviz varlıklar içindeyse en önemli pay altına ait. Hanehalkının döviz yükümlülükleriyse ağırlıklı olarak geçmişte (artık kanunen mümkün değil) alınmış döviz cinsiden veya dövize endeksli kredilerden oluşmakta. Varlıklar ve yükümlülükleri netleştirdiğimizde hanehalkının 200 milyar dolar mertebesinde net döviz fazlası olduğunu söylemek mümkün.
Finansal kesim, bankalar ve bankacılık dışı finansal kuruluşlardan oluşuyor (leasing, faktöring ve finansman şirketleri). Bankacılık sektörünün bilançosunda nette 33.5 milyar dolar döviz açığı bulunuyor. Ancak bankacılık sektörü bilanço içindeki açık pozisyonunu bilanço dışında swap, forward, vadeli ve opsiyon işlemleri kullanarak büyük ölçüde dengelemiş durumda. Bankacılık sektörünün dövizdeki net (bilanço içi ve bilanço dışı beraber) açık pozisyonu (1.5 milyar dolar civarı) ihmal edilebilir düzeyde. Bankacılık dışı finansal kesimin de nette sıkıntılı bir durumu söz konusu değil. Kamu kesiminin nette döviz açığı bulunuyor ancak kamunun açık pozisyonu kontrol edilebilir düzeylerde.
Gelelim reel sektöre (finans dışı kesim). Reel sektör için ise durum tamamen farklıdır. Reel sektörün döviz varlıkları; yurtiçi ve yurtdışındaki bankalarda olan mevduatlar, ihracat alacakları, yurtdışındaki doğrudan sermaye yatırımları ve menkul kıymetlerden oluşuyor.
Yükümlülükleriyse, yurtiçi ve yurtdışı bankalardan alınmış olan döviz cinsi ve dövize endeksli kredilerle ithalat borçlarından oluşmakta. Tabloda da görüldüğü gibi reel sektörün hem kısa vadede hem de uzun vadede net döviz açığı bulunuyor. Kısa vadeli net döviz açığı 12.8 milyar dolar, uzun vadeli net döviz açığıysa 170.4 milyar dolar. Toplam açık pozisyon 183.2 milyar dola. Kaldı ki bu riskin çok önemli bir bölümü de “hedge” yöntemleri kullanılarak koruma altına alınmış değil. Kurda her yüzde 10’luk değer kaybının bilançolara ne kadar kur farkı zararı getirebileceği ortada.
Bilanço analizinde Türkiye’nin yumuşak karnının reel sektör olduğu görülüyor. Ancak ekonomik birimler arasındaki etkileşimin çok güçlü olduğu göz önüne alınmalı. Hem yurt dışında hem de yurt içinde geçmişte yaşananlar, sorunların reel sektörden finansal sektöre, finansal sektörden kamuya hızlı bir şekilde bulaşabildiğini gösteriyor.
Kaldı ki, dış piyasalarda henüz belirgin bir bozulma söz konusu değil. İlk faiz artırımını kuvvetle muhtemel Haziran ya da Temmuz aylarındaki toplantılarından birinde yapacak olan Fed’in faiz artırım baskısı piyasalarda henüz hissedilmiş değil. Hissediliyor olsaydı ABD 10 yıllık Hazine faizleri yüzde 2.20’lerde olmazdı. Fed’in “sabırlı” ifadesini toplantı bildirisinden çıkarması dışarıdaki havanın ciddi şekilde bozulmasına ve ABD’de Hazine faizlerinin yükselmesine neden olabilecektir. Bu da TL’de ek değer kayıplarına yol açabilir. Reel sektör riskini tüm ekonomik birimlerin hesaba katması gerektiği bir dönem içerisindeyiz. Not: Geniş kapsamlı “şirket değerleme” eğitimleri veriyorum. Bilgi için [email protected]’a mail atabilirsiniz.
Son söz: Taş da yumurtanın üstüne düşse, yumurta da taşın üstüne düşse, olan yumurtaya olur.