Ekonominin tadına baktı 2013'te büyüme için 'yüzde 4' dedi
Biz onu yemek eleştirileri yazdığı köşe yazılarından ve Anadolu'nun dört bir yanındaki lezzetleri tattığı TV programından tanıdık. Ama o hem ekonomist hem sosyolog hem de hukukçu
Milor, dünyanın en iyi üniversitelerinden akademik derecelere bahip. Dünya Bankası'nda gelişmekte olan ülkeler için raporlar yazmış bir uzman.
Vedat Milor'den yemekleri değerlendirdiği gibi ekonomimizi de değerlendirmesini istedik. "Türkiye'de ekonomik bir canlanma var. Önümüzdeki yıl büyüme yüzde 4 olur" diyerek tablodaki 'eksi'leri de anlattı. Milor tutkusu şarap ve yemek konusunda da Türkiye'nin zenginliklerini okurlarımızla paylaştı.
Handan Sema CEYLAN
İSTANBUL - O kendisini yemek ve şarap eleştirmeni olarak tanımlıyor. Ancak geçmişi değişik alanlarda akademik başarılarla dolu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra Boğaziçi'nde Ekonomi okumuş. London School of Economics'den dünya çapında ona başarı getiren Berkley Üniversitesi'nde sosyoloji doktorası yapmaya gitmiş. Doktor tezi "Planning and Economic Development in Turkey and France: Bringing the State Back in"... 1990 yılında American Sociological Association, Türkiye ve Fransa ekonomi planlarını mukayese eden bu tezi senenin en iyi doktora tezi seçmiş. Stanford'ta da hukuk okumuş. Yurtdışında Brown'da dahil olmak üzere pek çok üniversitede ders vermiş. Türkiye'de de Koç Üniversitesi'nde bir süre öğrencilere uluslararası ilişkiler anlatmış. Dünya Bankası'nda iki yıl Kemal Derviş ile birlikte çalışmış. 1998'e kadar Dünya Bankası'na müşavir olarak raporlar hazırlamaya devam etmiş. Hem ekonomist hem sosyolog hem de hukukçu...
Eşi ve kızıyla Amerika'da yaşayan Vedat Milor'u 2 haftalığına geldiği Türkiye'de TV çekimleri arasında yakaladık. Gazetemizde ağırladığımız Milor, hem Türkiye ekonomisine yönelik sorularımızı cevapladı hem de şarapçılık projelerini okurlarımızla paylaştı. Sohbetimizde Milor, ekonomist yönünü ortaya çıkararak 2013 yılı Türkiye büyüme tahminini yaptı: Yüzde 4.
Akademik hayattan ve ekonomi raporlarından şimdilik uzakta durduğunu anladığımız Vedat Milor, "Türkiye'deki ekonomik, sosyal ve politik gelişimleri ile dünyadaki gelişmeleri de yakından izlemeye devam ediyorum" diyor. Türkiye ekonomisini değerlendirmeye öncelikle artılarla başlıyor Milor, "Türkiye'de ekonomik canlanma olduğu bir gerçek. Sırf şehirlerarası yollarda kamyonların çokluğu ve ticari hayatın canlılığı görülüyor. Tahminime göre 2013'te Türkiye'nin büyümesi yüzde 4'ü bulur" diyerek ülkenin; dünya ekonomisindeki durgunluğa rağmen iyi bir performans göstereceğini belirtiyor. Sıcak para tehlikesiyle ilgili ise "Bu Türkiye için her an tehlike. Fakat bu tehlike Amerika hariç hemen her ülke için geçerli. Dolar dünya parası olduğu için Amerika'nın büyük bir avantajı var. Çünkü dolar basabiliyor. Türkiye her şeye rağmen ekonomide bir Yunanistan gibi değil. Bir ya da iki sektöre bağımlı değiliz. Sadece turizm ve taşımacılık değil, demir-çelikten cam sanayine, tekstile, otomotiv yedek parçalarına kadar ülkede bir çok alanda ciddi bir ekonomik hareketlilik ve faaliyet var" yorumunu yapıyor. Eksileri de sayan Milor, "Bunların en önemlisi kurumsallaşma, Türkiye'de çok az alanda kurumsallaşma var" diyerek, şöyle devam ediyor: "Ülkede kanunlar var ama adalet yok. Futboldan tutun herhangi bir dizinin Türk kültürüne uygun olmadığı konusunda devamlı piyasaya karışan bir siyaset anlayışı var. Buna bir de ekonomik hayatımızda ve ihalelerimizde saydamlık olgusunun olmamasını ekleyin. Bu konuda ben Dünya Bankası'na raporlar yazdım. Dünya Bankası Türkiye'de bu konuya bir ara çok ciddi eğildi. Sonra Kamu İhale Yasası yüz kere değişti. Bütün bunların getirdiği bir güvensizlik ve belirsizlik ortamı var. Bir de dış politikaya bakarsanız komşularımızla çok ciddi sorunlarımız var. Bu ortam maalesef yatırım için uygun bir ortam değil. Yatırımcı rasyonel kararlar almak zorunda. Uzun vadeli yatırımlarda bu ortamlardan kaçınırlar."
Not artığında ya da alçaldığında uzun vadeli bir değişiklik olmamıştır
Son dönemde Türkiye'nin notunun BBB-'ye çıkartılmasını hatırlattığımız Milor, not artışı konusunda da "Derecelendirme kuruluşlarında son derece sığ bakışlı iktisatçılar vardır, çok kısa dönemli not verirler çok hızlı değiştirirler. Büyük eksikliklerinden biri -bunu içerden bir kişi olarak söylüyorum- bu tip örgütlerin daha çok sermaye hareketlerine kısa dönemli güvenirlilik açısından bakmaları. Ciddi bir iktisatçı Türkiye'ye baktığı zaman daha kurumsal faktörleri değerlendirir. Notumuz alçaldığı zaman da, yükseldiği zaman da çok ciddi, uzun vadeli bir değişiklik olmamıştır. Onlar dar bir açıdan bakıyorlar" diyor.
Maalouf okuyanlar bilir, mülkiyetin garantisi olmaması binlerce yıllık doğu geleneği
Her zaman ekonomi-politiğin tek başına ekonomiye üstünlüğünü savunduğunu anlatıyor Milor ve "Hatta bir ara Oxford Analitica gibi işadamları için siyasi ve politik riskleri değerlendirme yapacak ciddi bir yayın hazırlamak gibi bir projem vardı" diyerek, şu değerlendirmeleri yapıyor: "Hiçbir önyargısı ve hiçbir siyasi parti ile direk ilişkisi olmadan baktığınız zaman ciddi gözlemlerde bulunabilirsiniz. Kurumsallaşma olmaması, hukukun herkese eşit uygulanması, hukukun çabuk işleyen, güven veren ve sürekli olan, keyfe göre değişmeyen bir sistem olması gerekir, sonuç olarak mülkiyetin garantisi de budur. Mülkiyet haklarının ülkemizde yerleşmemesi, Amin Maalouf'un romanlarını okuyanlar bilir, binlerce yıllık doğu geleneğidir. Bu gelenek devam ediyor. Her hükümet kendi zenginlerini yaratır, hükümet değişince bu zenginler paralarını dışarı kaçırırlar. Ülke zenginleşmez, dikkat edin bizim ülkemizde 14 kuşak varlıklı aile pek yok."
Türk şirketleri derinleşmezse yabancı ortaklıkta ikinci konuma düşer
[PAGE]Türk şirketleri derinleşmezse yabancı ortaklıkta ikinci konuma düşer
Milor, 'Şimdiki durumda kabahat sadece siyasete bağlanamaz en büyük sorunun şirketlerin yeterli sermaye birikimine sahip olmamaları' değerlendirmesini yaparak, "Patronlar zengin, şirketler fakir" diyor. "Batıdaki büyük zenginler çok rekabetçi. Çünkü tek bir şirketleri var ama o şirketin piyasa değeri belki 70 milyar dolar. Adamın yüzde 10 hissesi varsa 7 milyar dolar zenginliği var. Bizde de holding sahiplerinin 55-100 şirketleri var" değerlendirmesini yapıyor Milor ve şunları söylüyor: "Ama haklılar, ben de olsam aynı şeyi yaparım. Çünkü ülkede risk büyük. O yüzden sepet yapıp, riskleri azaltmak mantıklı. Ancak bu patron için rasyonel, ülke için rasyonel olmayan bir şey. Çünkü hiçbir zaman derinleşme ve ihtisaslaşma olmaz. Yaptığınız her şey de o alanın üçüncü sınıf oyuncusu olarak kalmaya mahkum olursunuz. Birleşmeye gittiğiniz zaman, ikinci konuma düşersiniz, know how'ı geliştirememişsinizdir. Ama inşallah mehter takımı gibi iki öne bir geriye gideriz. Bu durumu aşarız."
Kurumsallaşmanın Türkiye'de Kemal Derviş zamanında başladığını anlatan Milor, "2008 krizinden az etkilenmemizin baş mimarı Kemal Derviş ve onun bankacılık sektörüne getirdiği düzenlemelerdir. Hala Türk banka sistemi kuvvetli" yorumunu yapıyor.
Doğu Avrupa'da reformların nasıl yapılması gerektiğini raporladım
Vedat Milor, Dünya Bankası'nda 2 yıl çalışmasının ardından kurumla bağları da 1998'e kadar koparmamış ve müşavir olarak hizmet vermiş. Bu süreci de bizlerle paylaşan Milor, "Pek çok rapor yazdım. Yazdığım raporların asıl amacı 'Dünya Bankası'nın reformlarının başarılı olması için ne gibi sosyal politik düzenlemeler gerekir ve bu reformların doğru sekansı nedir' idi. Özellikle Doğu Avrupa'da 'her şeyi bir anda mı değiştirmek gerekir, yoksa yavaş yavaş mı', 'nelere öncelik verilmesi gerekir' konularına daha çok sosyo-kültürel ve sosyo-politik faktörleri göz önüne alarak 'Reformlar nasıl yapılmalı' diye raporlar yazdım. Daha sonra da akademik kariyere bir süre devam edip daha sonra da daha aktif bir hayatın içine girdim. Stanford'dan hukuk derecesi aldım. Kendi şirketimi kurdum. Bütün bu dönemlerde şarap ve yemek hobim olarak gelişti."
Milor Serisi'nin 4 şarabı Hong Kong'tan madalya ile döndü
[PAGE]Milor Serisi'nin 4 şarabı Hong Kong'tan madalya ile döndü
Milor ile asıl keyif aldığı yeme içme konusunda konuşmaya başladığımızda ise ilk sorumuz tabi ki şarap ile ilgili oluyor, Milor hem tutkusu hem de Türkiye'de bu alanda mücadele ettiği için olsa gerek "Şarap için söylenecek çok şey var" diyor ve bir nefes alıyor: "Uzun zamandır dile getiriyorum. Ülkemizde adam gibi şarabı iyi fiyata içmek mümkün değil. Bunun için iyi şarapların uygun fiyata içilebileceğini göstermeyi, bu alanda yelpaze sunmayı ve Türk mutfağına uyumunu göstermeyi amaçladım. İki farklı proje aynı yörüngede birleşti."
Milor'ün bahsettiği projelerden ilki Büyülübağ'ın sahibi Alp Törüner ile ürettikleri 50 bin şişelik biri roze biri beyaz olmak üzere 5 çeşitlik Vedat Milor Serisi. Diğeri ise Lucien Arkas'ın sahibi olduğu LA Şarapçılık ile 'Vedat Milor Seçimi' yazan ithal şaraplar. Milor, ilk projeye başlamasını şöyle anlatıyor: "Büyülübağ'ın sahibi Alp Törüner bana bir teklifte bulundu, 'Bu kadar yazıyorsun kafa kafaya verelim, dediğin şekilde şaraplar çıkartalım' dedi. Ben de 'tamam' dedim, '20 liraya satabilirsek, kaliteli şarap çıkartırsak neden olmasın'. Gerçekten manipüle edilmemiş, meşe fıçı tadıyla maskelenmemiş meyvemsi dengeli şarapların ortaya çıkmasını istedim. Uzun süre üstünde birlikte çalıştık. Bağların seçiminden tutunda en iyi üzümün alınmasına, üretim sürecinin kontrolüne, kupajlardaki farklı üzüm oranlarının tespitine kadar birlikte çalıştık. Bir beyaz, bir roze, üç ayrı kırmızı kupaj var. 50 bin civarında şişeyi piyasaya sunduk. Vergilerden dolayı 20 liraya çıkartamadık şarabı ama 24 liraya çıkarttık. Bu şarabı piyasaya çıkarttıktan sonra çok iyi geri dönüşler alıyoruz. Geçen günlerde de çok iyi bir haber aldık, dünyadaki en ciddi şarap yarışmalarından Hong Kong Şarap Yarışması'na gönderdiğimiz 5 şarabımızdan 4'ü, çok daha pahalı şaraplar olmasına rağmen madalya ile döndü. 80-100 liralık diğer Türk şaraplarından sadece bir kaçı ödülle döndü."
Ucuz ve kaliteli şarap üretmekle fincancı katırlarını ürkütüyoruz
[PAGE]Ucuz ve kaliteli şarap üretmekle fincancı katırlarını ürkütüyoruz
50-100 liralar vermeden uygun fiyatla şarapların satılabildiğini göstermek istediklerini anlatıyor Milor ve "Herhalde ülkemiz buna alışık değil, fincancı katırlarını ürkütüyoruz. Bazı büyük marketler bu şarapları reyonlarına koymak istemiyorlar. 'Şarap çok ucuz, yeteri kadar kar edemeyiz' diyorlar. Çok önde gelen bir lokanta, 'ben bunları bardağa koyamam, çünkü bardak başına 20 lira kar ediyorum, bundan küçük karlar edeceğim, veremem' diyor. Amacımız, diğer şarapçıları ürkütmek, korkutmak değil onlara da yol göstermek" diyor.
Milor İtalya'da 150 bin tane şarap üreticisi olduğunu da anımsatarak, "Biz de 150 tane yoktur. Trakya'da kurulan bağlar sektöre bir hareketlilik getirdi. Suvla, Chamlija, Barbera gibi güzel şaraplar yapıyorlar ve yapacaklar" yorumunu yapıyor.
Butik şarapçılığın önündeki en büyük engel dağıtım
Vergilerden dolayı şarapların çok pahalı olması, lokantaların da çok yüksek fiyatlar istemesi Milor'u 'Bilgimden yararlanarak Türkiye'ye ucuz şarap getirmek mümkün mü?' düşüncesine itmiş, "Vedat Milor tek başına bunu kıramaz. Ama Lucien Arkas bey ile birlikte, elbette onun büyük ortak olduğu bir işe giriştik. Ben kendi kavımda olan şarapları butik üreticilerden seçiyorum, tadıyorum ve ancak belli bir düzeye gelince üzerlerine 'Vedat Milor Seçimi' logosu konulmasına izin veriyorum. Bu dünyada çok olan bir şey, bu şarapların lokanta dağıtım işini ise LA Şarapçılık üstleniyor" diyerek, şöyle devam ediyor: "Burada da karşımıza çok ciddi engel çıkıyor. Butik şarapçıların gelişmesindeki en büyük engel; dağıtım. Birçok büyük üretici lokantalarla anlaşma yapıyor, o lokanta sadece onların getirdiği yerli ve ithal şarapları bulunduruyor. Ona göstermelik de bir iki şarap ekleniyor. Yabancı şarapta da insanlar fiyat kalite dengesi olmayan şaraplara alışmış durumda. Bize 'sizin getirdiğiniz şaraplar Türkiye için erken' diyorlar. Ben de 'Kardeşim, aynı fiyatı verdikten sonra insanlara neden kötüsünü sunuyorsunuz. Her ikisini de lokantanızda bulundurun, buna halk karar versin' diyorum" siteminde bulunuyor.
'Resim eleştirmenine resim yapamazsın' denmez
Kendisine 'Bir şarap eleştirmeninin, kendi şarabını çıkartması doğru mu?' eleştirileri getirdiklerin söylüyor Milor, "Dünyadaki en meşhur şarap eleştirmenlerinden biri belki Robert Parker, diğeri Avusturalyalı James Holiday'dir. Her ikisinin de kendi şarabı vardır. Robert Parker'ın ortak olduğu şarabın adı Beauxfreres yani 'bacanaklar' bunu herkes Parker'ın şarabı olarak bilir. Parker sadece bu şarabı yazmaz, bu şaraptan bahseder ama kendi sütununda buna not vermez. Hiç kimse kalkıp 'Parker niye böyle yapıyor' demez. Bu 'Resim eleştirmeni resim yapamaz' demek gibi bir şey" diyor.
Modern hayat gastronomi ekonomisini doğurdu
[PAGE]Modern hayat gastronomi ekonomisini doğurdu
Vedat Milor, modern hayatın gastronomi ekonomisinin doğmasına da neden olduğunu anlatıyor, "Birincisi çalışma süreleri uzuyor, ikincisi kadınlar çalışma hayatının içine girdiler. Ağzınızda gümüş kaşıkla doğmadıysanız, bir aileyi iki kişinin geçindirmesi gerekiyor. Kadınlar uzun süreler uğraşıp yemek pişiremiyorlar. Üçüncüsü ise insanların özellikle büyük kentlerde trafik nedeniyle ev partileri verememesi. O yüzden insanlar daha çok lokantalarda buluşuyor. Buna paralel olarak da sektörün alt yapısı, bu sektöre lojistik destek sağlayan kuruluşlar, eleştirmenler, TV programları bu sektöre bağlı türevi olarak gelişen bir sektör ortaya çıktı" diyor. "Bu sektörü biz adeta kapıdan kovduk bacadan girdi" tespitini yapıyor Milor, "Aslında bizim kültürümüzde dışarda yemek yemek anlayışı yok. Dışarda karın doyurmak için yemek yenir. dışarda yemek yemeyi en keyifli hale getiren unsur, erkekler ile kadınların bir arada yemek yemesine bizim kültürde şaşı bakılır. Pek az erkeğin aklına eşini bir lokantaya götürmek gelir. Birçok Anadolu lokantasında ve İstanbul'un birçok semtinde haremlik selamlık gibi yemek yerleri 'aile salonları' ile ayrılır. Ama buna rağmen yavaş yavaş her kesimde bir dışarda yemek yeme olgusu ortaya çıkıyor" yorumunu yapıyor.
Valiler ve belediye başkanları webde yöre lezzetlerini tanıtmalı
Türkiye'de gastro turizmin hangi mutfağın öne çıkartılarak geliştirilebileceğini sorduğumuz Vedat Milor, "Dünya mutfağının girdiği yörüngeyi görerek, ille seçmemi isterseniz Ege diyorum. Çünkü şu anda dünyada yeşillikler çok moda. Doğu Karadeniz'de de inanılmaz yeşillikler var. Son iki yıldır biliyorsunuz Noma dünyanın en iyi lokantası seçiliyor. Denize yakın yerlerde iyotlu çıkan otları kullanıyorlar. Gaziantep mutfağı çok iyi tabi, Hatay inanılmaz, Konya, Kastamonu mutfakları muhteşem" diye cevaplıyor ve şunları söylüyor: "Sadece Türkiye'de düğünlere gidin, her yöreden yemekleri ele alın, o yemekleri bir ansiklopedi haline getirin, o ansiklopedi dünyanın en zengin ansiklopedilerinden biri olur. Burada ilk yapılacak olan iş, benim kanımca valiler belediye başkanları internet sitelerinde yöre yemeklerine dair İngilizce bir bölüm yapmaları olacaktır. Yöre yemeklerinin resimleri konulur, bunları yapan lokantalar gösterilir. Belli evlerle anlaşılır ve turistler oraya götürülür. Seferihisar'da belediye başkanı bu tip girişimlerde bulundu. Biliyorsunuz Seferihisar, Türkiye'deki 5 slow city'den biri. Gökçeada da slow city oldu. Böyle projeler çok başarılı olur. Bundan birkaç yıl önce, başarılı lokantalarımıza destek olalım yurtdışında şubeler açsın diye bir fikir ortaya atılmıştı. Bu iş o şekilde başarılı olmaz. Hem malzemesi oradan alındığı için hem aşçılığa önem verilmediği için fabrikasyon olur. Böyle bir hazinemiz var, o hazineyi ortaya çıkarmak emek ister".
Soyadının anlamı merkez karargah
Milor'un soyadının telaffuzu konusunda titiz olduğunu bilerek başladığımız sohbetimizde dayanamıyoruz ve sanki kulağa bir Edith Piaf şarkısı ismi gibi çalınan soyadının anlamını soruyoruz zira İngilizce ve Fransızca'da soyadı 'İngiliz asilzade' çağrışımı yapıyor. Milor, dedesinin soyadını alma hikayesini ise şöyle anlatıyor: "Dedemin aile adı Mecidiyezade. Soyadını Mecidiyeoğlu yapmak istemiş, komisyon yabancı ad diye izin vermemiş. O da öz Türkçe sözlüklere bakıyor, orijinal bir şey bulmak için. Mil Türkçe'de karargah demek, or da orta/merkez anlamında. Bir de Milor'un melodisi de hoşuna gidiyor, komisyon da kabul ediyor. Tabi dilin İngilizce ve Fransızca çağrışımlarını bilmeden bu isimi koyuyor. Babaannemin dede tarafından bir tarafı Mevlana'nın eşine dayanıyor; Ulusankarahafızlar. Onlar medrese sahipleri, alim bir aile, Babaannem Handan Hanım'ın babası Mustafa Bey Meclis-i Mebusan'da görev alıyor. Eşi de o dönemin aydın kadınlarından. Handan Hanım'da ikisinin 4 çocuğundan biri."