Enerjisiz sanayi devleti; sanayisiz dünya devleti olunmaz
Dr. Ahmet N. Helvacı / İTO Genel Sekreter Yardımcısı
Uluslararası ilişkiler disiplininin en temel klasifikasyonlarından birisi ülkelere ilişkin olanıdır. Bu sınıflandırmaya göre devletler üç temel kategoriye ayrılır: Dünya devletleri, bölge devletleri ve sıradan devletler. Sonuncular uluslar arası ilişkilerde güçlü bir aktör değilken, ikinciler bölgelerinin, birinciler ise dünyanın en etkin devletlerini ifade eder. Tek başına yeterli olmasa da güçlü bir ekonomiye sahip olmadan, ne bölge nede dünya devleti olunamaz. Güçlü bir ekonominin temel koşulu da içerisinde güçlü bir sanayiyi barındırmaktır.
Başta DÜNYA Gazetesi okurları olmak üzere herkesin bildiği gibi Türkiye 2010 yılı itibariyle herkesi büyüleyen bir büyümeye imza atmakta. 2010 sonu itibariyle tarihinde ilk defa milyon TL'lik bir milli gelire ulaşacak olan Türkiye, Cumhuriyetin 100'üncü yılında sadece 500 milyar dolarlık ihracatı değil, dünyanın en büyük ilk on ekonomisi arasına girmeyi de hedeflemekte.
Bu hedef ve gerçekleşmelerin güzel şeyler olduğunu çoğu kişi biliyor ve söylüyor. Bu nedenle, okuduğunuz yazıda söylenenleri tekrar etmek yerine, başaranları kutlayarak bu süreçte görülmeyene ve söylenmeyene odaklanılacaktır.
Giriş paragrafında bir kural olarak ifade ettiğimiz gibi, ekonominin a-b-c'si türünde olan bilgilerden birisi de sanayileşmeden dünya devleti olunamayacağı gerçeğidir. Finans sektörüde dahil olmak üzere salt tarımla, hayvancılıkla, ve hizmet sektörüyle gerçek ekonomik gelişmişlik elde edilemez. Lisans düzeyinde ekonomi okuyanların bile bildiği üzere dünyada sanayileşmiş devletlerin çoğunun tarımı da, hayvancılığı da, finans ve hizmet sektörü de tek başına bunlara dayanan devletlerin rakamlarından genellikle çok daha yüksektir.
Bu yaklaşım bahsedilen sektörlerin önemsiz olduğunu, bu alanlarda yatırım yapmanın gereksiz olduğunu, Türkiye'nin bu sektörlerdeki görece üstünlüğünün limitlerine gelindiğini anlatmaz. Tam tersine, bunlar da önemlidir ve bu alanlarda kapasitemiz sonuna kadar kullanılmalıdır ancak sanayileşme yürüyüşümüzü sekteye uğratmadan, o alanda ufacık bir ihmale dahi yer vermeden.
Türkiye'nin son dönemlerde elde ettiği büyümenin en önemli handikabının cari açık olduğu bilinmekte. Türkiye'nin 9 aylık cari açığı 32 milyar 429 milyon dolar. Bunda değerli TL nedeniyle ara mallar ile genel ithalat artışının önemli bir rol oynadığı ihracat birlikleri ve çoğu ekonomi uzmanı tarafından sürekli ifade edilmekte. Bu gerekçe konjonktürel olarak doğru olmakla birlikte dış ticaret açığımızın ve dolayısıyla da cari açığımızın müzmin nedeni enerjideki dışa bağımlılığımızdır.
Elektrik Üretim Anonim Şirketi'nin (EÜAŞ) 2009 Elektrik Üretim Sektör Raporu'na göre (euas.gov.tr) enerji kaynakları bakımından net ithalatçı ülke konumunda olan Türkiye'de 2009 yılında enerji arzının-petrolde ve doğalgazda %90'ların üzerinde, kömürde ise %20 oranında olmak üzere-toplam %74'lük bölümü ithalat ile karşılanmıştır.
Orta Vadeli Program (2011-2013); 10.10.2010 tarih ve 27725 sayılı Resmî Gazete'de yayımlandı. Program ekinde yer alan temel ekonomik büyüklüklülere ilişkin tabloda enerji ithalatımızın 2010 yılında 37,8 milyar dolar olacağı öngörülmekte. Bu rakamın takip eden yıllarda artış göstererek 2011 yılında 42.9 milyar dolar, 2012 yılında 47.9 milyar dolar ve 2013 yılında 53.1 milyar dolar olacağı öngörülmektedir.
· 2010 (Yıllık) enerji ithalat tahmini rakamı 37.8 milyar dolar. 2010 (Yıllık) ithalat tahmini rakamı ise 177.5 milyar dolar olarak öngörülmekte.
· 2010 Eylül itibarıyla 27.080.149.000 (milyar) dolar enerji ithalatımızın rakamı. 2010 Eylül itibarıyla 130.523.383.000 dolar. İthalatımızın % 20.74'ü.
2009 yılında enerji ithalatımız toplam ithalatımızın yüzde 21.22'si düzeyindeydi. 2010 yılı Eylül ayı itibariyle bu oran yüzde 20.74 olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılı Orta Vadeli Program'da öngörülen değerler referans alındığında ise yüzde 21.29'luk bir oran elde edilmektedir. Takip eden yıllarda hem genel ithalatımız hem de enerji ithalatımızda artış olacağı dikkate alındığında bu oranın 2011 yılı için yüzde 21.5, 2012 yılı için yüzde 21.52 ve 2013 yılı için yüzde 21.67 olacağı öngörülmektedir.
Gelişme düzeyi ile elektrik enerjisinin nihai enerji tüketimindeki payı arasında bir ilişki bulunmaktadır. Sanayinin temel girdileri arasında yer alan enerji sektöründe büyüme rakamları, gelişmiş ülkelere kıyasla Türkiye'de de oldukça yüksektir. Son 10 yılda Türkiye elektrik ve doğal gaz tüketim artış oranları bakımından Çin'den sonra ikinci sırayı almaktadır. TEİAŞ'ın son projeksiyonlarına göre elektrik talebinin 2017 yılında baz talep senaryosuna göre 390.6, düşük talep senaryosuna göre ise yaklaşık 363 milyar kWs düzeyine ulaşacağı hesaplanmaktadır.
Türkiye 2009 yılında 194,063 milyar kilowat saat elektrik üretmiştir. Çoğu kişi ısınma için kullanıldığını sanmasına karşın Türkiye ithal ettiği doğal gazın bile %56'sını elektrik üretiminde kullanmaktadır. Bu rakamlar sürdürülebilir değildir. Türkiye acilen enerji bağımsızlığını elde etmelidir.
Enerji bağımsızlığının tek alternatifi nükleer enerji olmayabilir. Belki bor gibi başka kaynaklar vardır. Ancak bu alternatifin rüzgar gibi su gibi kaynaklar olmadığı aşikardır. Mevcut hükümetin bu konudaki girişimleri takdire şayan olmakla birlikte, bunlar enerji sofrasının garnitürleridir. Global enerji arzında 2009 yılı itibariyle %32 ile doğal gaz en büyük payı alırken, bunu %29.9 ile petrol, %29.5 ile kömür izlemiş, geri kalan %8.6'lık bölüm ise hidrolik dahil olmak üzere yenilenebilir kaynaklardan karşılanmıştır. Türkiye açısından bakıldığında, 2009 yılı itibariyle, toplam elektrik üretiminin %48.6'sı doğalgazdan, %21.7'si yerli kömürden, %18.5'i hidrolik kaynaklardan, %6.6'sı ithal kömürden, %3.4'ü sıvı yakıtlardan, %0.76'sı rüzgardan ve %0.34'ü jeotermal ve biyogazdan sağlanmıştır. Mevcut haliyle ifade edilirse Türkiye acilen nükleer enerjiye geçmelidir.
Bütün gelişmiş ekonomiler incelediğinde nükleer enerji kullanımının oldukça yüksek oranlarda olduğu görülecektir.
Bir yanda, artan fosil yakıt fiyatları, enerji arz güvenliği, sera gazı emisyonları ile ilgili endişeler, diğer yanda ise geliştirilmiş reaktör tasarımlarından dolayı dünyanın pek çok bölgesinde yeni nükleer santrallerin inşa edilmesi beklenmektedir
Neden nükleer enerji? Nükleer enerjinin sadece kurulum maliyeti yüksektir. Nükleer enerji hidroelektrikten sonra en ucuz enerjidir. 4.2 milyar dolarlık doğalgazdan elde edilen enerjinin aynısı 200 milyon dolar tutarında uranyumdan elde edilebilmektedir. Bu nedenle petrol ve doğalgazı olan Rusya-Kanada gibi ülkeler bile nükleer santral kurmaktadır.
Dünyadaki kurulmuş, yapılmakta olan, planlanan nükleer santral sayısı ve elektrik üretimindeki oranları (%) şöyledir:
Nükleer enerji kullanan ülkeler ve rakamlar
Ülkeler Üretim Santral Yapılmakta Planlanan Üretm
milyar kwh sayısı olan oranı
ABD 787.2 104 0 7 19
Fransa 428.7 59 1 0 78
Japonya 291.5 55 2 11 30
Almanya 158.7 17 0 0 32
Rusya 144.3 31 7 8 16
Güney Kore 141.2 20 2 6 39
Kanada 92.4 18 2 4 16
Ukrayna 84.8 15 0 2 48
İngiltere 69.2 19 0 0 18
İsveç 65.1 10 0 0 48
İspanya 57.4 8 0 0 20
Çin 51.8 11 5 30 1.9
Belçika 44.3 7 0 0 54
İsviçre 26.4 5 0 0 37
Çek Cumh. 24.5 6 0 0 31
Finlandiya 22 4 1 0 28
Bulgaristan 18.1 2 0 2 46
Slovakya 16.6 5 2 0 57
Hindistan 15.6 17 6 10 2.6
Brezilya 13 2 0 1 3.3
Macaristan 12.5 4 0 0 38
Meksika 10.4 2 0 0 4.9
Güney Afrika 10.1 2 0 1 4.4
Litvanya 8 1 0 0 3.5
Arjantin 7.2 2 1 1 6.9
Slovenya 5.3 1 0 0 40
Romanya 5.2 2 0 2 9.0
Hollanda 3.3 1 0 0 3.5
Pakistan 2.6 2 1 2 2.7
Ermenistan 2.4 1 0 0 42
İran 0 0 1 2 0
Endonezya 0 0 0 2 0
Kuzey Kore 0 0 0 1 0
Toplam 2658 439 33 94 16
Santral sayısında lider 104 santralla ABD. Onu 59'la Fransa, 55'le Japonya izliyor. Fransa ayrıca, nükleer enerjinin tüm elektrik üretimindeki payıyla da lider. Ülkedeki elektriğin yüzde 78'i nükleerden üretiliyor. Çevreci politikalarıyla dikkat çeken Almanya'da toplam elektriğinin yüzde 32'isini nükleerden sağlıyor. Hızla gelişen Çin mevcutta nükleer enerji kullanımında halen 12 konumda görünmesine karşın, yapmakta olduğu beş, planladığı otuz santralle çok geçmeyen bir zamanda yukarılarda yer alacağı açık. Nükleer enerjinin AB ortalaması %32, OECD ortalaması %23 boyutlarına çıkarken dünya ortalaması %16'yı geçmiştir.
Dünya Nükleer Birliği'ne göre Türkiye dahil 30'u aşkın ülke nükleer santral kurmak için hazırlık içinde. Bu ülkeler: İtalya, Arnavutluk, Portekiz, Norveç, Polonya, Belarus, Estonya, Litvanya, İrlanda, İran, Yemen, Körfez Ülkeleri, Avustralya ve Yeni Zelanda, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, İsrail, Suriye, Ürdün, Mısır, Tunus, Libya, Cezayir, Fas, Nijerya, Gana, Namibya, Şili, Venezüella, Endonezya, Filipinler, Vietnam, Tayland, Malezya, Bangladeş ve Türkiye.
Türk dış siyaseti başarılı mı?
Türkiye Kurban Bayramı hayhuyu içerisinde kaybolan bir şekilde Güney Kore ile yürüttüğü nükleer santral görüşmelerini başarısızlıkla sonlandırdığını Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı'nın ağzından deklare etti. Kullanılan cümle ise çok ilginçti: "Güney Kore bize üçüncü dünya ülkesi muamelesi çekti ve ağır şartlar empoze etti. Bu durum milli onurumuza aykırı olduğu için kabul etmedik."
Sağcısıyla solcusuyla Türk insanının milli onuruna düşkün olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek. Dolayısıyla "Keşke her koşulda imzalasaydınız" dememiz zor. Ancak muhalefet de dahil hiç kimsenin bu şartların neler olduğunun ayrıntısını istememesi çok ilginç (Muhalefet bunları tartışmayacaksa neyi tartışacak?). İnsani ilişkilerde nezaket sahibi bir kültürden gelen ve ekonomik gelişmişliklerini artırma konusunda takıntılı Güney Kore'nin ABD'nin (veya diğerlerinin) bilgisi dışında bu kadar ağır şartları Türkiye'ye dikte ettirmesi mümkün değil. O zaman Türkiye nükleer enerjiye sahip olmak konusunda başta ABD olmak üzere Batı bloğunu ve gelişmiş ülkeleri açıktan ikna edebildi mi? Bu konuda uluslararası blokaja muhatap olmadığımız net bir şekilde ifade edilebilinir mi?
Pozisyonu gereği ekonomiyle de ilgilenen bir insan olarak Dış İşleri Bakanı Sayın Davutoğlu'nun yürüttüğü dış politikada "Türkiye'nin stratejik planlamasında ekonomik rekabet gücümüzün öncelikli yere sahip olduğu"nu (Gürkan Zengin; Hoca, Sh. 263) görenlerdeniz. AK Parti hükümetlerinin Türk dış politikasının inisiyatif alanlarını genişlettiği açıktır. Ancak net bir şekilde deklare ediyoruz ki Türkiye bizlerin göremediği ama varlığını disipliner bilgiden ve sürekli ertelemelerden hissettiği uluslararası tepki yahut çekinceyi minimize ederek nükleer enerji santrallerini kurabilirse Türk dış politikası tam anlamıyla başarılıdır. Gerisi çelik-çomak oynamaktır.
İlgili raporlarda 2020 yılında elektrik üretimimizin %5'inin nükleer enerjiden sağlanması öngörülmekte. Bu öngörü mütevazi bir öngörüdür. Ancak ihale-görüşme iptalleri devam ettiği müddetçe bu öngörünün bile gerçekleşmemesi ihtimali çok yüksektir. Türkiye, en başta (ülkemize çok iyi teklif yaptıklarını söyleyen) Rusya olmak üzere, her alternatifi değerlendirerek, uluslararası konjonktür de lehimizde iken, prestijimiz yüksek ve dünyanın hakim güçlerinden nerdeyse hiçbiri ile görünür bir çatışma yaşanmadığı bu dönemde acilen nükleer santrallerin yapımını gerçekleştirmelidir.
Bir mini değinimiz de nükleer enerji protestocularına olacak. Onların demokratik tepki haklarına saygı duyduğumuz için bariz çelişkilerine, uluslararası süper güç ve şirketlerce kullanıldıkları ihtimaline işaret etmeyeceğiz. Yalnız iki-üç sıradan insanın fantastik showlarının Türkiye'nin gerçek resmi olmadığını herkesin bildiğinden emin olmalarını isteriz.
Türkiye'nin kahir ekseriyeti ülkesinin enerji dahil kendine yeterliliğini ve bu konularda tam bağımsızlığını elde ederek dünyada "denge ülke" olmasını istiyor.