“Enflasyon ve faiz”
Doç. Dr. Volkan ALPTEKİN / Celal Bayar Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekan Yardımcısı Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı
Uzun zamandan bu yana siyaset kurumu ile Merkez Bankası (MB) arasındaki görüş ayrılığı çok net bir şekilde kamuoyunun gözü önünde gittikçe uçlaşan bir şekilde ilerlemekte. Bu tartışmanın odağında da enflasyon ile faiz arasındaki ilişkinin yönü oturtulmakta. Yani siyaset kurumu tarafından faizin enflasyona sebep olduğu iddia edilirken, para politikalarının yürütülmesinden sorumlu olan MB tarafından ise enflasyonun faize sebep olduğu kabul edilmektedir. Pek tabi para politikaları anlamında ekonomi gemisinin dümeninde MB yer alığından rotayı da MB çizecektir. Tabi burada ekonomi yönetimi ile uyumlu bir şekilde ilerlemek piyasaya önemli mesajlar verebilmek anlamında da çok önemli bir yerde durmaktadır. Her ne kadar MB tayin edilen para politikası amaçlarına ulaşmak için kullanılan araçları seçmek ve uygulamak anlamında “bağımsız” olsa da piyasalar için “istikrar” oldukça önemli bir anahtar kelimedir.
Taraflar arasındaki tartışmanın boyutu o kadar alevlendi ki; medyanın neredeyse her gün Merkez Bankası Başkanı'nın istifa edebileceğine ilişkin haberlerle manşete çıkması istikrar ortamının tekrar gözden geçirilmesine ve döviz kuru ile ülkenin risk priminin yükselerek bir üst faza geçilmesine neden olmaktadır. Buraya bir virgül koyarak tarihin tozlu sayfalarında geriye doğru bir seyahatle 1990’lı yılların başına gidelim. Burada bizi karşılayan tüm anaçlığıyla Başbakan Tansu Çiller, mevzu yine yüksek reel faiz. Her şey 1993 yılının Kasım’ında Başbakan Tansu Çiller’in bu kez devlet borçlanması için yapılan ihaledeki %80 faiz oranını çok benzer bir motivasyonla fazla bularak (faiz nedendir) söz konusu borçlanma ihalesini iptal etmesiyle başlamıştı. Uluslararası finans kapital ağlarını Türkiye için örmeye başlamıştı. İlk olarak adını çok yakından bildiğimiz bir kredi derecelendirme kuruluşu olan Moodys sahne aldı ve Türkiye’nin kredi notunu cari işlemler açığının tehditkar boyutta olduğu ve kamunun borç finansmanının bozulduğu gerekçesiyle düşürdüğünü ekonomi kamuoyu ile paylaştı. Nihayet krizin işaret fişeği de ateşlenmişti. Ne yaptığının bilincinde olan finans kapitalin sermayecikleri daha muhteşem bir dönüş için oluk oluk ülke dışına çıkmaya başlamıştı. Tabi bu arada eline fırsat geçen ve ekonomi bilimi de bir ülkeye ders verircesine tüm mekanizmalarıyla süreci işletiyor ve krizi Türkiye için bir yıkım haline getiriyordu. Döviz fırlamış, bankalar arası piyasada faiz oranı %150 düzeyine çıkmıştı. İşte böylesine 1993 Kasım’daki borçlanma ihalesinin iptaliyle kesintiye uğrayan borçlanma süreci, 28 Ocak’ta yaklaşık 2 aylık bir süre içinde devlet borçlanması için yeni bir ihalenin toplanmasıyla nihayete eriyordu. Tabi burada kabul edilmek zorunda kalınan faiz oranının %140 olması, Tansu Çiller komutasındaki tüm ekonomi yönetiminin artık ünlerini Türkiye Ekonomisi kitaplarına taşımasına neden olacaktı. Eskilerde bir deyiş vardır; “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur.” Dün yaşanan tartışmanın ve dayatmanın Türkiye için yalnızca ekonomik değil toplumsal olarak da travmatik bir yanının olduğu gerçeğini sürekli aklımızın bir kenarında tutarsak yaşayabilmek için kandan bile beslenebilen bir yapı üzerine inşa edilen uluslararası finansal mimarinin dehlizlerinde kaybolmadan aydınlığa çıkabiliriz.
Bugünün tartışmasını Türkiye ekonomisi laboratuvarındaki “Tansu Çiller İnatlaşması” deneyiminden hareketle yorumlamak gerekirse; Evet faiz bir sonuçtur; “Üretmeden tüketmenin bir sonucudur”, “Yurtiçi tasarrufların yetersizliğinin bir sonucudur“, “Tasarruf ithal etmenin bir sonucudur”, “Döviz gelirlerinin yetersizliğinin bir sonucudur”, “Ülkenin dış ticaretindeki yapısal dengesizliğin bir sonucudur”, “Sermaye biriktirememenin bir sonucudur”, “Kalkınamamanın bir sonucudur”, “ Siyasi-ekonomik istikrarsızlığın bir sonucudur”, “Ülkenin risk priminin bir sonucudur”, … Söz konusu edilen yapısal sorunların ihmal edilip yalnızca I = I0-bi denklemindeki gibi yatırım ortamının tek determinantı olarak algılandığında ve hedeflendiğinde, Evet faiz bir nedendir; “Krizin nedenidir“, “İstikrarsızlığın nedenidir”, “Döviz kurunun aşırı oynaklığının nedenidir”, “sermaye çıkışının nedenidir”, “Yıkımın nedenidir”…
Böyle düşünüldüğünde maalesef siyaset mekanizması ile var olmak zorunda olan ekonomi yönetiminin belli dönemlerde rasyonel olmayan bir rotada ilerlemesinden toplumun tüm katmanlarının olumsuz etkileneceği aşikardır. Burada emniyet freni olarak devreye girmesi beklenen toplumsal duyarlılık ve toplumsal kaygı hislerimizi kiraya verdiğimiz için kullanamadığımızdan dolayı bu tartışmanın bedelini toplum olarak ağır ödeyeceğiz gibi.