G-20 kararlarının gerçek yüzü
Dr. Hamit BOZKURT / Eski Maliye Müfettişi
G-20 toplantısı sonuçlarından batılı gelişmiş ülkeler çok memnun. Obama'yla birlikte Brown, Merkel, Sarkozy ve benzerleri deyim yerindeyse zil çalıp oynuyorlar. Kararların özeti şudur. Gelişmiş ülkeler trilyonlarca ilave sanal dolar yaratacaklar. Bu sanal dolarları IMF ve Dünya Bankasına fon olarak verecekler. Bu kuruluşlar gelişmekte olan ülkelere ihsanda bulunuyormuş görüntüsünde bu sanal fonları borç olarak verecekler. Ama borçlar sanal değil gerçek borç olacak. Böylece Türkiye gibi ülkelerde dolar kuru ciddi bir şekilde düşecek, batıdan ithalat tekrar cazip hale gelecek, yerli üretimi ezebilecektir.
Bu şekilde batının sanal olarak yaratığı dolarları sanal olmayan borç olarak alıp, batının mallarına gerçek harcamalar yapacağız. Batının gerçek üretimini, istihdamını ve gelirini artırmak için yine borçlanıp boğazımıza geçirmeye devam edeceğiz. Ürettiğimizden çok tüketmeye, borç yiyerek tüketmeye yeniden başlayacağız. Yerli sanayiimiz, özellikle ihracatımız zaten var olan kriz ortamında oldukça zorlanırken birde aşırı şekilde düşen döviz kurları ve tekrar ucuzlayan yabancı rakip mallar karşısında daha da zorlanacak. Kararların amacıda budur. IMF'in, Dünya Bankası ve benzeri kuruluşların vereceği trilyonlarca sanal dolar, gelişmekte olan ülkelerin batıdan sanal değil gerçek borçlanarak batının mallarına harcama yapılsın ve batının sanayicisi rahatlasın amacındadır. Bu ne demektir? Ülkelerin üretimleri global dünyada birbirinin rakibi olduğuna göre Türkiye gibi ülkelerde döviz kurunu düşürerek, başka bir deyişle batının mallarının rekabet gücünü bizim mallara göre artırarak pazar payını ve üretimini artırmak demektir. Bu amaçlara uygun bir plan çıktı G-20 den. Bu nedenle öncesinde çok tedirgin ve hırçın olan Fransa'nın Sarkozy'si ve Almanya'nın Merkel'i de kararlardan memnunlukta Obama'dan ve İngiltere'nin Brown'undan geride kalmadılar.
Bazı yerli lobilerin çıkarları ile batı kapitalizminin Türkiye'yi pazar olarak kullanma çıkarları uyuştuğu için, yerli sözcülerin köşe yazılarına ilaveten zaman zaman Dünya Bankası, IMF ve batının diğer etkili finans kurumlarının eski ya da yeni temsilcilerinin övgülerine sıkça rastlayabiliriz. Bu tür gayretler önceden beri vardı. Mesajlara bir örnek verelim. 10 Aralık da basınımızda ön planda verilen, Dünya Bankası Türkiye eski Direktörü Andew Vorking' un mesajlarından sadece bir paragrafı şöyle. Türkiye'nin IMF ile hemen bir anlaşma yapmasının önemli olduğuna dikkat çekerek, "ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası gibi kurumlarla likidite konusunda işbirliği sağlaması (yani IMF' e ilave bunlardan da borç alması), önem taşıyor" önerisinde bulunmuştu.
Eğer son altı ayda da IMF veya bir şekilde batıdan yeterince borç alıp yemeye devam edebilseydik son aylarda kapanmış olan cari açık önceki hızıyla devam edecek, ülkemizin borçluluğu ve dışa bağımlılığı da artmaya devam edecekti. Küresel krizin ülkemiz için bir faydası borçlanma kanallarını tıkayarak bizi kendi imkanlarımıza yönelmeye mecbur etmesiydi. Ama bu son birkaç aylık dönem bizim için uyuşturucuya karşı tedavi süreci gibi idi. Tedavi süreci olduğu için acı veriyordu. Popülist değildi. Gelecek nesilleri sömürmemize, doğmamışların hakkını yememize imkan vermiyordu. G20 kararları bu kanalları şimdi tekrar daha geniş açıyor. Öyle görünüyor ki uyuşturucu müptelasına uyuşturucu teklif edildiğinde müptela nasıl koşarak kabul ederse bizde öyle yapacağız.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde döviz kurlarının düşük kalması, hatta daha da düşürülmesi için global oyuncularca çok büyük çaba sarf edilmektedir.
Batılı ülke çıkarlarının yanı sıra, onlara ilave olarak ülkemizde sıcak para, portföy yatırımı yapmış yabancı fonların çıkarları da bu süreci gerektiriyor. Bu fonların gelişmekte olan Türkiye gibi ülkelerdeki sıcak para yatırımları, yerel para cinsinden (Türkiye'de lira cinsinden) olduğundan döviz kuru düştükçe bunların kazançları artıyor (varsa zararları azalıyor). Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki döviz darlığı nedeniyle bu fonlar yerel paradan, örneğin Türkiye'deki lira portföylerinden dolara dönüşe geçince döviz kuru yükseliyor. Örneğin Türkiye'de dolar kuru 1.8 olduğunda, sıcak para lira portföyünün Türkiye'deki varlığı 60 milyar dolar ederken, merkezlerine götürebilecekken, dolar kuru 1.2 olduğunda 90 milyar dolara yükselmektedir. Yani sadece Türkiye'den aynı miktar lira ile 30 milyar dolar daha çok alacaklı hale gelmektedir. Brezilya, Meksika, Güney Kore, Singapur ve daha çok sayıda gelişmekte olan ülkeleri hesaba kattığınızda bu mekanizmanın Soros gibilere sağlayacağı fayda ( bu ülkelere vereceği zarar) yüzlerce milyar doları bulmaktadır. İşte küresel fonların ve batılı devlet ve kurumların gelişmekte olan ülkelere kredi seferberliğine yönelmesinin önemli sebeplerinden biriside budur. Lira portföylerinden daha çok dolar sağlamak. Halbuki IMF ve FED in bu ülkelere vereceği krediler dolar olarak verilecek ve dolar olarak herhangi bir erime, azalma söz konusu olmayacaktır.
Gelişmiş batılı ülkelere göre, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin batının gelişmiş ülkelerinden ithalatları azalmamalı, mümkünse artmalıdır. Böylece gelişmekte olan ülkelerin ithalatı ile kendi ekonomileri taleple beslenip kendi vatandaşlarına gelir yaratırken (tabiki bu Türkiye için yerli üretimi, vatandaşlarımızın gelirini azaltan tersine bir etkidir) aynı zamanda batı ekonomilerine bağımlılıkları devam edecek ve mümkünse artacaktır. Bu nasıl sağlanabilir. Elbette bu ülkeler borçlandırılarak.
Batının serbest piyasa finans sistemi bu borçlandırmayı şimdiye kadar kendiliğinden yapıyordu. Fakat şimdi krize girdi ve yapamıyor. O halde gelişmekte olan ülkelerin bu borçlanıp bağımlı kalma, kendi öz üretimlerine dönme yerine batıdan ithal etme alışkanlıklarını sürdürebilmeleri için batının büyük oyuncularının çareler bulmaları gerekiyor. Ne olabilir bu çareler? Batının özel sektör finans sistemi borçlandırmaya devam edemiyorsa o zaman kamu kurumları devreye girip Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri borçlandırmaya devam etmeliler. Hem IMF, hem de ( daha da ilginci tarihinde ilk defa) ABD merkez bankası (FED) gelişmekte olan ülkelere daha önce görülmedik bir şekilde borç verme yarışına girdiler. Ama batı ekonomisine onlarda yetmeyince, şimdi G-20 toplantısıyla ölçek daha da büyüdü ve IMF ve Dünya Bankasına trilyon doları aşan borçlar vermesini sağlayacak sanal sermaye verilecek. Bir bakıma gelişen ülkeleri borçlandırma parası sanal olarak basılmış olacak. Yani krizi aşmada gelişmekte olan ülkeleri borçlandırıp sömürmek bir araç olarak kullanılmaktadır.
Türkiye'de döviz kurlarının daha düşmesini isteyenler veya bu yönde girişimde bulunanlar bilmeyerek (bazı bağlantılı kişiler ve şahsi çıkarı gerektirenler ise bilerek) diğer batılı büyük oyuncularla aynı amaca hizmet etmektedirler.
Artık cari açık yoluyla yabancı malı tüketmek için yabancılardan borçlanmak, borçlanılan dövizleri düşük kur sayesinde artan ithalatla tekrar yabancılara geri vererek ülke olarak geleceğimizi tüketmekten vazgeçmeliyiz. Daha 2008 Ekim ayına kadar söylendiği gibi "cari açık problem değil borçlanabiliyoruz" diyerek, günü güllük gülüstanlık göstermek uğruna geleceğimizi dinamitleme politikası katiyetle geride bırakılmalıdır. Döviz ihtiyacımızı daha çok ihracat yaparak, daha çok turizm geliri sağlayarak, daha az ithalat yaparak karşılamalıyız. Döviz kuru politikası bu amaca yönelik olmalı, tamamına yakını tüketim esaslı hammadde, aramal ve tüketim malı ithalatına yapılan harcamaları, popülist nitelikli harcamaları azaltıp onun yerine enerji yatırımlarına, verimlilikte dönüşüm yaratacak teknoloji ve kalkınma yatırımlarına harcamalıyız.
Şu anda şahsen dövize tek bir lira bile yatırmış değilim. Döviz kurunun düşürülmesi şahsi çıkarlarım için ters değildir. Aksine lira varlığımın döviz değeri artacaktır. Ancak ülkemin, gelecek neslimizin çıkarları için terstir.