Global Ekonomik Kriz ve Alınabilecek Önlemler
Doç. Dr. Selva Demiralp / Koç Üniversitesi
Bugün yaşamakta olduğumuz kriz, ilk olarak ABD'de konut fiyatlarında oluşan balonun patlaması ile Ağustos 2007 de patlak verdi. Ev fiyatlarının duşmesi, ev kredisi (mortgage) alanların borçlarını ödeyemeyecek noktaya gelmeleri ve bunun sonucunda bu kredilerden türetilmiş ipoteğe dayalı menkul kıymet senetlerinin (mortgage backed securities) değer kaybı krizin hızla yayılmasına sebep oldu. Krizin böylesine hızlı ilerlemesi ve bugün şahit olduğumuz boyutlara varması makro-iktisatçıların beklentilerinin çok ötesinde gelişmelerdi. Basit bir örnek verecek olursak, daha geçen sene bu zamanlarda ABD'nin resesyona girip girmeyeceği, krizin belki de sadece bir ekonomik yavaşlama ile sınırlanacağı gündemdeki konular arasındaydı. Bugün geldigimiz noktada ABD'nin resesyona girdiği resmileştiği gibi hızla dünyanın diğer ekonomilerini vuran, ve oralarda da resesyona sebep olan bir krizle karşı karşıyayız.
Yaşanan global ekonomik kriz Türkiye'yi ne şekilde etkiler?
Global ekonomik krizin Türkiye'yi birkaç kanaldan etkilemesini bekleyebiliriz:
i)Dış talepte daralma
ii)Azalan global likidite ile birlikte cari açığın finansmanının zorlaşması ve buna bağlı olarak TL'nin değer kaybetmesi
iii)Dışarıdan fon bulmakta zorlanacak olan bankaların oluşmakta olan güvensizlik ortamının da etkisiyle kredi arzını azaltmaları
Peki bu hususlarda neler yapılabilir?
Yukarıda sayılan maddelerden ilk ikisi bizim dışımızda faktörlerden kaynaklandığı için kısa vadede bu etmenler konusunda yapabileceklerimiz oldukça sınırlı. Ancak üçüncü madde konusunda birşeyler yapılabilir ve de yapılıyor. Peki nelerdir bu yapılanlar?
Krizle ilgili yapılanları anlatmadan önce kısaca bunu anlayabilmek için gerekli olan parasal aktarım mekanizmasından bahsetmek gerekir. Parasal aktarım mekanizması merkez bankasının almış olduğu bir para politikası kararının milli gelir ve enflasyon gibi hedefler üzerindeki etkilerinin hangi ara yollardan geçerek gerçekleştiğini inceleyen mekanizmadır. Bu mekanizmanın ana dallarından olan ve parasal iktisat literatüründe "Krediler Kanalı" (Credit Channel) diye adlandırılan mekanizma para politikasının banka kredi arzını ne şekilde değiştirebileceğini inceleyen kanaldır. Krediler kanalının kendi içinde alt kolları da bulunmaktadır. Bu alt kanallardan borç verme kanalı (Lending View) merkez bankasının faizleri hiç değiştirmese dahi sırf piyasadaki likidite miktarını değiştirmek sureti ile banka kredilerini etkileyebileceğini idda eder. Örneğin merkez bankası gevşek para politikası uygulayıp piyasaya daha fazla likidite sürerse banka mevduatları artar ve daha fazla fon bulan bankalar da bunu daha çok kredi vererek piyasaya yansıtırlar. Buna karşılık genel krediler kanalı (Broad Credit Channel) ya da bilanço kanalı (balance sheet channel) kredi arzındaki azalmayı merkez bankasının faiz hedefinde yaptığı değişiklerin bir sonucu olarak algılar. Yine yukarıdaki örnekten devam edecek olursak, gevşek para politikası sonucu faiz indiren bir merkez bankası, firmaların net değerlerinin artmasına, borsanın yükselmesine ve bu şekilde kredi başvurularında gösterilen teminatların güçlenmesi sayesinde kredi arzının artmasına imkan sağlar. Her üç kanalın da ortak noktası yukarıda da vurgulandığı gibi merkez bankasının gevşek ya da sıkı para politikası uygulamak suretiyle kredi arzını arttırması ya da azaltmasıdır.
Şimdi yukarıda saydığımız maddelerden üçüncüsüne geri dönüp bu konuda bizim merkez bankamızın ne şekilde önlem aldığını tartışabiliriz. Türkiye'de bankacılık sisteminin en önemli fon kaynağı zorunlu karşışığa tabi yükümlülüklerdir. Daha gelişmiş finansal sistemlerde, bankaların ağırlıklı olarak müşteri insiyatifinde değişen bu hesaplara ilave olarak "denetlenen pasifler" (managed liabilities) dediğimiz, kendi insiyatifleri doğrultusunda değiştirdikleri fon kaynakları vardır (mevduat sertifikaları buna güzel bir örnektir). Türk bankacılık sisteminin bu tür alternatif fon kaynaklarından yoksun oluşu ve iç piyasaların yeterli derinliğe sahip olmaması bankları dış kaynak aramaya yöneltmiş ve sendikasyon ve sekuritizasyon kredilerinin banka pasifleri içerisinde önemli bir rol oynamasına neden olmuştur (bkz. Demiralp, 2008). İşte durum böyleyken patlak veren kriz, dışarıdan sağlanan bu kredi musluklarını kısmış ve bankaların kredi verebilmek için önemli bir finansman kaynağını kurutmuştur. Peki bu noktada merkez bankası ne yapmıştır? Yukarıda bahsetmiş olduğum krediler kanalı teorisi merkez bankasının gevşek para politikası uygulayarak kredi arzını arttıracağını ileri sürmekte idi. Nitekim TCMB'nin Aralık ve Ocak aylarında yapmış olduğu faiz indirimleri işte tamamen bu problemin giderilmesi için atılmış, yerinde adımlardır. TCMB'nin bu kararları bazı kesimler tarafından eleştirilmiş ve enflasyon hedeflemesinin ikinci plana atılması olarak yorumlanmıştır. Ancak burada unutulmaması gereken, ekonomik krizin getirdiği yavaşlamanın enflasyon üzerindeki olumlu etkisidir. Nitekim TCMB de faiz kararları sonrası yapmış olduğu açıklamalarda alınan kararların ekonomik krizle gelen yavaşlamaya bir tepki olduğunu ve enflasyon hedefi ile örtüşmekte olduğunu açık bir dille vurgulamıştır. Bu noktada merkez bankalarının iletişim politikalarının da önemine dikkat çekmek istiyorum. 1994 sonrasında Fed'in faiz değişikliklerini ilan etmesi ile başlayan açıklık ve şeffaflık akımları tüm merkez bankalarını etkilemiş ve 2003 yılından beri enflasyon hedeflemesi yapan TCMB de bu akımları başarı ile takip etmiştir. Bugün gelinen noktada para politikasını daha şeffaf bir şekilde uygulayan merkez bankalarının finansal piyaslar tarafından daha çabuk bir şekilde algılandıkları, gerek uzun vadeli faiz oranlarının gerekse borsaların merkez bankası kararlarına cok daha çabuk cevap verdikleri, ve dolayısı ile parasal aktarım mekanizmasının daha hızlı işlediği belgelenmiştir (Bkz. Demiralp ve Jorda, 2004, Demiralp ve Yilmaz, 2008). Dolayısı ile bizim merkez bankamızın da hiç geç kalmadan bu trendleri yaklamış olması, iletişim politikalarına ağırlık vermesi takdir edilmesi gereken önemli bir noktadır.
Bu noktada sorulabilecek iki soru var. Birincisi, kredi arzının arttırılması için alınabilecek başka önlemler var mı? Bu sorunun cevabı evet. Banka kredilerini arttırmak için alınabilecek bir önlem kredi garanti fonudur. Kredi garantisi, bankaların verdiği kredilerin devlet garantisi altına alınmasıdır. Ekonomik krizle birlikte değişik ülkelerde yürürlüğe konulmuş olan bu planın ABD'de de yürülüğe konulması gündeme getirilmektedir. Türkiye'de de Odalar Birliği öncülüğünde bankalar birliğinin bu konuya öncelik vermesi kredi arzının tekrar canlandırılmasında önemli rol oynayacaktır.
Sorulabilecek ikinci soru ise şu : TCMB'nin bugüne kadar aldığı önlemler yeterli midir? Fed örneği ile karşılaştırıldığında daha baska önlemler alınamaz mıydi? Bu tür bir karşılaştırma kanımca çok yerinde olmaz. Nedeni ise ekonomik krizin ABD ve Türkiye'yi etkilediği kanalların çok farklı olması. Yazının başında da vurguladığım gibi ABD'de kriz bankaların ellerinde bulundurdukları ipoteğe dayalı menkul kıymet senetlerinin erimesi ile bir güvensizlik dalgası olarak patlak verdi. Bankalar birbirlerinin ne kadar kaybı olduğunu bilemediklerinden birbirlerine borç vermez duruma geldiler. Bu aşamada Fed yerinde bir kararla bankalara direk borç verme araçları geliştirdi. Bizde ise bankalar bu şekilde bir kayıp yaşamadılar. Dolayısı ile birbirlerine karşı güvensizlik ya da borç vermeme gibi sorunlar bizde görülmedi. Bizim sorunumuz dışarıdan gelen fonların tıkanmasına bağlı olarak kredi arzının azalması idi ve TCMB'de sorunu yerinde teşhis ederek bunu giderici önlemleri aldı.