Göçün 50'nci yılı
Dr. Mustafa AŞULA / Emekli Büyükelçi
Almanya'ya işgücü gönderilmesinin üzerinden elli yıl geçti. Bu münasebetle İstanbul'dan Berlin'e bir tren kaldırıldığını gazetelerde okuduk. Söz konusu düşünce ve tertip, sadece bir nostaljinin canlandırılmasına yönelik ise bunun etkisi uzun sürmez; tren ve yolcuları Berlin'e vardıktan sonra, belki peron kısa bir süre için hareketlenir, ancak başka trenler makası devraldığında, oyun da biter.
Halbuki Almanya'ya işgücü sevkıyatı, ülkenin ekonomisi yanında, bundan çok daha önemli olarak, sosyal ve hatta siyasi yapısında çok hayati bir dönüm noktasıdır.
Bugün dünyada 20 ekonomi arasında 16'ncı sırada yer alan Türkiye o tarihlerde (1961) daha iktisat literatüründeki yerini bile tayin edememişti. Sınırlı kaynakların, yeni kurulan Devlet Planlama Teşkilatı eliyle optimum bir biçimde kullanılması esas ilke olmakla beraber, hem dış ticaret ve hem de ödemeler dengesi, tüm mütevazi ölçeklere rağmen, bir türlü tutturulamıyordu. İçeride istihdam ve üretimle karşılanamayan hesap açıkları için mutlaka önemli miktarda bir dış girdiye ihtiyaç vardı. Bunu ne sınai ihracatla ve ne de o zamanki turizm ve benzeri hizmetlerle karşılamak olanağı mevcuttu.
II'nci Dünya Savaşı tüm Almanya ile birlikte, umutları da yıkmış, yerle bir etmişti. İş mucizeye kalmıştı. İlk Şansölye Adenauer ve ilk İktisat Bakanı Erhard (daha sonra Şansölye) bu sahnenin merakla izlenen oyuncuları olarak öne çıktılar. Almanya küllerinden yeniden doğacaktı. Arta kalan kırık dökük teknolojinin bilek gücüyle işler hale getirilmesi gerekiyordu. Filhakika ilk günlerde ülkeye bu amaçla İspanyollar, Portekizliler, İtalyanlar, Yugoslavlar ve Yunanlılar davet edilmişlerdi. Yetmiyordu; adeta selektif çalışan bu kesimin bıraktığı boşluğu doldurmak kaçınılmazdı. İşte Türkiye ve Türkler bu aşamada hatıra geldi ve peyderpey devreye sokuldular. Çok seviliyorduk, çünkü iş ayırımı yapmıyorduk. Ayrıca, zamanın ve hele tatilin de bizim için pek önemi yoktu. Bu yüzden adımız 'yabancı işçi' değil, fakat 'misafir işçi (Gast Arbeiter )' idi.
Türkiye'de ailelerimize gönderdiğimiz tasarruflar, neredeyse o tarihlerdeki ihracat gelirlerimizin yarısı mertebesindeydi. Ankara'da yönetim memnundu. Zira Sirkeci'den vagonları doldurup yola salmanın ötesinde bir şey yapmıyordu. Münih Garı'nda neler yaşandığı ile ilgilenen yoktu. İnsanımız hem sıkı kuralcı Almanya karşısında sahipsizdi ve hem de kendilerini bekleyen, sonraları içeride tarifsiz tahribatı görülen, büyük ideolojik cereyanlar karşısında savunmasızdı. Ta ki, 1964 yılı Ağustos ayında göreve atanan, zamanın Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Ziya Müezzinoğlu, Bonn Büyükelçisi olarak, öncelikle bu işe koyuluncaya kadar.
Büyükelçi Müezzinoğlu önce çalışanlarımızın ülke sathında örgütlemesini, dernekler kurulmasını sağladı. Bu dernekler daha sonra federasyona dönüştü. Böylece insanımız Alman makamları karşısında bu çatı örgütleri marifetiyle muhatap hale geldiler. Buna paralel aşama ise, çalışanlarımızın ülke ile yurt ile kültürel ve manevi bağlarının muhafaza ve geliştirilmesi oldu. Bu maksatla kültür dernekleri ve merkezleri kuruldu. Türkiye'den tayinen getirtilen öğretmenlerimiz Türkçe derslerin okutulmasına ve Türkçe'nin müfredata girmesine amil oldular.
Ancak şahıs ve şahıslarla kaim olan bu çabalar uzun sürmedi. Önceleri çalışanlarımızın tasarruflarının Türkiye'de yatırımlara dönüştürülmesi plan ve projeleri bilinen nedenlerle yürümedi, arkasından, 1970'lerin sonlarına doğru, Almanya işçi alımını durdurduğu gibi, katma protokolün öngördüğü işgücünün serbest dolaşımına karşı çıktı. Ankara'daki yönetim ise, kısa yolu deneyerek, Almanya ile pazarlık yollarını denedi. Ekonomi ve siyasetteki çok önemli Almanya faktörü böylece kayboldu ve iş rayından çıktı.
Kendi başının çaresini aramak zorunda kalan insanımız, itiraf etmek gerekir ki, ortada, art niyetli birçok girişime açık hale geldi. Şimdilerde yapılmak istenen bu dağınıklığı bir yerinden yakalayıp, toparlamak mı? Şahsen bundan da emin değilim. Arada bir hatıra gelen jestlerle 2.5 milyonluk, bu defa eskisine göre daha eğitimli, iş güç ve meslek sahibi bir kitle kolay manipüle edilebilir mi? Yoksa, geç de olsa, çok yönlü yeni bir Almanya politikasının alt yapısını artık hazırlamaya koyulmak mı lazım? Düşünmek gerek.