İktisatçılara çağrı

Güven BORÇA

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

İktisadın tanımı yapacak akademik unvanım ve iktisat konusunda tartışacak donanımım yok ama işin toplumdaki algısına yönelik bir fikir sahibiyim. Bugün iktisatçılarımıza toplumdaki bu algının değiştirilmesi için çağrıda bulunmak istiyorum. Popüler konuşmacılarımızdan biri geçen seneki Perakende Konferansı‘nda bir oyun oynatmıştı. Sahneye yirmi kişi çıkarttı. Bir kişi boşlukta oturur gibi yapıp dizlerini kırdı. Diğeri gelip birincinin dizlerine “sahiden” oturdu. Diğerleri bir öncekinin dizine oturdu ve neticede çember tamamlandı. Ortada oturacak herhangi bir şey yoktu ama sonuçta “herkes” oturdu. Hocanın o günkü mesajı “takım ruhu” olsa da bu model, iktisadı anlatmak amacıyla, Akşam gazetesi yazarlarından dostum Cemalettin Nuri Taşcı tarafından da kullanılır. Şöyle der CNT: İktisat tam da böyledir. İki anlamda… Birincisi, herkes iktisadi çemberin oturan birer oyuncusudur. Yani herkes birbirinin “kucağına” oturur. İkincisi, iktisadi kavramlar, mesela faiz, büyüme, borç, emisyon vesaire birbirlerinden başka herhangi bir “dışsal” ve “concrete” dayanağa ihtiyaç duymayan, “birbirlerinin dizine oturan” kavramlardır.

Benim anladığım şekliyle iktisadı biz “yaratırız.” Allah bize bir dünya ve bitkilerle hayvanları verdi. Buradan 60 trilyon dolarlık bir ekonomiyi ise insanoğlu yarattı. Bunun tadını alan “ortak akıl” bir vadede 160 trilyonu da görür çünkü formül bizde. Dışsal bir kaynağa ihtiyacımız yok. Çevreyi tüketme ihtimali dışında bir sınırımız da... Baş edemediği hayvanları evcilleştiren insanoğlu buradan bir zenginlik yarattı. Toplayıcılıktanorganize tarıma geçti, daha da zenginleşti. Ticareti, pazarlamayı buldu, çimentoyla demiri birleştirdi, insanları kentlere tıkıp toprağa rant kattı, seri imalatı geliştirdi ve ortak akılla bu zenginlik katlanarak arttı. Eminim gelecek yıllarda şimdi aklımıza gelmeyen yeni pazarlar gelişecek.

Şimdi bunu zaten bilen iktisatçılara tere satacak değilim ama bilin ki sokakta halk bunu böyle algılamıyor. İnsanlar zenginliğe bir dış referans arıyor. Sanki yaradan cebimize bir miktar para koyup “hadi bunu harcayın” demiş gibi. Bugün olduğu gibi, muhtemelen tarihin her döneminde temel ihtiyaç -lüks tüketim ve reel ekonomi- sanal ekonomi tartışmaları yaşandı. Mağarada yaşayanlar ilk evi yapan adamı “lüks meraklısı“ olarak görmüşler miydi acaba? Ya da bugün örneğin mücevheri gereksiz bir tüketim objesi olarak değerlendirenler insanların daha ekmeği bulmadan önce takı takmasına ne diyorlar? Son zamanlarda bir grup arkadaşla “hala kaynaklar kıt mı?” sorusunu tartışıyoruz. Bu bağlamda seksenlerde hayatımıza giren “ekonomi” konusunda ilk bilgi kaynağım olan ve kıt kaynaklar bahsi ile başlayan Besim Üstünel Hoca’nın kitabına tekrar baktım. Girişte “fizyokratlardan” bahsediyor. 18. yüzyılda “reel” ve üretken olan tek şeyin toprak olduğunu, tarım dışı faaliyetler olan ticaret ve sanayinin fiktif olduğunu savunuyorlarmış. Aklıma bizim reel ekonomi tartışmaları geldi. Acaba çocuklarımız da biz reel ekonomi müritlerini nasıl tanımlayacaklar? “Ya biliyor musun, rahmetli dedem sanayi dışında hepsi yalan derdi”.

Ne reel ne sanal? Ve ne gerçek ihtiyaç ne lüks tüketim? Bunu tekrar tartışsak iyi olur. Daha doğrusu en sonunda bunları ayırmanın lüzumsuzluğuna varsak. TOBB liderliğinde başlatılan “kriz varsa çare de var” kampanyasının ana meselelerinden biri de bu konuyu tartıştırmak. Ekonomiyi biz yaratırız. Üretir, istihdam sağlar ve bunun neticesinde tüketiriz. Bu bir döngüdür. Biri olmazsa hiçbiri olmaz.

Bir pazarlamacı olarak yıllardır bir ürün için “bu gereksiz tüketimdir” diyen kişilere hep “neye göre?” diye sorarım. Bugün insanlar mücevher almasa, modayı iptal etsek. Hayrettin Karaca gibi bir kazağı yirmi yıl, bir telefonu on yıl kullansak işsizliğin en az yüzde on artacağına garanti veririm.

Yine zaruri ihtiyaç gibi görünmeyen futbol endüstrisini yok etsek, abur cubura yüz vermesek, kayınpederim gibi dışarıda hiç yemek yemesek, taksiye binmesek, bahşiş vermesek işsizlik iki katına çıkar ve yarı yarıya fakirleşiriz. Hayat da tatsızlaşır. Yine aynı şekilde kredi kartının, bireysel kredinin ve finansçılar tarafından icat edilen muhtelif enstrümanların kötülüğün kaynağı olarak görmek de ekonomide bir dış referans arama ihtiyacının neticesidir.

İnsanoğlunun kağıt parayı bulmasıyla değişik ödeme sistemlerinin keşfi arasında ne fark var? Biri devlet aracılığıyla yapılıyor, diğeri özel sektör tarafından. Binlerce yıldır yapılan iş yoktan zenginlik yaratmaktır, normalde kimse kimsenin parasını çalmamaktadır çünkü iktisat sıfır toplamlı bir oyun değildir.

Bu basit gerçeği topluma anlatmakta büyük sosyal fayda vardır. Yani insanlara bir “kral hazinesi” olmadığı anlatılmalı. Gelirin paylaşımı tabii ki günümüzün en büyük sorunu ama önce bu zenginliği bizim oluşturduğumuzda, birinin bu parayı bir kasadan alıp cebimize koymadığında mutabık kalmalıyız. Bununla birlikte bölüşüm konusunu da tartışmalı çünkü dünyada artan gelir adaletsizliği toplumun geniş kesimlerinin üretim ve tüketimin dışında kalmasına sebep oluyor. Bir yanda elinde harcayamayacağı kadar para olan insanlar, öbür tarafta parasız kitleler ve aslında iş dışında hiçbir kaynağın kıt olmadığı bir dünya. Halktaki bu algıyı kırmak için Üreten Türkiye Platformu diyor ki: Biri yoksa hiçbiri yok: üretim, tüketim, istihdam. Kıt kaynak konusuna da gireceğiz bu dizi boyunca.