İşçiye selam, Euro'ya devam

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

 

Orhan AKIŞIK

Son günlerde Çin'den arka arkaya gelen iki haber bir anda tüm dikkatleri üzerine çekti. İlki, aralarında ABD'nin Apple ve Hewlett Packard gibi önde gelen bilgisayar devlerinin de yer aldığı bazı firmaların fason üretimlerini yapan Hon Hai adlı kuruluşun, çalışanların ücretlerinde %20 oranında artışa gidileceğini açıklaması. İlk bakışta, insana son derece normal gelen bu kararın arkasında, söylentilere bakılırsa, ağır çalışma koşullarına dayanamayan 13 işçinin bu yıl içinde intihar teşebbüsünde bulunması yatıyor. Çin'in değişik eyaletlerinde 800,000 civarında kişi istihdam eden Hon Hai'nin işçilerine ödediği aylık ücret 900 yuan, yani aşağı yukarı 132 ABD doları. Bu nerdeyse, ABD'de imalat sanayi sektöründe çalışan bir işçinin bir günlük ücretine karşı gelmekte. Ücretler arasındaki bu büyük uçurum, Çin mucizesi olarak da tanımlanan, bu ülkenin 1990'lardan bu yana sergilediği olağanüstü ekonomik performansın bir başka açıklamasını oluşturuyor.

İkinci haber ise, Honda tesislerinde çalışan işçilerin ücretlerin düşüklüğünden dolayı greve gitme kararı almaları üzerine işverenin zam yapmak zorunda kalışı. Ücreti merak ediyorsanız, aylık 300 doların biraz üzerinde. Batılı ülkelerde olağan olan grevin, kapitalist gelişme modelini benimsemesine karşın hala sosyalizm geleneğini sürdüren bir ülkede olması önemli bir gelişme. Bu iki olay, Çin'in Batılı işletmeler açısından bir işgücü cenneti olmaktan çıkma yolunda ilerlediğinin bir işareti. Bu ülkenin şimdiye kadar gerçekleştirdiği büyümeyi gelecek yıllarda da sürdürmesi halinde, ücretler arasındaki uçurumun kalkmasa bile daralacağı rahatlıkla söylenebilir. Zira, 1.3 milyarı aşan muazzam nüfusuna rağmen çalışanların bu tepkisinin arkasında önemli ölçüde, yüksek büyümenin neden olduğu kalifiye işgücüne olan talep artışı yatıyor.

Ekonomik kriz kaynaklı yüksek işsizliğin üretimde neden olduğu düşüşler dışında en önemli etkisi, çalışanların pazarlık gücünü zayıflatması. Kurumsal Yönetim Konseyi adlı ABD danışmanlık kuruluşu tarafından üç aylık dönemler itibariyle 1100 firma üzerinde yapılan anket çalışmasının sonuçları bu açıdan çarpıcı. Çalışma, resesyonun başlamasından bu yana işçilerden beklenen performansın arttığını, insanların işlerini kaybetmek korkusuyla ek ücret talep etmeden normal çalışma saatlerinin üzerinde çalışmaya razı olduklarını ortaya koyuyor.

Gelişmişlerden gelişmekte olanlara varıncaya kadar birçok ülkede krizden etkilenen kesimlerin başında çalışanlar geliyor. Avrupa Birliği (AB) bu konuda ayrıcalıklı bir yere sahip. Zaten, büyük ölçüde yapısal faktörlerden kaynaklanan yüksek işsizlikle 1980'lerin başından bu yana boğuşmakta olan AB ekonomilerinde, son krizle birlikte işsizlik oranlarının iyiden iyiye arttığı görülmekte. AB bölgesinde ortalama % 10 dolaylarında seyreden işsizlik, Birliğin aşırı borçlu ülkelerinden İspanya'da %20 oranını zorluyor. İşsizliğin yakın bir gelecekte normal seviyelerine doğru gerilemesi, maliye ve para politikaları ellerinden alınmış üye ülkeler için adeta imkansız.

Çözüm için sunulan ise, yapısal reformlar adı altında işgücü piyasalarındaki düzenlemelerin kaldırılmasından başka bir şey değil. Euro'nun istikrarını sağlama düşüncesiyle sıkı para politikasından taviz vermeye yanaşmayan Almanya ve Fransa'nın IMF'nin de telkinleriyle, bu konuda Birliğin Güney ülkeleri üzerindeki baskılarını arttırdığı görülüyor. Köşeye fena sıkışan İspanya'nın sosyalist başbakanı Jose Luis Zapatero, işgücü piyasasına yönelik reformların süratle yapılacağını açıkladı. İşsizlik parası ve kıdem tazminatlarının azaltılması dışında, işten çıkarmanın maliyetini de düşürecek reformların işgücü piyasasına sözü çok edilen esnekliği kazandırması bekleniyor. Esnekliğin işverene sağladığı diğer bir avantaj, işçi sayısının ekonomik konjonktüre göre ayarlanabilmesi. Buna göre, ekonominin genişleme dönemlerinde işletmeler istihdamı artırırken, daralmalarda çalışanları kolaylıkla işten çıkarabiliyorlar.

Bazı iktisatçılara göre, sosyal haklarla reel ücretler arasında yakın bir bağ mevcut. Bir başka deyişle, çalışanlara çıplak ücret dışında yapılan ödemeler reel ücretleri artırıyor. Bu, AB ülkelerindeki yüksek işsizliğin önemli nedenlerinden biri olarak gösterilmekte. Şu halde, yan ödemeler azaltılır, hatta tamamen kaldırılırsa reel ücretler ve maliyetler azalır ve istihdam artar. Ancak, klasik iktisat düşüncesine dayalı bu modelin geleneksel politika araçları kullanılmadan başarılı olabilmesi şüpheli. Bu, geçen hafta Almanya maliye bakanı Wolfgang Schaeuble'ye ABD'li meslektaşı Timothy Geithner tarafından da hatırlatıldı. Ancak Alman bakanın, Geithner'in kamu harcamalarına devam edilmesi gerektiği yönündeki tavsiyesine itibar etmediği anlaşılıyor.

Almanya'yı, AB bölgesindeki ne yüksek kamu borcu ne de yüksek işsizlik fazla ilgilendiriyor. Bu ülke için birincil derecede önemli konu, Euro'nun istikrarını korumak. Büyüme sağlanmadan ise, bu hedefin gerçekleşmesi olanaklı değil. Tarih tekerrür eder derler. Genellemek doğru mu ? Bunu bilemeyiz. Ancak, ekonomik krizlerden fazlasıyla etkilenen kesimler açısından düşünüldüğünde, doğruluğu tartışma götürmez. Krizin faturasını ödeyecek olanlar yine çalışanlar.