İşsizlikle doğrudan mücadele şart

Değişim Yelpazesi, "İşsizlik neden azalmıyor?" sorusuna yanıt arıyor

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Umut verici ekonomik sinyaller; iyimser politikacı, ekonomist ve iş adamlarını rahatlatıyor. Ancak, dünya genelinde emsali görüldüğü gibi, ülkemizde de sanayide üretim az da olsa artış göstermekte, milli gelirde düşüş sona erdi, ancak işsizlikte herhangi bir değişiklik yok. Amerika'da işsizlik 1982'den beri, en yüksek seviyede. Avrupa'da işsizlik oranı yüzde 10'larda. İşsizlik oranını bulmak aslında oldukça zor, çünkü işsiz, iş arayıp bulamayan anlamına geliyor, çoğunlukla iş aramaktan vazgeçenler veya iş bulmaktan umudunu kesenler bu oranın dışında kalıyor. Onlar da içine alındığında oran yüzde 18'lere ulaşmakta. İşsizlik neden azalmıyor?

İşsizliğin Nedenleri

Ekonomist ve sosyal bilimci Çağlar Keyder, Açık Radyo'da Ayşe Buğra ile yaptığı radyo programında işsizliğin nedenlerini birkaç farklı yaklaşımla sıralamakta. İlk sırada, Keynes'çi, 2008 Ekonomi Dalı Nobel Ödülü sahibi Paul Krugman'ın görüşü var: Finansal piyasalara yapılan müdahaleler minimal düzeyde kaldı. Bu çabalar, büyümede kıpırdama sağlasa da istihdama yansımadı. Yapılan müdahaleler, bankalara ve finansal kurumlara yönelikti. Finansal piyasalara kredi desteği ve yatırıma teşvik için destek verilirken, doğrudan istihdama yönelik herhangi bir girişimde bulunulmadı. 1930'lardaki Büyük Bunalım'dan çıkmak için direkt istihdam yaratan çözümlere gidilmişti. Örneğin, Amerika'da Roosevelt, sadece yeni istihdam yaratmak amacıyla yeni projeler başlatmıştı. Örneğin; istihdam yaratmak için, hükümet binalarının içine dev resimler yaptırılmış ve milli parkların düzenlenmesi için kamu sektörüne ilave eleman alınmıştı. Bugün ise, kriz sonucu meydana gelen işsizlikle mücadelede buna benzer çözümlere gidilmiyor. Krizle mücadele politikalarının çoğu şirketlere yönelik. Şirketlerin pozitif rakamlara ulaşmasıyla işsizliğin kendiliğinden düzelmesi bekleniyor.

Bir başka görüş de, dünyadaki istihdam talebinin değişim gösterdiğini savunuyor. Son yıllarda dünyada çok sayıda teknolojik gelişme oldu. Bunun bir sonucu olarak da, makine, bilgisayar ve çeşitli araçların sayesinde istihdama ihtiyaç azaldı. Bugün daha az çalışarak toplumu idame ettirmek mümkün. Örneğin Almanya'da daha az saat çalıştıran şirketlere yönelik devlet sübvansiyonları mevcut. Şirketlere daha fazla sayıda yarı zamanlı eleman çalışmayı özendirmek için devlet politikaları düzenlenmekte. Böylece, yarı zamanlı iş imkanları artıyor ve işsizlik azalıyor.

Potansiyel İşgücü ve İşsizlik

İşsizliği incelerken toplumu yaş ve cinsiyet anlamında segmentlere ayırmak daha net bir değerlendirme yapmamızı sağlıyor. Potansiyel işgücü 15 ila 65 yaş arası nüfusu kapsıyor. Bu yaş aralığındaki dönemsel, yarı zamanlı veya tam zamanlı her tür çalışan ve iş arayan, bu tanımın içine giriyor. Türkiye'de potansiyel işgücünün sadece yüzde 50'si çalışmakta. Bu düşük oranın sebebi Amerika ve Avrupa'nın aksine Türkiye'de çok az sayıda kadının işgücüne katılması.

Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau'nun değerlendirmesine göre, tüm Türk kadınlarının sadece yüzde 6-7'si tam zamanlı istihdam edilse Türkiye'de yoksulluk yüzde 20 kadar azalacak. Çalışanların potansiyel işgücüne oranı, Amerika'da yüzde 75, Avrupa'da ise yüzde 70.

25-55 yaş arası Amerika ve Avrupa'dan işgücüne katılım yüzde 80 oranında. Amerika ve Avrupa arasındaki farkı 15-25 yaş grubu yaratıyor. Bu gruptaki Amerikalıların yüzde 60'ı çalışırken, Avrupalıların sadece yüzde 45-50'si çalışıyor. Avrupa toplumunda gençler daha uzun süre okuyor, staj yapıyor, eğitimine devam ediyor. Amerika çalışma hayatına erken başlıyor, birikimini sağladığında erken emekliliği planlayabiliyor. Tabi bu krize kadar böyleydi. Finansal krizin sonuçlarından biri de orta sınıf çalışanların işsiz kalmasıyla emeklilik birikimlerinin tükenmesi oldu. Sonuçta Amerikalılar da, Avrupalılar gibi ileri yaşlara kadar çalışmak zorunda kalacak gibi görünüyor.

Neden finansal krizden reformlar doğmuyor?

Geçmişte krizlerin sonucunda yapılan reformlar bugün yerini küçük değişikliklere bırakmış görünüyor. Krizin yanlış giden politikalara son verme ve yeni bir dönem başlatma misyonu anlaşılmamış durumda. Kimsede çözüm getirme arayışı yok, kuralların değişmesine bilakis direnç gösterilmekte. Semptomlarla uğraşalım ama tedavi etmeyelim gibi taktiksel bir yaklaşım sergileniliyor. Geçmiş krizlerde; kurallar nasıl değişir, yeni bir yapının temeli nasıl oluşturulur gibi kökten değişimler tartışılır, çözümler geliştirilirdi. Kriz dönemlerinden reformlar çıkar, sistem kendini yenilerdi. Bugün bu tür gelişmeler gerçekleşmiyor. Neden?

Sebebi, finans piyasalarının belli kurum ve bireylerin elinde olmasından kaynaklanıyor. Dünya finans piyasaları belli kurumlar tarafından yönetilmeye devam ediyor, sadece kurumlardaki üst düzey yönetim tarafından değil, hükümetlerin içinde de benzer kadrolar görev yapmakta. Beyaz Saray'ın içinde siyasi ve finansal dengeleri aynı yönetim koruyor. Mevcut sistemde ufak değişiklikler yapmakla yetiniyorlar. Michael Moore'un ‘Kapitalizm Bir Aşk Hikayesi' filminde Beyaz Saray yönetimindeki eski Goldman Sachs yöneticilerine dikkati çekiyor: Henry Paulson, Josh Bolten, Robert Zoellick, Jon Corzine ve Robert Rubin Goldman Sachs'ten gelen Beyaz Saray'ın finans beyni. Dünyada hızla gelişen ekonomilerden Çin ve Hindistan'a baktığımızda durum daha farklı. Kendi piyasalarında değişimler yapmakta daha özgür davranabiliyorlar ancak dünya para politikalarının farklı bir yöne gidebilmesi için, asıl, finans dünyasının kalbi olan Amerika, İngiltere ve Avrupa'da  değişimin gerçekleşmesi gerekiyor.

Finans balonu nasıl oluştu?

Nasıl finans piyasaları bu noktalara geldi? Çağlar Keyder'e göre finans balonunun nedeni reel ekonominin dengesinin bozulması. Kazanılan ücretlerden ve yatırımlardan gelen kardan oluşan gelirlerin dağılımı 1980'lerden sonra hızla dengesiz bir büyümeye gitti.

Dünya nüfusunun yüzde 1'i küresel gelirin yüzde 8'ine sahip hale geldi. Bu dönemde nüfusun yüzde 50'sinin gelirinde hiçbir artış görülmezken, en alt 1/3 ise gelirlerinde gerileme ile hayatı idame etme savaşı verdi. Nüfusun en üst gelirli 1/1000'i ise ortalama toplum geliriyle arasına korkunç bir uçurum koydu. Amerikan ekonomisine baktığımızda, 2000 ve kriz öncesi dönem arasında, yüzde 15-20 arasında bir büyüme gerçekleşmiş. Ancak gelir düzeyleri açısından toplumu katmanlara ayırdığımızda işgücünün sadece yüzde 2'sinde gelir artışı olmuş, bu kesim de MBA mezunu profesyonellerden oluşmakta. Bu gidişle, Amerika'nın her zaman gurur duyduğu kapitalizmin hedefi orta sınıf yok olacak.

Toplumun çok fakir ve çok zengin gruplara kutuplaştığı, orta sınıfın alım gücünü kaybettiği bir ekonomide şirketler ne yapacak? Nasıl satacaklar? Yatırımcılar birikimlerini nasıl değerlendirecekler? Hem şirketler hem de bireysel yatırımcılar için üretime yatırım yapmak akılcı görünmüyor. Paralarını üretim dışında gayrimenkul, banka, yatırım fonları veya sanat eserlerine yatırmayı seçiyorlar. Tabii böylelikle finans, tüm paranın ve gücün toplandığı gözde bir yatırım ve çalışma alanı haline geliyor. Daha çok kar yapmak ve daha çok sayıda müşteri çekmek için, finans ve matematik doktorlarının çözebileceği kompleks finansal enstrümanlar devreye giriyor. Bu kaynak bolluğuna, kimsenin tam olarak anlayamadığı enstrümanlarla yatırımlar yapılıyor. Bu hikayenin bir yüzü... diğer yüzü ise, gereksinimlerini almak çin kredi kartlarından medet uman toplumun çoğunluğu. Onlar da finans sektörünün ekmeğine yağ sürüyorlar. Ödeyebileceklerini umarak, büyük borçların altına imza atıyorlar. Türkiye'de 40 milyon kredi kartı bulunmakta. 2 sene önce yürürlüğe giren ipotek kanunuyla borçla ev sahibi olmak mümkün oldu. Finans sektörü pazarlamacıların her zaman hayal ettiklerini gerçekleştirdi: farklı ürünlerle birden çok hedef kitleyi kendine bağlamayı başardı.

İşsizlikle Doğrudan Mücadele

İşsizlikle etkin mücadele ne olabilir? Paul Krugman'ın 12 Kasım'da New York Times'daki yazısından dersler çıkarmak mümkün. Krugman, Amerika ve Almanya'yı kriz sonrası istihdam verileri açısından karşılaştırıyor. İki ülkede krizden büyük yaralar aldı, ekonomik büyümesi ve gayri safhi yurtiçi hasılası geriledi ancak iş kayıpları aynı seviyede olmadı. Amerika'da işsizlik iki katına çıkarken Almanya'da kriz öncesine göre biraz yüksek bir işsizlik oranı mevcut. Almanya, Amerika'nın yapmadığı neyi yaptı? Almanya, Büyük Bunalım'dan sonra işten çıkarmayı zorlaştıran ve yarı zamanlı çalışmayı destekleyen sağlam bir istihdam koruma kanunu tasarladı. Bu uygulamalar sayesinde, Almanya krizden kurtulamadı ama Alman çalışanların hayatına krizin yansıması daha yumuşak oldu.

Krugman'a göre; Amerika, işsizlikle savaşmak için daha doğrudan bir strateji belirlemeli. Hem hükümet programlarının, hem de özel sektörün istihdam arttırıcı çalışmalara başlaması gerekli. Örneğin; hükümet işten çıkarmaları azaltmak için, işten çıkarmayı cezalandıran ve işe alımı destekleyen bir iş kanunu düzenlemeleri geçirebilir; Alman modelinde olduğu gibi, çalışma saatlerini azaltarak işten çıkarmaların önüne geçebilir. Krugman, maliyeti düşük alternatiflerle işsizlik probleminin direkt çözümlenmesi gerektiğine inanıyor. Bu çözüm, Economic Policy Institute'un istihdam vergi kredisi olarak veya Center for Economic Policy Research'un Alman stili yarı zamanlı çalışanları destekleme projesi gibi gerçekleştirilebilir. Önemli olan daha önce yapılmamış doğrudan istihdamı destekleyen veya onu yaratan bir stratejinin denenmesi.