Kalkınma paradigması içinde kadın yoksulluğu ve ekonomik şiddet

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Doç. Dr. Serap DURUSOY

Çözüm yoksulluğu yönetmekte değil, yok etmeye ilişkin politikalarda yatıyor.

Yoksulluk temel bir ekonomik sorun olmakla birlikte kalkınma ve yoksulluk konularında yapılan tartışmaların ve yoksullukla mücadele etmek için geliştirilecek politikalar için çizilen çerçevenin temelini kadın yoksulluğu oluşturmaktadır. 1990'dan beri toplanan bütün Birleşmiş Milletler konferanslarında, özellikle de Kopenhag Dünya Kalkınma Zirvesi ve Pekin 4. Dünya Kadın Konferansı'nda kadınların yoksulluğunun bir dünya sorunu olduğu teyit edilmiştir. Özellikle Türkiye'de toplam nüfusun yarısını oluşturan kadınların eğitim, ekonomi, siyaset, ticaret ve genel olarak sosyal yaşama katılım gibi alanlarda çeşitli engellerle karşılaşmaları yoksulluğun kadınlaşmasına neden olmaktadır.

Ancak kadın yoksulluğunu anlamak genel yoksulluğa göre belirleyici özelliklerini ortaya koymayı gerektirmektedir. Nitekim ilk kez Pearce 1978 yılında yoksulluğun kadınlaşması kavramını kullanarak bu belirleyiciliği vurgulamaya çalışmıştır (Kim ve Choi, 2010). Yoksulluğun kadınlaşması kavramı, kendilerini ve ailelerini geçindirmek zorunda olan kadınların bütün yoksullar içinde çoğunluğu oluşturduklarını ifade etmek için kullanılmaktadır (Goldberg ve Kremen, 1990: 2-3). Yoksulluğun kadınlaşmasıyla ilgili önemli araştırmalar yapılmasına rağmen, hangi kadınların bu kapsama girdiği henüz netleşmiş değildir (Kim ve Choi'ye 2010). Goldberg ve Kremen kadınların yoksullaşmasını etkileyen faktörleri iş piyasası faktörü, sosyal refah yardımları, demografik faktörler, ayrımcılık, hane içindeki eşitsizlikler, düşük ücretler, hane reisinin kadın olmaması ve yasal eşitsizlikler olarak belirtmiştir. Ancak Buvinic kadın yoksulluğunun iki temel belirleyici özelliğini vurgulamıştır.

1- Kadının işgücü piyasasındaki konumu,

2- Eğitim imkanlarından yararlanma durumunun kısıtlı olması.

Bu iki özellik toplumsal eşitsizliklerin birbirleriyle içsel bağlantılarının bulunduğunu, dolayısıyla da cinsiyet eşitsizliğinin her durumda başka eşitsizlikleri üreten ve onlar tarafından üretilen bir boyutunun olduğunu vurgulaması açısından dikkat çekicidir. Türkiye ve pek çok gelişmekte olan ülkede kadının işgücü piyasasındaki ikincil konumu, işgücü piyasasındaki katılımının düşük olması, işgücü piyasasına katılımı sağlandığında düşük ücretli işlerde çalışmaları, kayıtdışı sektörlerde çalışma, fason çalışma, elde edilen gelir üzerinde söz sahibi olamama ve gelirden yoksunluk gibi göstergeler bu eşitsizlikleri ortaya koymak açısından önem taşımaktadır.

Türkiye kadın işgücüne katlım oranında 26.9 ile Ortadoğu ülkeleriyle aynı grupta yer alırken Güney Avrupa ile Latin Amerika ülkelerinin, hatta Malezya'nın oldukça gerisindedir. Türkiye'de işgücüne dahil olmayan kadın nüfusunun toplam içinde payı % 72'lik bir oranla oldukça yüksek seviyededir. Bu oran 2010 haricinde hemen hemen sabit kalmıştır ancak krizle birlikte 2010'da % 71.81'e düşmüştür. Bu değişimde krizle birlikte kadın istihdamının kayıtdışı işlere yönelmesi etkili olmuştur. Özellikle krizle birlikte 2008 ve 2009 yıllarında işgücüne dahil olmayan kadın nüfusu % 72 düzeyinde sabit kalırken, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmayan kadın istihdamının sırasıyla 2008'de % 35.4 iken 2009'da % 36.7 olarak gerçekleşmesi de bu önermeyi desteklemektedir. TÜİK'in gerçekleştirdiği hane halkı işgücü araştırmasının 2010 Mayıs dönemi (nisan, mayıs, haziran) sonuçlarına göre, işgücüne katılma oranı aynı dönemler için yapılan kıyaslamalara göre; erkeklerde 0.7 puanlık artışla % 71.2, kadınlarda ise 1.8 puanlık artışla % 28.4 olmuştur. Lise altı eğitimlilerde işgücüne katılma oranı; erkekler için % 69.3, kadınlar için % 24.6'dır, yükseköğretim mezunu erkeklerde % 84.6 olan işgücüne katılma oranı, kadınlarda % 70.4 olarak gerçekleşmiştir. Ancak bu dönemde istihdam edilenlerin % 71'i erkektir. Özellikle kriz dönemlerinde bu eşitsizlik daha belirgin bir hal almaktadır. TÜİK'te kadınlar için yayınlanan veriler toplam kayıtdışı istihdam ile karşılaştırıldığında özellikle küresel finansal kriz sonrasında dolayısıyla da 2007 ve sonrasında kadının kayıtdışı ve düşük ücretli istihdamının arttığı açık bir şekilde görülmektedir. Esas işlerinden dolayı herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmayanların yıllara göre işteki durumu açısından incelendiğinde kadınların toplam içindeki payı 2004'te % 34.42 iken 2010'da % 38.11'e ulaşmıştır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde yoksulluk ve ekonomik şiddet yalnızca iş gücüne katılmayan kadının bir sorunu değil aynı zamanda işgücüne katılan, kadının da bir sorunu olduğunu gözler önüne sermektedir. Yani toplumsal cinsiyet temelli işbölümü ve bunun sonucu olarak kadınların ücret karşılığı olmayan işler yapmaları, onları kronik olarak yoksulluk yaşamalarına ve makro ölçekte ekonomik şiddetle karşı karşıya kalmalarına yol açmaktadır. Kuşkusuz dünyanın bütün bölgelerinde sosyal, ekonomik, yasal ve siyasal haklar açısından toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri vardır. Bu eşitsizliklerin varlığı, toplumsal cinsiyet indeksleri geliştirilerek Humana (WB, 2000) tarafından somut olarak da saptanmıştır. Ancak bu eşitsizlikler daha çok gelişmekte olan ve gelişmemiş ekonomilerde görülmektedir.

Öte yandan cinsiyet eşitsizliğine bağlı olarak kadınların yoksulluğu erkeklere oranla daha yoğun yaşamalarının kaynağı hane içindeki konumları ile de ilişkilidir. Özellikle kadınların hiyerarşinin altında yer aldıkları aile ilişkilerinde ekonomik kaynaklara ilişkin paylaşımlar rasyonel kararlar içermemektedir. Hane içindeki gelir ve kaynakların eşit bir biçimde paylaşılmaması, hane içindeki gelir üzerinde kadının kontrol yetkinin olmaması, hane içindeki emeğin belirli bir bedelinin olmaması yani kadının ev içi emeğinin görünmez olması ve kadının öznel kimliği dışında verili kimliğine bağlı olarak elde ettiği gelirin büyük bir kısmını ailenin temel ihtiyaçlarını karşılamakta kullanması kadının yaşadığı yoksulluk ve ekonomik şiddetin nedenleri arasında görülebilir. Parayı elinde bulunduran kişinin cinsel kimliği, ekonomik gücün meşruluğu olduğu kadar etki alanını da belirlediği için kadının kazandığı parayı elinde tutmasında oldukça sancılı bir süreç yaşadığı söylenebilir. Kaynaklar teorisine göre haneye en fazla kaynak sağlayan ve üzerinde kayıtlı mülkü olan kişinin daha fazla güce sahip olacağı ve kadının katkısı arttıkça hane içindeki gücünün de dengeleneceği belirtilmektedir. Ancak bu gelişme ataerkil yapıyı erozyona uğratacağı endişesi ile pek mümkün olmamaktadır. Nitekim Türkiye'de cinsiyete göre bireylerin üzerine kayıtlı gayrimenkul ve araçlar % olarak incelendiğinde TÜİK 2006 yılı aile yapısı araştırmasına göre bireylerin sahip olduğu müstakil ev veya apartmanların % 11.5'i kadınlar adına, % 28.3'ü erkekler adına kayıtlıdır. Kadınların % 80.2'sinin, erkeklerin ise % 39.6'sının üzerine kayıtlı gayrimenkul ya da araç bulunmamaktadır.

Kadınların yoksulluğu içselleştirmiş olması yoksullukla başa çıkmak için hem evde hem de ev dışında çeşitli geçinme stratejileri geliştirmelerine neden olmakta varolan kaynakları daha etkin kullanarak vazgeçilmez ve çok önemli strateji alanları yaratmaktadır. Özellikle sosyal yardımlara erişim çabalarının çoğunlukla kadınlar tarafından yerine getirildiği ve sosyal yardımlara kadınların erkeklerden daha çok başvurduğu görülmektedir.

Yoksulluğun kadınlaşması ve ekonomik şiddete ekonomideki küresel dönüşümün bir sonucu olarak da bakılması gerekmektedir. Kapitalizmin en üst aşamasını oluşturan küreselleşme sürecinin temel özellikleri finans sermayesinin başat olması, hizmetler sektörünün ön plana çıkması ve merkezsiz üretim biçimlerinin yaygınlaşması (iş kanunlarının korumadığı, iş güvencelerinin az olduğu, esnek, projeler bazında tanımlanan gelecek ve süreklilik açısından risk arz eden iş biçimlerinin çoğalması) olarak sıralanabilir. Artık küresel iş bölümünde ileri kapitalist ülkeler teknolojinin de yardımıyla üretimi emeğin daha ucuz olduğu, emeği sömürebilecekleri ve baskı altında tutabilecekleri başta Çin, Hindistan, Güneydoğu Avrupa ve kısmen Türkiye olmak üzere bölgelere kaydırmakta ve kadın yoksulluğunun küreselleşmesine neden olmaktadır. Ancak neo-liberal politikalar, GOÜ'de ve Türkiye'de yoksulluğu artırmasına rağmen bu politikaların savunucuları yoksulluğun sorumlusunun yoksulların kendileri olduğu yönündeki düşünceyi yaygınlaştırmaktadır.

Buna rağmen yoksulluğun kadınlar üzerindeki etkisinde görülen artış, uluslararası yoksullukla mücadele programlarında gündeme gelmiştir. Örneğin, Eylül 2000'de toplanan Milenyum Zirvesi'nde alınan "Bin Yıl Kalkınma Hedefleri" kararlarında yoksulluğun 2015 yılına kadar yarı yarıya indirilmesi birinci hedef, kadınların güçlendirilmesi ise üçüncü hedef olarak belirlenmiştir. Fakat UN Women'ın 2010-2011 yıllık raporu bu hedeflerin gerçekleşemediğini gözler önüne sermektedir. Raporda dünyada çalışan kadınların yarıdan fazlasının nerede ise 600 milyon kadının yasal olmayan işlerde ve sosyal güvencenin olmadığı işlerde çalıştıkları tespit edilmiştir. Ayrıca geçmiş yıllara göre kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikte iyileşme olmakla birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki açığın çok arttığı belirtilmiştir.

Tüm bunlar kadın yoksulluğu ile mücadelede yetersiz kalındığını göstermektedir. Nitekim yoksullukla mücadelenin, ancak "kadınlar" üstünden yapılırsa anlamlı olacağını ifade eden ve bu düşüncesinden ötürü Nobel Barış Ödülü'nü alan Muhammed Yunus yoksullara verdiği küçük kredilerin ve kurduğu GrameenBank ile kadınlara (erkeklere değil) kredi vermenin, yoksullukla mücadelede anahtar olduğunu göstermiştir (Radikal 2006). Özellikle Türkiye'de kadınların gelirlerinin ve değerlerinin dağılımında ve kontrolünde, kredi gibi üretken değerlere erişimde, kaynakları kullanmada, mülkiyet üzerinde söz hakkına sahip olmadaki zayıflıkları ve eşitsiz muamele görmeleri,işgücü piyasasındaki ayrımcılık, ekonomik ve politik kurumlarda yaşadıkları sosyal dışlanma, kadınların kronik yoksulluğa karşı korumasız olmaları göz önüne alındığında Muhammed Yunus'un bu konudaki haklılığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim Türkiye'de de özellikle son yıllarda kadınlara yönelik geliştirilen mikro kredi uygulamalarında artış gözlenmektedir.

Bunun dışında kadın yoksulluğu ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri önlemede sosyal güvenlik sistemleri, ekonomi politikaları, istihdam politikaları da önemlidir. Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi, sosyal sigorta sistemi ile sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar sisteminden oluşmaktadır. Ancak kadın yoksullar, çoğunlukla çalışmadığı veya kayıtdışı sektörlerde düşük ücretlerle çalıştığı ve prim ödeme gücüne sahip olamadığı için sosyal sigorta sisteminde yer alamamakta, sosyal hizmetler ve yardımlar aracılığıyla desteklenmektedir ki bu tür uygulamalar kadın yoksulluğunu çözmek değil kadın yoksulluğunu yönetmedeki bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Tüm bunların ötesinde kadın yoksulluğunun önlenmesinde toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin temelinde yatan güç ilişkilerinin dikkate alınması, toplumun bu anlamda bilinçlendirilmesi ve farkındalık yaratılması gerekmektedir.

Kaynakça:

Buvinic, M. Women in Poverty: A New Global Underclass, 1998

Goldberg, G. S. Kremen, E. (1990), "The Feminization of  Poverty: Discoveredin America" The Feminization of  Poverty: Only in America? (Ed. G. S. Golbergand E. Kremen), New York: Greenwood Press.

Kim, J. Wook, Choi, Y. Jun (2010), "Feminisation of Poverty in 12 Welfare States: Strengthening Cross-RegimeVariations?", LuxembourgIncomeStudy (WorkingPaper No: 549), <http://www.lisproject.org/publications/liswps/549.pdf>.

KSSGM, (2001), Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi (Türkçe-İngilizce) Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, Ankara, Eylül, 2001,

Radikal Gazetesi (2006), Yoksulluğun Nedeni Erkekler, Radikal 2 , 29.10 .2006.

TÜİK, ( 2010), Hane Halkı İşgücü Araştırması

TÜİK, (2006), Aile Yapısı Araştırması.

UN Women, (2011), Annual Report 2010-2011.

World Bank, ( 2000) Engender Development: Through GenderEquality in Rights, Reourcesand Voice, world Bank, Washington D.C: 4