Karadon maden kazasının hatırlattıkları ve 19. Dünya İş sağlığı ve Güvenliği Konferansı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Sedat Karabulut / Umbrella SEÇ Danışmanlık Ltd.

Türkiye'de iş kazalarında ortalama olarak her gün 2-3 kişinin hayatını kaybettiğini artık hepimiz biliyoruz. Özellikle madencilik sektörünün bu konuda başı çektiği hepimizin malumu. Bunun en açık belgesi ülkemizin 2010 yılında madencilik sektöründe meydana gelen iş kazalarında, Rusya ve Hindistan'ın ardından dünyada 3.'ü olmasıdır.

Geçtiğimiz haftalarda bir haber manşetten yayınlandı. 17 Mayıs 2010'da Karadon Maden Ocağı'nda meydana gelen ve 30 madencinin öldüğü grizu faciasıyla ilgili bilirkişi raporu açıklanmıştı;

Cumhuriyet Savcılığı, suçların kişiselleştirilmediği gerekçesiyle tatmin edici bulmadığı Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nin raporunun ardından dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na göndererek ikinci bir rapor istemişti. Ancak İstanbul'da çeşitli üniversitelerin ilgili bölümleriyle oluşturulan bilirkişi heyeti, ilgili rapor hazırlamaktan kaçınmıştı. Bunun üzerine savcılık, dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Tevfik Güyagüler, Doç. Dr. Hasan Aydın Bilgin ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Süleyman Başterzi'den oluşan bilirkişi heyeti, 16 sayfadan oluşan raporunu 25 Haziran 2011 tarihinde tamamlayarak Zonguldak Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdi.

Bir başka değişle 30 maden işçisinin hayatını kaybettiği bir iş kazası davasının karara bağlanması için gerekli olan bilirkişi raporu, olaydan tam 409 gün sonra tamamlandı. Karar duruşması henüz yapılmadı.

Bu tür davaların uzun yıllar sürmesi yanında, sonuçta takdir edilen cezalar mağdur ve yakınları açısından değerlendirildiğinde düşündürücüdür;

Ümraniye Demirciler Sanayi Sitesi 17. Blok 8 numarada 11 Haziran 2005 tarihinde, kaçak havai fişek deposunda meydana gelen patlamada 6 kişi ölmüştü. Cenk Acar ve işyeri sahibi olarak görünen babası Coşkun Acar hakkında 'dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek' suçundan 2 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle açılan dava, Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmüştü. Cenk Acar'ı 6 yıl ağır hapis cezasına çarptıran mahkeme, maddi hasarı göz önünde bulundurarak cezayı 5 yıla indirmişti. Babası beraat etmişti. Cenk Acar, sadece 2 yıl hapis yatmıştı.

Çözüm aramak…

19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi 11-15 Eylül 2011 yılında Türkiye'de gerçekleştirilecek. Kongreye katılması beklenenlerin listesi çok uzun; Bakanlar, milletvekilleri, üst düzey bürokratlar, sivil toplum örgütleri ve meslek odalarının temsilcileri, işveren ve işçi temsilcileri ile akademisyenler… Çok umut verici bir şey… herkesbir aradayken sahaya ait verilerin masaya yatırıldığı, ortaya çıkan çözüm önerilerinin enine boyuna tartışıldığı bir ortam olacağını umut ediyoruz.

Sürece küçük bir katkımız olur umuduyla çözüm önerilerimizi şimdiden tartışmaya açmak isteriz;

- Türkiye'de kamu kurumlarınca yapılan mal ve hizmet alım harcamalarının yıllık tutarı, GSMH'nin yüzde 20'sine ulaşmaktadır. Devlet ihaleleri ile ilgili bir düzenleme yapıp doğru İş Sağlığı ve Güvenliği uygulamalarını desteklemek için ihale bedeli üzerinden ödenek ayrılması zorunlu hale getirilmelidir. Ayrılacak miktar ihale bedeli ve sektöre göre belirlenmiş standartlara uygun olmalıdır. Bu ödeneğin nasıl harcanacağı yasa ile tarif edilmelidir. Firmaların iş kazası ve meslek hastalığı kayıtları düzenli olarak takip edilmeli, bir sonraki ihalede verileri kötü firmaların ayıracağı oran firma aleyhine arttırılmalıdır.

- ''Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü'' (TİSGE) kurulmalıdır.

- TİSGE; alandaki standart ve akreditasyonları belirlemek, yasa ve yönetmeliklerin alt yapısını hazırlamak, eğitim ve denetleme işlevlerini tanımlamak, ölçme ve değerlendirme laboratuarlarını kurmak ve/ya kontrol etmek gibi tüm süreçlerin başat unsuru olmalıdır. Anlaşmazlıklarda bilirkişi hizmeti vermelidir.

- TİSGE'nin çatısı,  konunun tarafları olan; '' İlgili Bakanlıklar, İşçi ve İşveren Sendikaları, Meslek Odaları, İlgili Fakülteler ve Yerel Yönetimler '' den oluşmalıdır. TİSGE'nin yönetiminde tarafların ağırlıkları eşit olmalı ve/ya başkanlık dönüşümlü olarak gerçekleştirilmelidir. Bu konuda odak kuruluş ''Mesleki Yeterlilik Kurumu'' olabilir. Dileyenler 21.09.2006 tarih ve 5544 sayı ile kurulmuş olan bu yapının kuruluş amacı, bileşenleri, yetki ve sorumlulukları hakkında detaylı bilgiye ulaşabilirler.

- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın mevcut kadrosu ile İş Sağlığı ve Güvenliği alanında ihtiyaç duyulan; eğitim ve denetleme faaliyetlerini sürdürmesi mümkün değildir. En son yönetmelik ile tarif edilen OSGB ( Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri ), 1989 ve 2000 yılları sonrasında kanunlaşarak hizmet vermeye başlayan ''Yeminli Mali Müşavir'' ve/ya ''Yapı Denetim Firmaları''na benzer şekilde; hem danışmanlık hem de denetleme faaliyetlerini birlikte vermelidir. ÇSGB müfettişleri bu birimleri ise denetlemeli, yanlış ve hatalı uygulama yapanların yetkisini iptal etmeli ve/ya askıya almalıdır.

- Denetleme yetkisi sadece OSGB'lere değil, talep etmeleri halinde TTB, MMOB, Yerel Yönetimler, üniversitelere de verilmelidir. Denetleme yapabilecek kurum-kuruluş ve kişilerin kimler olacağının kriterleri TİSGE tarafından belirlenmelidir. Bu konuda uluslararası akreditasyonlar sağlanmalıdır. Denetleme yapılırken uyulacak temel kurallar ile uygulanacak cezaların neler olacağı yasa ile tanımlanmalıdır.

- Denetleme sonrası kesilen para cezalarının belli bir oranı denetlemeyi yapan kurum-kuruluş ve kişiler ile TİSGE'ye verilmelidir. Oluşan fonun nasıl kullanacağı yasa ile tanımlanmalıdır.

- Taslağı hazırlanan yeni iş sağlığı ve güvenliği yasası en kısa süre içinde ilgili tarafların katılımı sağlanarak son şeklini almalıdır. Yayınlanmadan önce yeterli uzlaşma oluşmalıdır ki, sonrasında yine mahkeme süreçleri askıya alınma ve/ya iptaller yaşanmasın.

- Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nda 50 kişi sınırı kaldırılmalı ve tüm çalışanlar koruma altına alınmalıdır.

- Bu alanın profesyonelleri olan işyeri hekimleri, iş güveliği uzmanları ile yardımcı personellerinin özlük hakları ve mesleki bağımsızlıkları güvence altına alınmalıdır.

- Yasa onayladıktan ve uygulamadaki sıkıntılar geçtikten kısa bir süre sonra, bu alanda hizmet veren uluslararası üne sahip şirketlerin ülkemize olan ilgisi artacaktır. Bu çok uluslu firmaların yüksek bütçeli yapıları ile ülkemizin İş Sağlığı ve Güveliği hizmet sektörünü tekellerine almaları engellenmelidir.

- Yasa hazırlanırken; halen hizmet veren yerel şirketler ile çalışanlarının korunmalıdır. Örneğin çok uluslu şirketler Türkiye'de çalıştırdıkları yabancı uyruklu her personel için aynı sayıda/sürede TC vatandaşı uzmanı yurtdışında eğitime göndermeli ve/ya yurt dışında istihdam etmek zorunda olmalıdır.

-  Ceza ve borçlar kanununda ilgili maddelere eklemeler ve/ya değişiklikler yapılarak; meslek hastalığı, ölümlü iş kazası, maluliyet oluşturan yaralanmalı iş kazaları başta olmak üzere sektörün kanayan yarasına parmak basılmalıdır. Bu tür davalar ile ilgilenen özel mahkemeler kurulmalı, kararlar ivedilikle çıkartılmalı, mağdurların haklarını zamanında ve tam olarak almaları sağlanmalıdır.

Bizim aklımızın erdiği, dilimizin döndüğü doğrular bunlar. Ve her halükarda tartışmaya açık fikirlerdir. Amacımız somut çözüm önerilerinin tartışılmaya başlaması için bir fırsat yaratmaktır.