Kızmak kendini af ettirmek içindir!

Ekmel TOTRAKAN - (E) Koramiral

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Sene 1997, aylardan ağustos. Ayın ilk günlerinden bir gün ve İzmir'de Güney Deniz Saha Komutanı iken koramiral rütbesinde kadrosuzluktan emekli olduğumu öğrendiğim gün. Öğrendiğim saatten çok kısa bir zaman sonra, o günler Konak Orduevi'nde kalmakta olan emekli Orgeneral Sn. Necdet Öztorun ziyaretime gelerek emekliliğimin hayırlı ve uğurlu olmasını dileyip beni onurlandıran bazı söylemlerden sonra bana, bu yazının başlığındaki öz deyişi söyledi ve "Bu nedenle bunun orta yolunu bulmak gerekir" dedi. Bu söz o an için olmasa bile zaman içinde benim çok önem verdiğim ve yazılarımda çokça kullandığım bir söz olmuştur. Bu sözü birçok olayda kullanabilirsiniz. Örneğin, futbolcunun hakeme kızması bence kendini seyirciye, teknik direktörüne af ettirmek içindir. Buradan hareketle özellikle muhalefetin iktidara kızması kadar, İktidarın da muhalefete kızması ayni kapıya çıkabilir. Bu arada "Pekala biz hiçbir şeye kızmayacak mıyız" da diyebilirsiniz. Elbette kızacaksınız ama önce psikolojik bir metot olan" içe bakış metodu" gereği "Ben nerede yanlış yaptım" sualini kendinize soracak ve bu suale çok samimi bir şekilde cevap verebildiğiniz takdirde ancak başkalarına kızabileceksiniz.

Bu günler ise birbirimize kızma günleri değildir. Ülkemiz, büyük olmanın yanında önemli bir ülkedir de. Önemli olmasa üzerimizde bu kadar büyük oyunlar oynanır mı? Coğrafya olarak üç köşesinden de alevler çıkan bir üçgenin ortasındayız. Hiçbir kimsenin istemeyeceği kadar tehlikeli ve ülkemizin ve dünyanın geleceğinin planlandığı bir bölgedeyiz. Ancak akıllı hareket ettiğimiz takdirde bütün dezavantajları avantaja da çevirebilecek durumdayız. Bunun temelinde ise birlik, beraberlik ve dayanışma yatar. Ben DÜNYA Gazetesinde daha AK Parti ortada yok iken "Tayyib'e Neden Kızıyorsunuz" başlıklı yazımda, bu kızma konusuna değinmiş ve Tayyib Erdoğan'a kızanlara özetle "...Bu ülkenin başına yeni gelmiş ve hiç günahınız yokmuş gibi kritikler yapmayınız. Karşınızda hep ama hep kendi kopyalarınızı görmek sevdasından vazgeçiniz. Şu bir gerçektir ki ATATÜRK'ü onlar, bir yönüyle çok daha iyi anlamışlardır. ATATÜRK nasıl ki ülkenin geleceğini gençliğin yetişmesine bağlamış ve en anlamlı ve en veciz vasiyetini, gençlik için kaleme almış ise bunlar da geleceklerini, gençliği de aşıp küçücük beyinlerin kendi idealleri doğrultusunda yetiştirilmelerinde gördükleri için, yılmadan ve usanmadan onlar üzerinde çalışarak hepimizin gözleri önünde bu günlere gelmişlerdir. Sizler, günü gün için yaşarken,onlar gelecek için yaşamışlar ise, kabahat onların mıdır? İşte kızgınlığınızın temelinde bunlar yatıyor ama cesaret edipte açıklayamıyorsunuz... Tayyib'e gelince, kızacağınıza alkışlayın beyler! Erbakan da dahil olmak üzere Tayyib'e gelinceye kadar her kim ki "dini" seçim malzemesi yapmış ve bu yolda örgütlenmiş ise hiçbiri bu işi gizli yapmamıştır. Erbakan'ı da Tayyib'i de bizler elbirliği ile yaratmadık mı? Bir zamanlar kendisine Refah Partisi içindeki misyonu sorulduğunda "Şimdiki misyonum, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'dır, biz yüz metre koşmağa gelmedik, biz uzun soluklu maraton koşucularıyız, bu süre içinde ne olacağımızı zaman gösterecektir" diyen Tayyib değil mi idi? Erbakan, 70 yaşlarında mı dini esaslara dayalı devlet kurma aşıklısı oldu? İktidara gelişlerinin "kanlı mı yoksa, kansız mı" olacağını gökten inerek aniden mi ilan etti? Bunlara bu fırsatları verenlerin, bunlarla koalisyonlar kurup devletin tüm organlarına daha kolaylıkla sızma olanağı sağlayanların, şimdi Tayyib ve benzerlerine kızma hakları olur mu? Siz deve kuşu gibi başınızı kuma gömün, bu esnada atı alan Üsküdar'ı geçsin, sonra lütfedip kafanızı kumdan çıkarıp ta durumu görünce timsahvari gözyaşı dökün, bu olacak şey mi? Unutmayın ki liderler, sadece yaptıklarından değil, yapmadıklarından da sorumludurlar. Endişeniz Türkiye filan değil, olsa idi şimdiye kadar gerekeni yapardınız. Adam gümbür gümbür geliyor, koltuklarınız gidecek beyler koltuklarınız, bari şimdi uyanın" demiş ve bu nedenle muhalefetin "çuvaldızı önce kendisine, iğneyi de sonra başkalarına batırmalarını" hatırlatmış idim. Bu görüşlerin haklılığını size bırakıyorum.

Ancak günümüzde de bu "kızma" olayları ve protestolar devam ediyor. Söyler misiniz hangi hükümet devrinde çocukların okul masrafları ucuzlamış diye, Ramazan'da yiyeceklere zam yapılmamış diye veya memur maaşlarına yeterli zam yapılmış diye sevinçten kendimizi ortalara attık. Her iktidar bunları düzeltmek için geliyor ama yaşananlar da ortada. Diğer yandan, mevcut iktidarı Askeri kanatta, sonrasında sergilenen davranışlar bakımından hiçbir işe yaramayacak şekilde protestolar da ortaya çıkmıştır. Örneğin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ndeki törende kendisine "Cumhurbaşkanı" olarak hitap etmek acaba neye yaramıştır? Çünkü ertesi gün "Cumhurbaşkanım" denmeğe başlanmış, bu güne kadar da bu devam etmiş ve başlangıçta Cumhurbaşkanlığı'na karşı çıkıldığı halde emekli olunana kadar O'nu Başkomutan olarak görmek ve emeklilik töreninde kendisini selamlayarak elinden madalya alınmak durumunda kalınmıştır. Buna "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu "denmez mi? ve bu tavırlar neye yaramıştır? Dolmabahçe görüşmesinin üzerine şüphelerin düşmesine sebep olunmamış mıdır? Bu davranışlar, devlet katında yersiz streslere neden olmamış mıdır? Bütün bunlar laik demokratik cumhuriyetimizin geleceğine yönelik endişelerle ilgili ise şu bilinmelidir ki Türkiye için uygun olan ne "orduya" endeksli ne de "türbana" endeksli demokrasidir. En uygunu mevcut yasalar ve devletin kuruluş esasları doğrultusunda bireyin hak ve hukukuna dayalı laik demokrasidir.

31 Ağustos günü Deniz Harp Okulu diploma törenine, devlet erkanı her sene olduğu gibi başta Cumhurbaşkanı olduğu halde en üst düzeyde katıldı. Ancak Deniz Kuvvetlerimiz için bu anlamlı ve önemli günde gözlerimiz emekli Deniz Kuvvetleri Komutanlarımızı aradı ama ne yazık ki hiç biri törende yok idi. Gelmeme sebepleri ne olursa olsun saygı duyulur ama şimdi buna ne anlam verilecek? Çünkü zaman ne yazık ki "öküz altında buzağı arama" zamanıdır. Şimdi bu neye yarayacak ve acaba ne varsayımlar ileri sürülecek? Özellikle Başbakan Tayyib Erdoğan'ın bunu değerlendirmesi gerekir ama bunların, içinde bulunduğumuz ateş çemberinde bize hiçbir faydası yok. Zaman, muhalefeti ile iktidarı ile her türlü siyasi/şahsi hırsların bir tarafa bırakılarak, hadi biraz daha ileri giderek "Tehir" edilerek, Ülkemizin belki de kurulmakta olan yeni bir düzen içinde en az zararla yerini alması yolunda dayanışma içine girmektir. Başbakan'ın %47nin hassasiyetlerine gösterdiği özeni, %53 ün hassasiyetlerine de göstermesi, "Türkiye'nin Başbakan" olması bakımından gerekli değimlidir? Muhalefetin ise özellikle dış politikada çözüm üretme zamanıdır. Bu da İktidarın bu konuları muhalefetle paylaşmasına bağlıdır. Deniz Baykal'ın "Komutanlar her zaman böyle konuşuyor ama" demesi doğal olarak lafın gerisi bakımından endişelere sebep olmuştur. Oysa ben bu sayfalarda daha önce yazdığım "SERT ÇIKMAK, SERT KINUŞMAK VE DARBE YAPMAK" başlıklı yazımda bu sözlerin sonunu getirmiş ve özetle "Şimdiye kadar gerek sivil gerek askeri kanattan, komutanların devir teslim konuşmalarında ve zaman zaman da görevleri esnasında terör olaylarından sonra ve/veya özellikle irticai faaliyetler ile ilgili olarak çok "sert konuşmaların, sert çıkmaların" yapılmasına rağmen, devranın ayni şekilde dönmesinden yakınıp, darbelerin de içinde bulunduğumuz duruma bir yararı olmadığını, darbelerin bu durumlara gelinmemesi için yapılmasına karşın, bu duruma gelindiğine göre, bundan sonra da bir işe yaramayacağını ileri sürüp artık, ister sivil kanattan, ister askeri kanattan olsun yapılacak olan bu konuşmalar yerine, durumdan şikayeti olanların duruma bir katkısı olamıyorsa en demokratik yol olan "istifa" seçeneğini düşünmesi gerektiğini yazmış idim. Komutanların yaptığı konuşmaların asıl hedefi, hükümetlerden ziyade özellikle alt kademelerden gelebilecek baskıları hafifletmek ve bir de halkımızın kalıtımsal bir inanışına dayalı olan Silahlı Kuvvetler'e güvenme duygularını sarsmama olarak görülmekle beraber, bunların yapılması ile vardığımız noktanın da ortada olduğunu belirtmiş idim.

Gün muhalefeti ile iktidarı ile Silahlı Kuvvetleri ile tüm kurumları ile ve en önemlisi halkı ile tam bir dayanışma içinde olma günüdür. Yani daha önce de yazdığım gibi, bunun için de zaman herkesin "sayı ile kendine gelme "zamanıdır. Meselelere "göz ile bakarsanız olanı, akıl ile bakarsanız olacağı görürsünüz". Bu yapılmaz ise korkarım her zaman söylediğim gibi "geç kalan teselli idamdan sonraki affa benzeyecek" özdeyişi haklı çıkacaktır.