Kriz döneminde bankacılık: Sektördeki hatalar, fırsatlar ve uygulamalar
Dr. Niyazi Erdoğan / TC Ziraat Bankası AŞ Eski İcra Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü
2001 ekonomik krizi sonrasında uygulanan ekonomik program ve finansal sistemle ilgili denetleme mekanizmalarının eskisiyle kıyaslanmayacak kadar ciddi çalışması ve sektörü yakından izlemesi sonunda bankalarımızın bugün eskisine oranla çok daha dikkatli ve tedbirli çalışmasını, dolayısıyla da çok daha az “riske” açık olmasını sağlamıştır. Örneğin toksik ürün diye adlandırılan ve bulundukları piyasalara hacimleri ölçüsünde kurumları tahrip eden “hedge fon”ların Türk bankacılık sistemine girmemesi sağlanan bu disiplinle ilgilidir. Bugün çok konuşulan “banka kredileri”ile ilgili sorun, artan döviz kurlarının sermayeler üzerinde yarattığı negatif etki ve özellikle dünyanın yaşadığı likidite nedeniyle dış borçlanmanın “sürdürülebilir”liğinin ciddi şekilde risk altına girmesi, yeniden borçlanma ve veya uzatımı gerçekleşse bile, yüksek maliyet/kısa vade faktörü nedeniyle bankaların “güvenli alan”da kalma refleksiyle, reel sektörün bu dönemdeki nakit ve bazen gayri nakit isteklerini beklenen oranda karşılayamamasıdır. Ülkemizde müşteri-banka ilişkisindeki doğal olarak bankalar da firmaların müşterisidir-geleneksel ve yerleşik düşünce “bankalar yağışlı havalarda müşterilerin üzerinden şemsiyeyi alan kuruluşlar”dır. Ama düşünülmelidir ki, bu kurumların öncelikli görevi kendilerine emanet edilen “tasarruf”ların güvenliğini sağlamak, tasarruf sahibinin talebi halinde bu paraları anında ödemektir. Bankadan para kullananların da, aldıkları paraların emanet olduğu aksi takdirde beslendikleri kaynakların kuruyacağını, dolayısıyla kendilerinin de doğrudan olumsuz etkileneceklerini bilmeleri gerekir. Bu genel değerlendirmeler ve deneyimlerim ışığında meslektaşlarımla paylaşmayı düşündüğüm bazı görüşlerim şunlardır: Şube bankacılığı (ben savaşın cepheleri diyorum), müşteri ilişkilerinin en üst seviyede olduğu, en küçük parasal işlem yaptırandan çok, büyük kamu ve özel yatırım projelerinin finansmanı konusunda ilgili ve bilgili olmayı gerektiren bir iştir. İlişki sanatı ve sabır gerektiren sadece bankacılık tekniği değil, psikoloji, pedagoji gibi konuları da içeren “ilişki yönetimi” gerektiren zor bir iştir.
. Kriz ortamında moral ve motivasyon çok önemlidir. Çalışanlar işsiz kalma korkusuyla özellikle “enformel” haberlere yoğunlaşır. Herhangi bir bankanın stratejileri gereği bir miktar çalışanını işten çıkarması,tüm sektör çalışanları üzerinde olumsuz etki yaratır. Bu da çok doğaldır. Bu durumlarda, çalışanlara çok daha güven verici, verilen bu güvenle işlerine çok daha sıkı sarılmalarını sağlayacakları fırsatlar yaratılmalıdır.
. Krizler, bankacılar üzerinde eğitici, öğretici ve yönetimsel bilgi ve beceri kazanımı fırsatları yaratır. Kişilerin performansları, ayırıcı özellikleri, sorunlar karşısındaki duruşları böylesi ortamlarda
ortaya çıkar. Banka elemanlarının “kara bahtım kem talihim” diyerek, savaşmak yerine mücadeleden kaçmaları ve kaderci yaklaşımlarını mesleki bir intihar olarak değerlendiriyorum. Bir dönem yönetiminde bulunduğum bankanın fona devredildiği gün -ki bir cuma akşamıydı-arkadaşlarımı toplayıp, haftanın ilk günü tüm müşterileri ziyaret etmelerini, bu durumun yaratılmasında onların kabahati olmadığını,dünkünden çok işlerine ve müşteri portföylerine sahip çıkmalarını istedim. Müşterilerimden bu konuda takdir dolu geri bildirimler aldım. Bugün oradaki ekibimin hemen tamamı (şoför, güvenlik görevlisi dahil) çeşitli bankalardan gelen teklifleri değerlendirerek daha üst görev ve ücretlerle transfer oldular. Hemen tümü halen bu bankalarda üst görevlerde çalışmaktadırlar. Dolayısıyla savaştaki direnç ve zaferlerinin hak ettikleri ödüllerini elbette almış oldular.
. Bilinmezlik ortamında sektörün büyük kısmı, rakiplerinden önce alacaklarının tahsili,vadesi gelmemiş alacaklarını bile tahsil etme telaşına düşmesi ile, “kral” koltuğunda olması gereken müşterilerini kaybedebileceklerini, kaybetmeleri bir yana bu hareketlerinin firmanın hayatiyetine mal olacağını düşünmeden hareket edebilmektedirler. Yine iyi bilinmelidir ki, bankacılıkta bir müşteri kaybı, yirmi yeni müşteri edinmeye harcanacak maliyete eşittir. Bu kadar oyuncunun bulunduğu bir piyasada rekabetin bir bedeli vardır. Kriz döneminde uygulayacağınız dengeli pazarlama stratejisi, rakiplerinizin terk ettiği alanları hemen doldurma, hedef firmalarla ilişki kurma onları portföyünüze dahil etme fırsatı sağlar. Müşteri kendisini sıkışık dönemlerde destekleyen bankaları asla unutmaz.
. Kriz ortamından çıkarılacak en önemli fırsatlardan biri de bankaların portföylerindeki firmalarını çok hızlı bir taramayla teminatların güvenilirliği, likidite kabiliyeti, sektörel konumu, iş yaptıkları kurumların risk profilleri gibi önemli faktörlerin değerlendirilmesine, dolayısıyla çok daha gerçek bir “risk haritası“ elde edilmesine olanak sağlamaktır. Kısacası salt bu konuların yakından izlenmesi ve verilerin alınması için müşteri ziyaretlerinin eskisinden çok daha sık bu ziyaretlerde müşteri ilişkisinin telaştan çok, samimi ve paylaşımcı, iş ortağı (partnership) sıcaklığı ile yapılması bankaya önemli ayrıcalıklar yaratacaktır. Ülkemizdeki ortak veri tabanı, müşterilerin gerçek durumunu göstermekten uzaktır ve olanlar da günceli yansıtmamakta,dolayısıyla da alınacak karar, uygulanacak stratejilerde “proaktif” davranmayı sağlamayacaktır.
. İşi “finansmanla uğraşmak” olan bankacılığın, plasmanların yaparken, döviz riski (kur riski) faiz riski, likidite riski, vade riski gibi riskleri göz önünde bulundurmadan müşterilerine verdikleri kredilerin, onların hiç günahı olmadan, zamanından önce geri çağırılmasının, doğru olmaktan öte, etik olmadığını düşünüyorum. Geri ödeme talebi bile belli bir nezaket ve ilişki yönetimi sınırlarında, paylaşılarak yapılmalı, faiz artırımı, hesaba gelen paraların habersiz mahsup edilmesi gibi hareketlerden kesinlikle kaçınılması gerekir. Kriz dönemleri “kâr” değil “ar” dönemleridir. “Pompaya su konulmadan kuyudan su çekilmez” özdeyişi gibi, kritik dönemlerde müşterilerin “acil” ve “olabilecek” taleplerinin yerine getirilmemesi bankayı çok daha büyük risklerle karşı karşıya bırakabilir ve giderek diğer bankalarla birlikte, domino etkisiyle sistemik olumsuz etkileşim yaratır. Şube bankacılığında “diğer bankalardan önce ben müşterinin üzerine gidip, sorumluluktan kurtulayım” psikolojisi vardır. Zira, hesabının kendisine sorulacağını bilir. Yirmi beş yılı aşan şubecilik deneyimimde, daha çok proje finansmanı üzerine yoğunlaşan biri olarak, risk anlayışını, müşteri ile ortak, karşılıklı sorumluluk ve iş ortaklığı üzerine kurdum, hep “müşterinin sorunu aynı zamanda bizim sorunumuzdur” anlayışıyla çalıştım. Yasal takip yaptığım çok az müşterim oldu. Bilançosu neredeyse orta büyüklükte bir banka kadar olan kurumsal şubeyi bıraktığımda arkamda bir tek sorunlu portföy bulunmaması yaptığım işin doğruluğunu teyid etmesi açısından önemlidir.
. Krizi yöneten kamu yöneticilerine de üç konuda tavsiyem olacaktır. Bu dönemlerde en kıt kaynak ve yangını söndürecek en önemli araç olan “likidite”nin, doğru yerlere kanalize edilmesi çok
büyük önem taşımaktadır. Krizi fırsata dönüştürmeye evet ama “kriz fırsatçılığı“ eğilimi gösterenlerin, ülkenin kıt kaynaklarını kullanmasına izin verilmemelidir. Esasen devletin sağlayacağı fon
olanaklarının bankaların özkaynaklarını güçlendirilmesi ve reel sektöre kullandırılacak kaynakların yine ve mutlakla “kredi” mantığı içinde hak edebilecek firmalara aktarılmasına aracılık etme
ve takip görevi verilmesi yerinde olacaktır.
İkinci husus, kredi kartı ve bireysel borçlarda yasal takipler, elbette artan işsizlik ve yükselen temel tüketim malları harcamaları nedeniyle, her ay bir önceki aya göre katlayarak artmaktadır. Bu borcun toplamı neredeyse banka dışı özel kesimin dış borcu kadar olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Döviz kurundaki yükselmelerin yabancı para bazında, banka öz kaynaklarında erimelere
neden olduğu, hemen her bankanın temin ettikleri dış borçların geri ödemelerinin olduğu ve bugünkü dünya ekonomik konjonktüründe yeni kaynak bulmanın (sendikasyon, seküritizasyon
vb.) bulunsa bile kısa vadeli ve yüksek maliyetli olacağı dolayısıyla da bankanın öncelikle, ileride yine müşterilerinin yararına sunulacak olan, kaynak sağlama hususundaki kredibilitesinin sürmesi
gerektiği bilinmelidir.
Üçüncüsü, bankaların üzerinde reel sektöre kredi verilmesi konusunda ısrarcı olunurken, asıl piyasaları kilitleyen ve her ekonomik sıkıntıda, sıkıntının asıl nedenlerin başında gelen “ticaret
sahiplerinin birbirlerine olan borç/alacak ilişkilerinin “aksaması, özellikle borçluların yüklenimlerini yerine getirmemesi nedeniyle, domino etkisiyle piyasanın bozulması konusunda, “kanaat önderleri” nin gerekli hassasiyetin gösterilmesi hususunda yeterli çabanın gösterilmemesidir. Krizde suçlu aramak yerine, herkesin, her kesimin üzerine düşen görevi yapmaması, krizin çaresinin kendisi dışında araması tutumu tüm sektör için zararlıdır. Hepimizin aynı gemide olduğumuzu, ticari ilişkilerimizdeki karşılıklı yükümlülüklerimizi asla unutmamamız gerekmektedir.
Sonuç olarak bu yangın hiç kuşkusuz sönecektir. Yangının en az hasarla sönmesi, söndürecek önlemlerin yeterli olması yanında, söndürme ekibinin eğitimi, yeteneği, mücadele ve moral gücüne
ve “kriz yönetimi” yeteneğine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Yangın bittiğinde, yeni binanın sahipleri, hiç kuşkusuz bu çabada yaşamı pahasına yüksek sorumluluk duygusuyla binanın harcı olan “müşterisi”ni tutabilen, hatta bu dönemde yenilerini portföyüne dahil edebilen, problemin kendisiyle dolayısıyla çözümün de kendisine ait olduğuna inananlar olacaktır.
Likidite krizlerinde çok duyulan “nakit kraldır” (cash is king) sözcüğü elbette doğrudur. Ama unutulmamalıdır ki her zaman, her dönemde ve her durumda gerçek kral “müşteridir”. Bankalar ve
reel kesimdeki firmalar bilançolarındaki kayıpları ancak kazandıkları ve kazanacakları müşterileriyle giderebilirler.
Başta da belirttiğimiz gibi, şubelerin her dönemde ve özellikle böylesi kritik dönemlerde de bankacılığın cephede savaşan birimleri olarak genel müdürlük birimleri tarafından desteklenmesi,
moral ve motivasyonların yüksek tutulması, savaşmaları için gerekli cephanelerden yoksun bırakılmak bir yana, her zaman şubelerin yanında olduğu inancının pekiştirilmesi için en üst yöneticilerinin ağızlarından bunun bir strateji olarak ifade edilmesi, izlenmesi öte yandan da bir gün yine mutlaka kapıları çalınacak, yeniden iş yapmak için yüzyüze gelinecek olan müşteri kitlesi ile bu dönem ilişkilerinin karşılıklı anlayış ve işbirliği içinde yönetilmesi gerekir. Bu beceriyi gösteren bankalar ve bankacılar normalleşecek dönemde hiç kuşkusuz ki karşılığını fazlasıyla lacaklardır.