Kullanılabilir su kaynaklarına ilişkin dünya ve Türkiye gerçekleri

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yavuz AKBULAK / SPK Başkanlık Danışmanı

Ekolojik dengeyi oluşturan ve canlıların yaşam işlevleri açısından vazgeçilmez ve ikame edilemez olan su, insanoğlu tarafından içme suyu temini, sulama ve çeşitli sınai amaçlarla kullanılmakta olup; tarihsel süreçte, nüfus artışı, kentleşme ve endüstrileşmenin su tüketimini artırması, atık suların doğaya karışımı nedeniyle yaratılan çevre kirliliği, altyapı yetersizliği ve tarımda aşırı sulama gibi yanlış kullanımların da etkisiyle, su kaynaklarının kullanımı ve paylaşımı sorunu olarak özetleyebileceğimiz "küresel su krizi" olgusu karşımıza çıkmaktadır. Özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak iklim değişikliklerinin su kaynaklarının kullanımı konusunda yaşanan sıkıntıları körüklemesiyle (iklim değişikliğinin küresel su krizine etkisinin %20 olduğu öngörülmektedir, Water for People, Water for Life, UN World Water Report, UNESCO-WWAP 2003), küresel su krizi olgusu genel tartışma konuları arasında son yıllarda ilk sıralara yerleşmiş bulunmaktadır.

Küresel su krizinin boyutunu anlamak için su kaynaklarının dağılımına ilişkin şu bilgilere (Küresel Su Krizine Çözüm Arayışları, TÜSİAD, T/2008-09/470, 2008) göz atmak yeterlidir: Yerkürenin ¾'ü sularla kaplı olmasına karşın, bunun %2.53'ü tatlı su niteliğinde olup, tatlı suların yaklaşık %70'i de buzul formundadır. Dünyanın toplam su kaynağı yıllık 43,750 km3 olarak öngörülmekte ve bu kaynağın %45'i Amerika, %28'i Asya, %15.5'i Avrupa ve %9'u Afrika'da bulunmaktadır. Kişi başına düşen yıllık su kaynağı miktarı Amerika'da 24,000, Asya'da 9,300, Avrupa'da 5,000 ve Afrika'da 3.400 m3 düzeyindedir. Kişi başına yıllık toplam yenilenebilir su kaynağı dağılımı ülke bazında derin farklılıklar göstermektedir. Örneğin; Kuveyt için yıllık yenilenebilir su kaynağı 10 m3 iken, Kanada'da bu miktar 100,000 m3'tür. Kişi başına yıllık toplam yenilenebilir su kaynağı bakımından en fakir 10 ülke: Bahreyn, Ürdün, Kuveyt, Libya, Maldivler, Malta, Katar, Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen olup, bu ülkeler içerisinde ağırlık Ortadoğu ülkelerindedir. 32 ülke, toplam yenilenebilir su kaynağının %50'sinden fazlası komşu ülkelerine (ya da bölge ülkelerine) bağlı olması nedeniyle "bağımlı ülke" konumunda olup, komşularımız olan Irak ve Suriye de su kaynakları ülkemize bağlı olan ülkelerdendir. Dünya üzerinde 263 su havzası birden çok ülke tarafından paylaşılmakta ve bu ülkeler dünya nüfusunun yaklaşık %40'ını barındırmaktadır. "Sınır Aşan Su Sorunu" olarak adlandırılan bu durum, 200 dolayında ülkeyi ilgilendirmekte ve bu ülkeler arasında paylaşım sorunları doğmaktadır. Su kıtlığı tehlikesi bulunan alanlar, özellikle Kuzey Afrika ve Doğu Asya'da giderek genişlemektedir. Amerika kıtasında su kaynakları dünya nüfusunda sahip oldukları payın üzerinde iken, dünyanın başka bölgelerinde su kaynakları nüfusa göre yetersiz kalmakta, özellikle Asya kıtasında nüfus ile sahip olunan su kaynakları arasında dramatik bir fark bulunmaktadır.

Konuya ülkemiz açısından bakıldığında ise, şu saptamalar yapılmaktadır (TÜSİAD a.g.e. ve Onur Öktem, Türkiye'nin Sınır Aşan Sular Politikasında Karşılaştığı Kısıtlar: Dicle-Fırat Örneğinde Yeni Bir Hidro-Strateji): Ülkemizde tatlı su kaynaklarını oluşturan 26 nehir havzası bulunmakta olup, ortalama yıllık akış 186 milyar m3'tür. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarımız 1,700 m3 dolayındadır. Bu rakam, bölge ülkelerine oranla daha çok su kaynağına sahip olmasına karşın ülkemizi "su azlığı yaşayan" ülkeler sınıfına sokmaktadır. Dahası, nüfus artışının da etkisiyle 2030 itibariyle bu rakamın 1,000 m3 seviyelerine düşeceği, yani ülkemizin "su fakiri" ülkeler sınıfında yer alacağı beklenmektedir (Nermin Çiçek ve diğerleri, Türkiye'de AB'ye Uyumlu Su Havzası Yönetim Stratejisi ve Su Çerçeve Direktifi: Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8,000-10,000 m3'ü aşan ülkeler "su zengini", 2,000 m3'ten az olan ülkeler "su azlığı" çeken ve 1,000 m3'ten az olan ülkeler ise "su fakiri" ülke olarak nitelendirilmektedir). Ülkemizin bilinen yeraltı suyu potansiyeli ise 12 km3 olup, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün (DSİ) konuya ilişkin envanter çalışmaları sürmektedir. Diğer yandan, mevcut durumda su potansiyelimizin ancak %30'u kullanılabilmekte ve oranın artırılması ciddi yatırımlar gerektirmektedir (Tuba Turan, Zeynep Eren, Türkiye'de Su Kaynakları ve Su Politikası, TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi, 20-22 Mart 2008). Kişi başına kullanılabilir su potansiyeli bakımından ülkemiz 182 ülke içinde 132. sırada yer almaktadır. Suyun kullanım alanlarına bakıldığında, %75 ile ilk sırayı tarımsal sulama amaçlı kullanımın aldığı, içme suyu dahil evsel amaçlı kullanım oranının %15 ve endüstriyel amaçlı kullanımın da %10 oranında olduğu görülmektedir (Gelişmiş ülkelerde tarımsal sulama amaçlı kullanım %30, endüstriyel kullanım %59 ve evsel kullanım ise %11 oranlarındadır. Ülkemizin su kullanım oranlarının dağılımı, tarımsal sulama oranı %80, endüstriyel kullanım oranı %10 ve evsel kullanım oranı %8 olan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin oranlarına daha yakındır). Hidroelektrik amaçlı kullanıma bakıldığında ise, ülkemizin 433 milyar kwh olan brüt hidroelektrik potansiyelinin, yararlanılabilir kısmının 216 milyar Kwh olduğu ve bunun da ancak %33'ünün gerçekleşmiş olduğu tahmin edilmektedir. Değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyelimiz içinde ilk iki sırayı Fırat ve Dicle nehirleri almaktadır.

Sonuç olarak, tüm bu veriler dikkate alındığında, dünyanın büyük bir su sorunu yaşamakta olduğu, ülkemizin de gerekli yatırımlar yapılmadığı ve önlemler alınmadığı takdirde, önümüzdeki dönemlerde bu sorunu çok daha yakından hissedeceği, bunun ekonomik kalkınma, ulusal güvenlik, çevre ve sağlık alanlarında önemli olumsuzluklara yol açabileceği açıktır. Çünkü IPPC-Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli gibi uluslararası platformlarda yapılan çalışmalarda, ülkemizin de küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeleri arasında olduğu belirtilmekte ve ülkemizin küresel ısınmadan, su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık, çölleşme ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuz açılardan etkileneceği öngörülmektedir.