Küresel finans krizinin etkileri ve gelişmekte olan ekonomiler arasında farklılaşma

Turgay Aytekin (SMMM) / MÜ İşletme Ana Bilimdalı Doktora Öğrencisi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

2007 yılının ilk aylarından itibaren dünya ekonomi gündemine yerleşen küresel krizin etkileri geçen süre zarfında tüm ekonomiler üzerinde hissedilmeye başlandı. Başlangıç noktası olan ABD ekonomisinde yarattığı tahribat 1929 Büyük Buhran'ı ile karşılaştırılırken, birkaç aylık gecikme ile krizin bozucu etkileri sırası ile Euro bölgesinde ve Asya-Pasifik ülkelerinde hissedilmeye başlandı.

Söz konusu krizin gündeme oturduğu ilk aylardan bu yana ekonomi dünyası farklı sorulara cevap aramaya çalıştı. Bunlardan ilki krizin ilk hissedildiği aylarda bunun bir resesyona yol açıp açmayacağı idi. Ardından sırası ile krizin bozucu etkilerinin gelişmekte olan ülkelerde sınırlı kalıp kalmayacağını ve hemen ardından krizin etkilerinin gelişmekte olan ekonomilere bulaşıp bulaşmayacağı etraflıca tartışıldı. Hatta bazı iyimser ekonomistlerin bu krizden çıkış noktası olarak gelişmekte olan ekonomilerin performansını işaret ettiklerini de izledik. Özellikle 2008 başlarında emtia fiyatlarında yaşanan şişmenin etkisi ile yıldızı parlayan bazı ülkeler sayesinde krizin küresel boyuta ulaşmayacağına dair iyimserlik daha da popüler hale geldi.

Bugün geldiğimiz noktada ise artık yukarıda vurgulanan tüm sorulara net cevaplar alınmış durumdadır. Gerek resesyon ve gerek gelişmekte olan ekonomilere ilişkin ayrışma konularında önümüzde tartışmasız realiteler var. Emtia ihracatçısı olsun olmasın tüm gelişmekte olan ekonomiler de söz konusu krizin etkilerini son 5 aydır hissetmekteler ve daha ağır hasarlara hazırlıklı olmaları konusunda ciddi uyarılarla karşı karşıyalar. Resesyonun ötesinde son dönemde problemin bir depresyona dönüşüp dönüşmeyeceği de sorgulanmaya başlandı. (Genel kabul görmüş terminolojiye göre bir dönemde yüzde 10 ve üzerinde bir küçülme veya üç yıldan uzun süreli negatif büyümenin gerçekleştiği ekonomiler depresyona girmiş olarak kabul ediliyor.)

Bu bağlamda gündeme gelebilecek yeni bir soru ' gelişmekte olan ekonomiler içerisinde krizin etkileri açısından bir ayrışma olup olmayacağı' yönünde olabilir. Bu sorunun Türkiye ekonomisi açısından özel bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Zira Türkiye bir emtia ihracatçısı konumunda değil ve büyüme ile cari açık oranı arasında ciddi bir pozitif korelasyona sahip. Daha açık bir ifade ile krize ilişkin ilk toparlanma sinyallerinin alınması durumunda uluslararası finansman açısından gelişmekte olan ekonomiler bir bütün olarak mı değerlendirilir yoksa her bir ekonominin potansiyel ve riski en azından belli bir dönem için ayrı ayrı mı dikkate alınacaktır? Böyle bir ayrışma ihtimaline karşın Türkiye ekonomisinin bir anlamda dayanma gücü nedir?

Böyle bir soruya cevap verebilmek için gerçekten de çok detaylı bir çalışmaya gereksinim duyulmakla birlikte, son bir kaç ayda yaşanan bazı ekonomik gelişmeleri dikkate alarak, gelişmekte olan ekonomiler arasında ayrışma ihtimali hakkında bir ön fikir elde edebiliriz. Farklı kurumlarda içeriği değişik olmakla beraber, bu yazıda genel olarak finans kuruluşları tarafından Türkiye ile birlikte değerlendirilen ekonomilerin performansları üzerinde durulmuştur.

 Rusya Çin Güney Afrika Brezilya Arjantin Macaristan Türkiye

Kurda değişim (USD, yıllık) % 19,1 -5,92 38,1 26,5 10,5 13,2 32,7

Faiz oranları % (3 aylık10/01/009)  13,00 1,62 11,50 13,66 19,44 9,91 16,37

Tüketici fiyatları değişim yıllık % 13,8 2,4 11,8 6,4 7,9 4,2 10,1

GSMH büyüme % (2008 3. çeyrek) 6,2 9,0 2,9 6,8 6,2 0,8 0,5

Cari açık/GSMH % (2008 T) 6,0 10,5 -7,8 -1,8 2,7 -5,0 -6,4

İşsizlik oranı 14,1 6,2 11,4 5,8 9,0 6,3 10,9

Kaynak: Economist- 10/16 Ocak 2009 Türkiye İstatistik Kurumu.

Özet olarak:

1. Kapsamlı bir analiz, ancak her ülkenin içinde bulunduğu koşulların ve her bir ekonomik göstergeye ait eğilimlerin göz önüne alınması ile mümkündür. Buna ilave olarak farklı ekonomik göstergelerinde analize dahil edilmesi remin daha net bir şekilde ortaya konmasında yardımcı olabilir. Bu bağlamda yukarıdaki verilere dayalı üretilecek sonuçlar sınırlı bir çerçevede değerlendirilmelidir.

2. Ancak, bu sınırlamaya rağmen yukarıdaki verilerden söz konusu krizin bozucu etkilerinin her ülkede farklı bir trend izlemekte olduğunu da söylemek mümkün. Bunu net bir ayrışma olarak nitelemek mümkün olmasa dahi, her ülkenin farklı tepkiler verdiği söylenebilir.

3. Türk ekonomisine ilişkin göstergeler ağırlıkla Güney Afrika ve Rusya ile paralellik göstermektedir. Rusya'nın gerek jeo-politik konumu ve gerekse çok önemli bir petrol ve doğalgaz ihracatçısı olması sebebi ile biraz daha özel bir platformda değerlendirilmesi gerektiği kabul edildiğinde, krizin bozucu etkileri açısından Türkiye ve Güney Afrika'nın tablodaki diğer ekonomilere kıyasla daha kırılgan bir yapıda oldukları ifade edilebilir.

4. Türkiye özelinde yakın vadede negatif büyümeye bağlı cari açıkta hızlı bir iyileşme ve buna mukabil işsizlik oranında önemli artışlar gündeme oturacak konular olarak göze çarpmaktadır. Bunun yanında halen detayları netleşmemiş olan IMF anlaşması, hiçbir rasyonalitesi kalmamış bütçe hedefleri ve yerel seçimler gibi mevcut hassasiyeti daha da arttıracak faktörler de ziyadesi ile mevcuttur. Merkez bankasının ardı ardına aldığı faiz düşürme kararları da piyasaları rahatlatma konusunda umulan etkiyi yaratamamaktadır.

5. Başlangıç ve bitiş tarihleri kestirilememekle beraber, ekonomik krizler belli bir periyodun sonunda etkisini kaybetmektedir. Asıl önemli husus bu süre zarfında oluşan kalıcı hasarlardır. Mevcut veriler ışığında söz konusu kriz Türk ekonomisinin rekabet gücünde önemli hasarlar yaratabilecek potansiyele sahiptir. Söz konusu hasarların minimize edilmesi kısa vadeli acil önlemler başlığı altında sınıflandırılabilir ki bu konuda da çok proaktif davranıldığını söyleyemeyiz. Ekonomi yönetimi nedeni anlaşılamaz bir şekilde derli toplu bir önlemler paketi oluşturamamış, özellikle finans sektöründe kredi teminindeki sıkışıklığı azaltacak önlemler açısından son derece edilgen bir pozisyonda kalmıştır.

6. En az kısa vadeli önlemler kadar önemli bir diğer husus: Türk ekonomisinin yapısal sorunlarını hedefleyen ve benzer krizlerin tekrarlandığı durumlarda mevcut kırılganlık katsayısını azaltabilecek bir orta vadeli politikalar demetinin de şimdiden gündeme getirilmesidir. Türk ekonomisi mevcut tasarruf açığını azaltıcı bir ekonomi politikası ve daha fazla katma değer sağlayan bir ihracat altyapısına kavuşamadığı sürece her kriz ortamında en fazla tedirginlik yaratan ekonomiler arasında yerini muhafaza edecektir.