Küresel krizin baş aktörleri Ninja Krediler Türkiye'de mi?
Mücahit CİVRİZ / Maliye Bakanlığı / Muhasebe Uzmanı
Yaklaşım Dergisi'nin ekim sayısında yayımlanmak üzere gönderdiğim makalede (Sayı:226), Türkiye'de Ninja kredi var mı? sorusuna cevap aranıyordu. Küresel krizin baş aktörleri olarak değerlendirilen Ninja'lar bankacılık kesimi, krediler, sınırlama telkini çerçevesinde incelenmişti. İlginçtir ki, kriz döneminde dünyada çok konuşulmasına rağmen Türkiye'de bu konuda bir kıyaslama yapılmamış ve resmi kaynaklardan da bu yönde bir açıklama o güne kadar gelmemişti. Ne var ki, derginin yayımlanmasına birkaç gün kala, 25 Eylül 2011 Pazar günü, Star Gazetesi'nde Hüseyin Özay imzalı bir haber yayımlandı ve BDDK kaynaklarına dayanarak Ninja kredisinin Türkiye'de olduğu ifade edildi. Bu haber, yayımlanan makalede yer alan bulgularımızın aksine işaret ediyor ve "Türkiye'de krize neden olacak düzeyde sorunlu krediler bulunmamakta, ABD krizinin öncü aktörleri Ninja'lar ülkemiz finansal piyasalarında yer almamakta" kanaatimizin aksine vurgu yapıyordu. Her ne kadar haberde bankaların kredi politikalarındaki özensizlikten ziyade, usulsüz ve cezai müeyyideyi gerektirecek bir durumdan bahsediliyor olsa da Ninja'lar üzerinde konsensüs sağlayamadığımız ortada idi. Haberden birkaç gün sonra Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan'ın 30 Eylül 2011 tarihli Dünya Gazetesi'nde, bankaların kredi artışında bu yıl için "telkin" edilen yüzde 25 sınırının kalktığını ifade eden açıklaması geldi. Bu aslında banka kredilerinde "sorun" görülmediğinin bir başka göstergesi idi. Yayımlanan makalenin bazı bölümlerini paylaşarak, ülkemizdeki sorunlu krediler ve dolayısıyla Ninja krediler bahsine değinmek istiyorum.
Özensiz kredi politikası ve kusurlu bir fırtına
Küresel krizden bize kalan kavramlardan bir tanesi Ninja krediler. Kriz günlerinde Amerika Birleşik Devletleri'nde çok konuşuldu ve tartışıldı. Herkesin yaşananlardan ders çıkarmaya, düşülen hataları nasıl tekrarlamam sorusunun cevabını bulmaya çalıştığı günlerde, insanların karşına çıkan kavram Ninja Krediler oluyordu. Dünyanın en ünlü ekonomistler, analistler ve stratejistlerine sahip ülkesinde "dikkatlerden kaçan önemsiz bir grup" ve bu gruba karşı "özensiz kredi politikası" ülkeyi bir kaosa sürüklemiş ve tüm dünyayı etkileyecek "kusurlu bir fırtına"nın temelleri atılmıştı. Oluşan emlak balonu ve ikincil piyasa işlemlerinde türevlerinin bir çığ gibi yayılması dünyanın başına bela olmuştu. Oluşan her balonun elbet bir gün patlayacağı herkesin malumu idi. Hal böyle olmasına rağmen, bazıları sorunu görmezden geliyordu. Sorunu gören bazılarının ise uyarıları dikkate alınmıyordu zira klasik Amerikan tabiriyle: "Müzik devam ettikçe herkes dansa devam" etmek istiyor, "gerçekleri söyleyen aykırı sesleri" ise müziğin ritmini bozan "senkoplar" olarak nitelendiriyorlardı. Müziğin çalmaya devam etmesi, karar vericiler ve ekonomik ajanlarda alınmaması gereken kararların alınmasına imkân veriyordu. Bu süreç düşük gelirli ve alım gücü düşük insanların "ana aktör" halini aldığı bir oyunu sahneye koyuyordu.
Daha önce defalarca sergilenen oyun bir kez daha sahne alıyordu. Düşen faiz oranları, kontrolsüz artan krediler, oluşan balonlar, balonun patlaması, oluşan iflaslar… Aktörler değişiyor ama senaryo neredeyse hiç değişmiyordu. Mortgage krizine giden süreçte de, düşen faiz oranları ve azalan kredi maliyetleri ile desteklenen emlak talebi artıyor ve emlak fiyatları her geçen gün yükseliyordu. Oluşan ucuz kredi imkânları ile desteklenen talep, firmaları da dikkatli ve özenli kredi politikasından uzaklaştırarak, Prime Mortgage Krediler (Yüksek Gelirli, Ödeme Gücü Yüksek Kişilere Verilen Krediler) yerine, birincil ve ikincil piyasalarda geliri düşük, ödeme gücü riskli kişilere verilen kredilere yöneltiyordu. İşte krize neden olan bu krediler literatüre, Sub-Prime Mortgage Kredileri (Eşik Altı-Düşük Gelirli, Ödeme Gücü Düşük Kişilere Verilen Krediler) ya da Ninja Kredileri (No Income, No Job, No Assets/İşi, Geliri, Serveti Olmayanların Kredisi) ismiyle geçiyordu.
Türkiye krize hazırlıklı yakalandı. Öncelikle 2001 krizinin izleri hâlâ tazeydi ve bankacılık kesimi de oldukça sağlamdı. Üstelik dünyanın başına bela olan Mortgage kredileri ve türevleri de Ülkemizde yoktu. O nedenle krizin bizi etkilemeyeceği kurgusu ile hareket edildi. Daha sonra finansal krizin reel krize dönüşme riski, ekonomi otoritelerini harekete geçirdi ve gevşek para ve maliye politikası araçları devreye sokuldu. Alınan tedbirlere rağmen 2009 yılında önemli bir daralma yaşanan Türkiye ekonomisinde, 2009 yılı son çeyreğinden itibaren rüzgar farklı esmeye başladı. Azalan dış talep karşısında canlı iç talep, hızlı bir toparlanmayı beraberinde getirdi. Düşen faiz oranları ile desteklenen iç talep, büyümenin itici gücü oldu; "paradigma" değişti. Bu durumda tüm dünyanın ardı ardına bankalar kurtardığı dönemde bir şey yapmak "zorunda" olmayan Türkiye'de bir takım tedbirler konuşulmaya başlandı ve Merkez Bankası ile başlayan süreç BDDK ile devam etti. Peki gerçekten bankacılık kesimine yönelik tedbirler "bu dönemde" gerekli ve zorunlu muydu?
Sorunlu krediler
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra küresel ekonomide en ciddi daralmaya neden olan krizle mücadele edebilmek için, özellikle gelişmekte olan ülkelerde gevşek para politikaları devreye alındı ve düşen faiz oranları güçlü talep ile birlikte hızlı kredi artışına neden oldu. Bu süreç, bundan birkaç yıl önce de benzer bir süreç yaşayan finans kesiminin yaşananlardan ders almadığının bir göstergesi miydi acaba?
Türkiye'de sorunlu / Ninja kredi olup olmadığını anlayabilmek için, gelir düzeyi gruplarına göre kredi miktarı ve bu kredilerden ödenmeyen rakamlara bakmak gerekmektedir. Ancak bu bilgiler düzenleyici otoritelerce kamuoyu ile paylaşılmadığından sorunlu krediler ve tahsili gecikmiş alacaklara bakmamız gerekmektedir. Bu sayede bankaların kredi vermedeki tutumlarındaki performansın ortaya çıkmasını sağlayabilir ve tahsili gecikmiş alacakları takip ederek "ödeme gücü olmayanlara" karşı kredi politikasının detaylarını görebiliriz.
Grafik 1'de ülkelerin sorunlu kredi oranlarına yer verilmiştir. Grafikten de görüldüğü üzere, en sorunlu ülke Letonya'dır ve bu ülkeyi Romanya, İtalya ve Rusya takip etmektedir. Lüksemburg, İsviçre ve Çin sorunlu kredi oranlarında oldukça başarılı görülmektedirler. Türkiye ise yaklaşık yüzde 3'lük oran ile sorunlu kredilerde "sorun olmadığı" iyi bir noktadadır.
Tahsili gecikmiş alacakların detayına baktığımızda ise olumlu seyri burada da görmekteyiz. Tahsili gecikmiş alacakların tahsili, aktiften çıkarılması ile portföyden düşülmesi sonucu toplam kredilere oranın gerilediği, üstelik krediler için alınan teminatlar ile ayrılan karşılıklar göz önünde tutulduğunda kredi risk göstergelerinin herhangi bir olumsuzluğa işaret etmediği de görülmektedir. Tahsili gecikmiş alacaklar 2009 yılında yüzde 5,3 oranı ile zirve yapmış, 2010 yılı ile birlikte önemli iyileşme trendi yakalanmıştır. Detaya inildiğinde en yüksek orana yüzde 10,4 ile kredi kartlarında rastlanırken, taşıt kredilerinde ise bu oran yüzde 10,3 olmuştur. Bu iki kalem 2010 ve 2011 yıllarındaki iyileşmelere rağmen yüksek oranlarını korumuşlardır. Toplam kredilerde 2010 yılında yüzde 3,7'ye gerileyen Tahsili Gecikmiş Alacaklar, 2011 yılında yüzde 3,2 oranına gerilemiştir. 2009 yılında olduğu gibi 2010 ve 2011 yıllarında da en sorunlu iki kalem kredi kartları ile taşıt kredileri olmaya devam etmiştir. İncelenen üç yılda da tahsilinde en olumlu göstergelerin konut kredileri olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Türkiye Bankalar Birliği'nce yapılan bilgilendirmeye (Bankacılıkta Gelişmeler Bilgilendirme Toplantısı, Temmuz 2011) göre ise, takipteki net alacakların kredilere oranı 2010 yılı sonunda yüzde 0.6 iken temmuz ayı itibariyle yüzde 0.4 oranına gerilemiş, takipteki brüt alacakların Kredilere oranı 2010 yılı sonunda yüzde 3.9 iken temmuz ayı itibariyle yüzde 3.1 oranına gerilemiştir. Takipteki tüketici kredilerinin tüketici kredilerine oranı 2010 yılı sonunda yüzde 2.8 iken 2011 Temmuz ayı itibariyle yüzde 2.1 oranına gerilemiştir. Takipteki kredi kartları oranında da iyileşme gerçekleşmiş ve yüzde 8.7 olan 2010 rakamı 2011 Temmuz ayı itibariyle yüzde 7.5 oranına gerilemiştir. Takipteki kurumsal krediler ise yüzde 3.6 oranından yüzde 2.9 oranına gerilemiştir.
Sonuç: Testiyi kırmadan…
Nasreddin Hoca'nın hikâyesi hepimizin malumu: çocuğundan su isteyen hoca, oğlundan testiyi doldurmasını ister ama ardından da tokat vurarak, kulağını çeker: sakın testiyi kırayım deme! Çocuk ne olduğunu anlayamadan çeşmeye doğru yürür. Bu durumu görenler, Nasreddin Hoca'ya söylenirler: Hocam, bu ne hal? Çocuk testiyi kırmadı ki, Niye dövüyorsun zavallı yavrucuğu? Hoca, gülerek cevap verir: Testiyi kırdıktan sonra dövsem ne olacak? Testi yerine mi gelecek? Kırmadan dövdüm ki, dikkatli olsun…
Biz de benzer bir süreçten geçmekteyiz. Küresel krize güçlü bankacılık sektörü ile giren ve bu nedenle pozitif bir ayrışma yaşayan Türkiye, geldikleri kritik eşik nedeniyle değil ancak cari açığa sebep oldukları gerekçesiyle bankacılık kesimine yönelik önlemler alma ihtiyacı hissetti. Önce Merkez Bankası faiz oranlarını yükseltmeden zorunlu karşılık oranları aracılığıyla likidite önlemlerini devreye sokarak bankaların kredi maliyetini artırmaya çalıştı. Bu politika beklenen etkiyi doğurmadı ya da Merkez Bankası'nın ifadesiyle yılsonunda etkisini belirgin hale getirecek. Merkez Bankası'ndan sonra ise devreye BDDK girdi. Özellikle Merkez Bankası kredi artışı ile cari açıktaki artışı paralel bir düzlemde gördüğünden ve kredi artış hızının azalması durumunda cari açığın da azalacağına inandığından bu sıkılaştırma politikasını benimsedi. BDDK ise alınan önlemlerde seçici davranarak karşılık oranlarında kredi türüne göre farklı düzenlemelere giderek kısıtlayıcı tedbirleri devreye aldı. Bir anlamda testi kırılmadan taraflar "kibarca uyarıldı" ve "kulak çekildi." Yoksa incelediğimiz göstergeler kredilerde önemli bir soruna işaret etmemektedir.
"Küresel krizin baş aktörleri Türkiye'de mi?" sorusuna o zaman rahat bir şekilde cevap verebiliriz: Türkiye'de krize neden olacak düzeyde sorunlu kredi alacağı bulunmamakta, ABD krizinin öncü aktörleri Ninja'lar ülkemiz finansal piyasalarında yer almamaktadır.