Nereye gidiyoruz?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Timucin GÖKDEMİR

Temel anlayışlarımdan biridir bu, Ne yaparsak yapalım önce bir amacımız olmalı diye düşünürüm hep. Ancak bazen duyarım "ne bileyim, öylesine yaptım işte" der insan.

Oracıkta aklım karışır. "Nasıl yani!"

Benim gibi yurt dışında yaşamayı seçmiş kişilerden dahi alıyorum bu cevabı kimi zaman. Hani en azından "macera olsun diye geldim" dese.

Derdim ki "hımm, maceracı bir adam demek ki." Fakat öyle de değil. Adam zaten hurdaya çıkma zamanı yaklaşmış katalizör çubuğu gibi. Geldiği gibi yaşıyor, ne yenilik peşinde, ne yenilenme.

Yarım yamalak Türkçe'sine üç, beş ingilizce sözcük dahil ederek yeni dünyaya adaptasyonunu simgelemeye çalışıyor sadece.

Entegrasyon mu? Hak getire!

Öte yandan, seni, beni buraya çağıran, kabul eden, çitin arkasındaki bekçilerin ise hiç bir beklentisi yok bizimle ilgili.

Onlar gözlerini şimdiden çocuklarımıza dikmişler. Hesapları belli yani. Nereye gittiklerini ve bizleri nereye getirdiklerini gayet iyi biliyorlar.

Ee..! O vakit senin de bir amacın olmalı dünyanın öteki ucuna gelip yaşamayı seçmiş isen.

Olmalı ki nereden geldiğini bildiğin kadar nereye gittiğini de bilesin.

"Nereye gitmek istediğini bilmiyorsan, bütün yollar aynıdır." diyor eski bir atasözü.

Bizler de hasbel kader gözümüzü yurt dışında açmış olmamalıyız diyorum işin bu noktasında.

Başka toplumları inceliyorum bir süreden beri. Şairin dediği gibi "Ellerin vatanı bana yurt mu oluyor acaba?" derken etrafıma bakıyorum, benim gibi vatanlarından uzakta başka memleketlerde yaşamayı seçmiş olan insanları gözlemliyorum.

Çokça Hintli var buralarda.

Düzenlerini kurmuş, adaptasyonlarını tamamlamışlar. Belirli şehirlerde toplanmış, onlarca milyon dolar değerinde katedrallerini dahi inşa etmiş bir halde Kuzey Amerika'da yaşamlarını sürdürüyorlar.

Diğer yandan ise arı gibi çalışıyorlar. Yetmiyor, ülkelerine iş götürüyorlar. Kuzey Amerika'nın en köklü firmalarından biri olan Bell'in maliyetlerini bahane ederek müşteri hizmetleri merkezini Hindistan'a taşımasına vesile olabiliyorlar. Bu insanların ayrıca kültürlerini korumak konusunda çok sağlam sayılabilecek duruşları var. Yeni dünyaya entegre olmayı giysilerini değiştirmeye endekslememişler. Bu sebeple birçok Hintliyi kendi yöresel kıyafeti ile görmek veya kafasında sarık ile görevinin başında bir polis memuru ile karşılaşmak çok şaşırtıcı değil burada. Kanada Parlamentosu'na milletvekili olarak seçilen ve bu hizmetini başında sarığı ile ifa edenler dahi var.

Çinlileri hiç konuşmaya bile gerek yok, onlar da arı gibi çalışıp, hedefledikleri belirli sektörleri ele geçirmeye çalışıyorlar. Ayrıca gittikleri her yere de mutlaka en az bir Çin Mahallesi kuruyorlar.

Portekizler ve İtalyanlar ise daha ilginç bir tablo sergiliyorlar. Üç kuşak önce gelip Kuzey Amerika'ya yerleşmiş olanların torunları ve hatta torunlarının çocukları dahi gerçek ana dillerini kaybetmiyorlar. Hepsi güncel hayatta Kanadalılaşmış görünmelerine rağmen "Little Italy" festivalinde sokakları italyan bayrakları ile doldurup taşırıyorlar. Veya futbol takımları Kuzey Kore'yi 7-0 yendiğinde şehri Portekiz bayrakları ile gün boyu dolaşan arabalarla dolduruveriyorlar.

Gelelim Yahudilere;

Birbirine bu kadar kenetlenmiş başka bir millet görmedim desem sanırım abartmış olmam.

Hiç bir zaman küçük işlerle uğraşmaz, her zaman en iyi eğitimi alır, temel eğitimi ise mutlaka yahudi okullarında verirler çocuklarına. Bununla beraber Kanada ekonomisinin ciddi boyuttaki özel teşebbüs oluşumlarının ve yatırımların içerisinde hatırı sayılır ağırlıkları vardır. Çok dağınık bir yerleşim biçiminde olmak yerine belirli bir semt veya mahallede toplu halde yaşamayı severler.

Amerika'nın Newyork eyaletindeki Long island'da bu mekanlardan biridir.

Kanada'da yaşarken Long island'a yerleşmeyi hayal eden bir Türk arkadaşım orada daha rahat edebilmek için İbranice öğreniyordu .

Hedefi uğruna verdiği uğraş dolayısıyla takdir edilmesi gereken bu Türk arkadaşın davranışı Yahudi toplumunun Kuzey Amerika toplumuna nasıl entegre olduğunu sanırım bir nebze gösteriyordur bizlere.

Kendimize dönüp şöyle bir baktığımızda ise hızlı bir bakışta ilk şunları görüyor insan;

Çatışma ve fikir ayrılıklarını hayatın her safhasına entegre edebilmeyi toplumsal birlikteliği tesis etmeye her zaman tercih etmişiz.

Hiç bir zaman birlikte oturmamış, elden geldiğince dağınık yaşamaya çalışmışız.

Çocuklarımız daha kolay İngilizce öğrensin diye Türk aileler ile görüştürmeyenlerimiz bile var.

Bir Türk Mahallesi kuralım diye düşünenimiz asla bulunmaz iken, her şehrin kendisini temsil eden bir kahvehane kurmayı ihmal etmemişiz Maraşlılar, Konyalılar, Denizliler kendi kahvelerine gider olmuşlar bu sadece.

Azıcık eğitim almış olmak, farklı politik görüşler, hemşehrilik, hatta tuttuğunuz takım dahi sizi bir guruptan ayırmaya yeter de artar olmuş.

İşte bu sayede sivil toplum örgütlerimiz "körlerle sağırlar birbirini ağırlar" misali cılız ve toplumu temsilden uzak kalmışlar hep.

Heleki sivil toplum kuruluşlarının yaşamın her noktasında çok ciddi ağırlığı olan bu Kuzey Amerika ülkesinde böylesi bir durumda kalmak gurbetteki Türk toplumunu içinden çıkılmaz imkansızlıklara sürüklemiş durmuş. Elin Hintlisi iş aradığında, önündeki seçeneklerin çokluğundan dolayı aklı karışırken, bizim insanımız iş aramak için nereye dahi başvuracağını bilemez durumda kalmış.

Tüm bunları miş'li geçmiş kipi ile masal gibi anlattım. Keşke tamamı masal olsa!

İşte bu yüzden nereye gidiyoruz, veya nereye götürülmek isteniyoruz bilmemiz lazım diyorum. Çünkü hepimizin eksiklikleri var...

Ancak birlik olduğumuzda her birimiz, bir diğerinin eksikliklerini tamamlayabilir.

Çünkü hepimizin farklılıkları var...

Ancak bu farklılıkları toplumumuzun zenginlikleri olarak algılayıp ortak değerler etrafında birleşmek zamanı geldiğinde bir kenara bırakabilmek bir meziyettir.

Bu meziyete sahip olabilmek ise nereden gelip nereye gittiğimizi öğrenmek ve bilmekten geçer. İşte başkalarına özendiğimiz konumlara gelebilme imkânımız bu anlayışlarda saklıdır.

Kapağı yurt dışına atmak isteyenlere duyurulur