Nova Roma
Dursun Ali YAZ / S.M. Mali Müşavir
Yeryüzündeki insanları ekonomik, toplumsal ve sosyo-kültürel açıdan incelemek isteyen bilim insanlarının dünyayı dolaşmasına gerek kalmadı. Çünkü, yaşlı Roma’nın başkenti Konstantinopolis, gezegenin tüm yollarını kendine bağlamayı yeniden başardı. İstanbul’un hangi bulvarına hangi ara sokağına adım atarsanız atın, farklı ülkeden, farklı etnik kesimden, farklı yaşam tarzı ve gelir grubundan insana rastlarsınız.
Bu makalede, sosyal bilimcilere doğal ve açık bir laboratuvar sunan kadim metropolun ekonomik ve sosyal dehlizlerini bir bir aydınlatacağız!
İngiliz, Alman, Rus, Fransız, Yunan ve diğer Kıta Avrupası vatandaşlarının Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu vatandaşlarıyla bu kadar iç içe yaşayabildiği başka bir atmosfer bulacağınızı zannetmiyorum.
Altı ay önce Champs-Élysées caddelerinde gezerken tek tük Arap turiste veya Kabe etrafında tek tük Avrupalıya denk gelebilen ben, İstanbul’un varoşlarından lüks bulvarlarına, erguvan kaplı boğaz kıyılarından Hacı Hüsrev’in karanlık sokaklarına kadar yabancıların her noktayı mesken tuttuğunu görüyorum. Görmekle kalmıyor onlarla aynı bankada işlem yapıyor, aynı lokantada yemek yiyor, aynı müzeyi geziyor, aynı esprilere gülüyor, çocuklarına üniversitede ders veriyor, tüccarlarına ise mali danışmanlık yapıyorum.
Özellikle cehenneme dönmüş Suriye, Irak, Mısır, Lübnan ve çevre ülke vatandaşlarıyla dolup taşan İstanbul sokakları, Avrupalı mevsimsel turistlerden farklı olarak, inanılmaz bir harcama kapasitesi ve iştahına sahipler.
İç savaştan kaçarak İstanbul’un en nadide semtlerine ve en kaliteli otellerine yerleşen bu aileler; aşina olduğumuz Avrupalı turistlerden her yönden farklılar. Bir kere, ülkelerinin ‘crème de la crème’ tabakasını temsil ediyorlar. Mekan ve kıyafet tercihlerine bakıldığında; şıkır şıkır, markalı ve tertemiz kıyafetlerle çocukluğunun geçtiği sokağı ziyaret eden bir özgüvenle yürüyorlar. Yine Avrupalılardan farklı olarak çok genç, bakımlı ve kalabalık aile bireyleri ile birlikte yaşam sürüyorlar.
Paradoks
Türkiye Cumhuriyeti’nin para otoritesi olan Merkez Bankası’nın Ödemeler Dengesi Raporu'nda geçen, ‘Kaynağı Bilinmeyen Döviz Kalemi’ herkesin merakını celbeder. Finansal sistemden habersiz döviz girişini temsil eden bu kalemin ortaya çıkmasına neden olan sosyolojik ve insani gözlemler yaptık. Biraz da işin ekonomik boyutunu ele alalım.
Bir ülkeye döviz girişi dört yolla olur. Bunlar; ihracat, transfer, plasman ve doğrudan yatırımdır. Ama yukarıda çizdiğimiz tablo, yani turist görünümlü yerli tüketecilerin yabancı para birimiyle gerçekleştirdikleri harcamalarının karşılığı, herhangi bir iktisat kitabına konu olacak boyutta yaşanmadığından bu sıralamada yani literatürde yer bulamamıştır.
Makro düzeydeki kronik sorunlarına ek olarak, binlerce kilometrelik sınır komşularından gelen açlık ve sefalete rağmen, başta dolar olmak üzere yabancı para birimlerinin yani döviz kurlarının, son on yıl periyoduna baktığımızda, durağan bir seyir izlemesi hatta reel manada Türk Lirası'nın değer kazanmış olması muazzam bir paradoks gibi görülebilir.
Tarih yapraklarını çevirirsek, benzer örnekler bu çelişkiyi aydınlatabilir. Mesela, 1929 Buhranı olmasaydı İş Bankası ve iştiraklarinin hızlı yükleşi gerçekleşemezdi. Yine 75 milyon insanın ölümüne yol açan İkinci Dünya Savaşı olmasaydı, İstanbul hinderlandında gerçekleşen entelektüel ve bilimsel sıçramasını konuşuyor olmazdık.
Dış kaynaklı iç talep
Aslında, iktisatçıların gözden kaçırdıkları olgu şuydu. savaşlardan kaçan milyonlarca insan arasında, ortalama bir İstanbullu'dan daha zengin, büyük bir kitle var. Bu insanlar taşınabilir tüm servetlerini ülkemize taşıdılar.
Bu zorunlu ve kitlesel göçün insani tarafına odaklanan Türk Hükümeti, bürokrasiyi minumun seviyede işleterek milyonlarca mağdurun ‘lokmasını saymak’ istemedi. Muhalefet partilerinin de karşı çıkmadığı ‘Açık Kapı Politikası’ veya ‘Geçici Koruma Statüsü’ gibi ulvi politikalar neticesinde, tutarı bilinemeyen döviz ve kıymetli maden, kayda alınamadan sahipleri gibi kalıcı şekilde bu topraklara yerleşti.
İşte, doğup büyüdükleri yerlerden kopmak mecburiyetinde kalan milyonlarca mülteci yanında yine sayıları milyona yaklaşan varlıklı insanlar, yanlarında getirdikleri konvertible paraları Türk ekonomisine tüketim yoluyla sokarak, hiçbir iktisat kitabında olmayan bir kavramın doğmasına neden oldular; “Dış Kaynaklı İç Talep”.
Sonuç
İstanbul özelinde, Türkiye ve çevre coğrafyasında ortaya çıkan kitlesel göçlerin, iktisat literatürüne adı konmamış yepyeni bir kavram kazandırdığını görüyoruz. Türk vatandaşı olmayan ancak yerleşmek amacıyla ülkemize gelen ve satın alma gücü yüksek turistler, Kostantin'in şehrini, Roma dönemindeki ihtişamlı, payitaht günlerine dönüştürdü.
Dışarıdan çevremizi saran ateş çemberi yanında, içerideki; açılım, gezi olayları, Kabataş, 17 Aralık, Belediye ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri hatta İŞİD zulmüne rağmen, Türk iş dünyası ve ekonomisinin nasıl ayakta durduğunu anlamak için sokaklara daha dikkatle bakılmalı.
Büyük krizler, olumlu gelişmelerin perde arkasını merak etmeyen toplumlara aşıktır.