Nuh'un gemisi ve kılıçları

Prof. Dr. Nurettin BİLİCİ / Hacettepe Üniversitesi Maliye Bölüm Başkanı[email protected]

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Ağrı dağını hep Ağrı şehri yakınlarında diye düşünürdüm. Oysa Ağrı'nın dağa uzaklığı 100 kilometreden fazla. Dağ, Iğdır şehri ve eskiden il iken ilçeye dönüştürülen Doğubeyazıt kazasına komşu. Dağın en görkemli şekilde görüldüğü yer de Doğubeyazıt. Doğubeyazıt kaza olmasına rağmen Iğdır nüfusuna yakın bir nüfusa sahip ve Ağrı dağı bu şehre daha ait duruyor. İran'a açılan Gürbulak sınır kapısı ile stratejik bir noktada kurulmuş. Burası Türkiye'nin Asya ülkelerine açılan en önemli kapısı.

Doğubeyazıt çarşılarında çokça İran malı veya doğu kökenli mallar gördük. Gıda dahil İran ürünlerinin bizimkilere göre çok daha ucuz olduğu için tercih edildiği söylendi. Kaçak sigaralar, alkollü içkiler, elektronik eşyalar bu çarşılarda açıktan satılıyordu. Free shop ürünü diye satılan Ankara'da 5 YTL'ye yakın fiyata aldığımız Marlboro burada 3,5 YTL'den alınıyor. Havaalanlarının Free shop mağazalarında bile fiyatın daha yüksek olduğunu biliyorum. Mazotun litresini bizi gezdiren aracın şoförü kaçak bir istasyondan 1,5 YTL'ye aldı. Normal fiyatın yarısının altında bir fiyat. Mazot fiyatının Nahcıvan veya İran tarafında 500-600 YKr'ye kadar indiği söylendi. Özellikle Doğu kökenli otobüs firmalarının bu ucuz mazot sayesinde Batılı firmalara karşı önemli bir rekabet avantajına sahip olduğu anlaşılıyor. Doğubeyazıt'ta yediğimiz "apdigör köftesi"nin lezzetini kolay kolay unutmayacağız. Orta halli bir elma büyüklüğündeki köftelerin dövülmüş etten yapıldığı söylendi.

Köfte ziyafetinin ardından "Meteor Çukuru"nu görmek üzere İran'a doğru (Gürbulak sınır kapısına) yol aldık. Ağrı Dağı'na paralel olarak uzanan bu geniş yolda TIR trafiği hayli hareketli. Uzaydan gelen büyük bir göktaşının delip açtığı geniş çukuru seyrederken mihmandarımız karşı tarafta kalan bir köyü göstererek "Orası İran köyü, orada çok yatıp kalktım, alışveriş yaptım, yani kaçakçılık yaptık, şimdi bunları bıraktım" diyor . Bu yörelerde hala kaçakçılığın, kayıt dışılığın yaygın olduğunu biliyorum. İstatistikler Türkiye genelinde yüzde 50 olan kayıt dışılığın bu yörelerde yüzde 75'i bulduğunu gösteriyor. Yani 4 çalışandan 3'ü kayıt dışı çalışıyor, kazanılan 4 liradan sadece 1 lirası beyan ediliyor. Kaçakçılığa meyilli olan yöre insanının, büyükçe bir duvarın üzerinde okuduğum "Başlık parası kalkmıştır Babo" yazısından başlık parasına taraftar olmadığı anlaşılıyor!

Iğdır'a geri dönüşümüz Iğdırlı otobüs firması ile oldu. Firma, otobüslerinin üzerini Türk bayrağı ve Azerbaycan bayrağı ile süslemiş. Ayrıca Ağrı Dağı, elma ve soykırım anıtının resimleri de otobüslerin üzerinde yerini almış. Otobüs seferleri Nahçıvan'a kadar uzanıyor. Nahçıvan'da Türkiye'yi dolaşmaya yetecek kadar büyüklükte olan depolar ucuz mazotla dolduruluyor. Iğdırlı Turizm'in 30 civarındaki otobüslerini Türkiye'nin her tarafında görmek mümkün.

Iğdır'ın sembollerinden bir tanesi "Al Alma" diye isimlendirilen Iğdır elması. Şehrin içinde çeşitli yerlere de bu elmaların taş heykelleri yapılmış. Elmalar henüz çağla halinde olduğu için tatma fırsatımız olmadı. "Şalak" diye isimlendirilen kayısı açısından ise tam zamanında Iğdır'a gelmişiz. Iğdır'ın Ermenistan'a açılan (ancak kapalı tutulan) Alican Sınır Kapısı yakınlarında bizzat bahçelere girip bu kendine has kokusu, lezzeti olan kayısıları dallarından kopararak yedik. Bu yörede Aras nehri sınırı çiziyor. Ova ve yeşil alanlar bizden tarafta, karşı taraf ise daha çok dağlık arazi görüntüsünde. Karşı taraftaki dağın yamacında kuzeyden güneye bir çizgi gibi uzanan (80 kilometre uzunluğu ile dünyanın en uzun şehri olduğu söylenen) Erivan'ı seyrediyoruz.

Iğdır nüfusunun yarısı civarı Azeri Türkü, yarısı civarı da Kürt kökenli. "Halkın arasında hiçbir sorun yoktur, kız alır kız verilir, yalnız son dönemdeki seçimlerde insanlar kendi etnik aidiyetine göre oy vermeye başladı" şeklinde bilgi veriliyor. Eskiden olmayan bu durumun da Ankara'da üretilen politikaların bir sonucu olduğu söyleniyor. Kürtçe kaset olayının da yasak döneminde çok revaçta olduğu, yasağın kalkmasından sonra ise ilginin azaldığı da ilave ediliyor. Iğdır'da Nahçıvan'la yapılan sınır ticareti önemli. Çok sayıda TIR firması var. Bingöl dağlarından çıkıp gelen Aras nehrinin suladığı ovada her türlü sebze meyve yetişiyor. Kayısı örneğinde olduğu gibi, sıcak iklim yüzünden meyvelerin erken olması bir avantaj. Aras nehri Dilucu denilen yerde Ermenistan topraklarına girip Hazar Denizi'ne kadar akıyor.

Meteor Çukuru ziyaretinden dönüşte gözüm hep Ağrı dağında kalmıştı. Aslında Küçük Ağrı ve Büyük Ağrı diye yan yana koni şeklinde yükselen iki tane dağ var. Zirveleri bulut yüklü ve karlı. Bu dağlar 3 komşu ülkeyi de seyrediyor: İran, Ermenistan, Azerbaycan Nahçıvan. Büyük Ağrı 5137 metreye uzanan boyuyla Avrupa'nın en yüksek dağı. İki dağ arasında 1000 metreye yakın yükseklik farkı var . Çevre uzunlukları 128 kilometre. İki dağın ortasına yaklaştığımız vakit, uzanmış yatan üç büyük baş görüyorum. Bu başlardan ikisi Büyük Ağrı'nın zirvesine biri de Küçük Ağrı'nın zirvesine doğru bakıyor. Bu başlar acaba Tufan'da kurtulamayıp ölen ama tanrılaştırılan insanlara mı aittir diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu dağın kutsallaştırılmasının, gördüğümüz görüntülerle de alakalı olabileceğini de düşünüyorum.

Doğubeyazıt'taki "Nuhun Gemisi", ne büyük ne Küçük Ağrı'nın üzerinde. Nuhun Gemisi'nin bulunduğu yer, bu dağların Uzengil köyü yakınlarındaki uzantısı üzerinde. Burası Hasan Amca'nın köyü. Hasan Amca bizi taş birikintisi ile işaretlediği yere götürüp "gemi en iyi buradan görülür" diyerek aradan boğazın öte yanını işaretliyor. Karşı tarafta sanki çamurların içine saplanıp kalmış, çizgileri seçilen bir gemi görüntüsü. "Uzaydan Amerikalılar fotoğrafını çekmişler, bizim köye geldiler ben de onlara burayı gösterdim" diyor. Sigorta emeklisi Hasan Amca'nın burada bir odalık müzesi de var. Köy odası görüntüsündeki müzede o vakte kadar olanların hikayesi anlatılmış: Türkçe, yabancı dilde gazete haberleri, bilimsel yazılar, fotoğraflar, kalıntılardan örnekler. Gazetecilerin çektiği kendi resimlerini de bize gösteren Hasan Amca'nın buraya gözü gibi baktığı anlaşılıyor.

Iğdır tarafında da, bu sefer Iğdırlıların Büyük Ağrı'nın eteklerine "Nuhun Gemisi"nin bir gerçek maketini yaparak yerleştirdiklerini gördük. Ağrı dağının Iğdır'a bakan eteklerinde yer alan Korhan Yaylasına kıvrımlı yollardan çıkarken birden karşınıza çıkıyor bu gemi. Doğubeyazıtlılar Iğdırlılara hayli bozulmuş bu gemi maketini buraya koydukları için. "Tek bir gemi iki ayrı yerde olamaz ki" diyorlar. Gemi neyse ama yayla büyüleyici. Iğdır Festivali de bu yaylada yapılıyor. Dağın dik yamaçları koyun sürüleri ile dolu. Bu sürülerin sahipleri olan ve oralara kurdukları çadırlarda yaşayan göçerlerle sohbet ediyor, dağın dibinden gürül gürül akan çelik gibi kar suyundan içiyoruz. 7-8 hoca rengarenk çiçekler otlar arasında soframızı kuruyor, gizemli Ağrı dağını seyrederek keyifli bir sohbete dalıyoruz.

Tufan olayı ilk kez Bağdat yakınında bulunan Sümer tabletlerinde anlatılmış: Tanrının insanları cezalandırmaya karar verdiği ve 2,5 milyon yıldır var olan insan oğlunun yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı vakıa. MÖ 4250 yıllarında olduğuna inanılan Tufanı Tanrının, peygamberi Nuh'a haber vermesi, onun da gemisini yaparak insanlığın devamını sağlayacak canlıları gemisine alması. Nuh Peygamber insan oğlunun ikinci dönem yaşamının başlamasını sağlamış. Tevrat ve İncil suların çekilmesinden sonra Geminin Ağrı dağında karaya vurduğunu yazıyor. Bizim kitabımız Kur'an ise Nuh'un Gemisinin Cudi (Gabar) dağında karaya oturduğunu yazıyor. Bilimsel bulgular da gerçekten dünyanın 5.000-6.000 yıl öncesinde sular altında kaldığını gösteriyor. Bunun nedeninin ise "dünyanın ekseninde bir açı değişmesi" veya "dünyamıza büyük bir kuyruklu yıldızın çarpması" olabileceği söyleniyor. Bu şekilde okyanusların yataklarından çıkıp kara parçalarını işgal ettiği, volkanik olayların yaşandığı, bulutların aşırı yağışları getirdiği, sonra suların tekrar yataklarına döndüğü savunuluyor.

O halde 2,5 milyon yıllık yaşamdan sonra, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanlık, yani bizler varlığımızı Nuh'a borçluyuz. Nuh, yok olan insanlığın Ağrı dağının eteklerinde tekrar üremesi ve çoğalması için mücadele vermiş. Bu yörede yaşayanların adı; MÖ 5000-4000 yıllarında Hurri olmuş, MÖ 3000-2000 yıllarında Mitanni, Eti, Asur, Kimmer, Met, Pers, Sümer olmuş. MÖ 1100-800 arasında Urartu olmuş. Arkasından Karakoyunlu, Selçuklu, Osmanlı olmuş, Türk olmuş.

İnsanlığın devamını sağlayan Nuh'un şehri Iğdır'a dikilen "soykırım anıtı"nı ise biraz karmaşık duygularla seyrettik. Doğrusu Anıtın kompozisyonunu Nuh'un torunlarının şehrine yakıştıramadık: Anıt göğe doğru yükselen 44 m. yüksekliğindeki beş adet keskin kılıçtan oluşuyor. Anıtın Ermenistan tarafından da görüldüğü ve özellikle onlara karşı uyarı amaçlı dikildiği söylendi bize.

Ermeniler'le Türkler arasında yaşananların başka toplumlar arasında da yaşandığını biliyorum. Örneğin Avrupa ülkeleri arasında da çok sayıda benzeri olaylar yaşandı. Ancak bu ülkeler düşmanlığı artırıcı davranışlar yerine; ticareti, ilişkileri güçlendirme yolunu tercih ettiler. Bu şekilde geçmişin yanlışlarına takılıp kalmadılar, şimdinin ve geleceğin peşine düştüler. Yani sorunların düşmanlık ve nefrete dayanarak değil iyi ilişkilerle, yapıcı işbirlikleri ile çözülebileceğini anladılar. Bu şekilde insanlarının refah düzeyini daha ileriye götürdüler, geçmişin acılarını da azalttılar.

Acaba diyorum 5 keskin kılıç göstermek yerine; zeytin dalları, güvercinler gösterseydik, komşu iki ulusun insanları için daha doğrusunu yapmış olmaz mıydık?

Bu çözümü zor konuyu bir yana bırakarak yazımızı bir Iğdır manisi ile bitirelim:

Iğdır'dan ayva aldım,

Yarımı yola saldım.

Yarim buradan gideli aybalam

Ayva kimi sarardım.