Pişkin yöneticiler, öfkeli kamuoyu
Orhan AKIŞIK
Ekonomik krizle birlikte, Amerikan kamuoyunun gündeminde ağırlıklı olarak yer alan konulardan biri de, firmaların, üst düzey yöneticilerine ödedikleri astronomik maaş ve ikramiyeler. Daha önceleri, halkın hemen hemen hiç üzerinde durmadığı bir konu iken, son zamanlarda birden bire bu kadar önem kazanmasının nedeni, bunların kaynağının devlet tarafından zorda olan şirketlere, halktan toplanan vergilerle yapılan yardımlar olması. Doğrusu insanın, "pişkinliğin bu kadarı da olmaz" diyesi geliyor. İşsizliğin yüzde 10'lar seviyesinde gezindiği, milyonlarca insanın ağır ekonomik ve sosyal problemler içinde ezilmesine yol açan
kriz döneminde milyar dolarlarla ifade edilen ikramiye ve maaşlar haklı olarak halkın büyük öfkesini çekmekte.
Biraz da öfkelenen halkı yatıştırmak amacıyla, yönetimin bu yıl başında getirdiği düzenlemeyle, devletten finansal destek alan firmaların üst düzey yöneticilerinin maaşlarına 500 bin dolarlık bir üst sınır getirilmişti. Kararın ateşli savunucularından senato bankacılık komitesi başkanı demokrat Christopher Dodd, düzenlemeyle ilgili olarak aynen şöyle diyordu: Çalışkan Amerikan halkının, doğrudan veya dolaylı olarak verdikleri yanlış kararlarla firmaları çökmenin eşiğine getiren ve ekonomik krizde payı olan yöneticilerin maaş ve ikramiyelerini finanse etmesi için hiç bir neden yoktur.
Amerikan toplumunda üst düzey yöneticilere ödenen maaşlarla ilgili ilk düzenleme 1938 yılında yapılmış. Bu, bir tesadüf değil. Büyük depresyonun nedenleri arasında finansal tablolarda yapılan muhasebe hile ve yolsuzluklarının önemli bir payı olduğuna kanaat getiren yönetim, Menkul Kıymetler Borsası Komisyonu vasıtasıyla üst düzey yönetici maaşlarının kamuoyuna açıklanması zorunluluğunu getirmişti. O tarihten beri zaman zaman tartışılan konu, batmanın eşiğindeki dev sigorta kuruluşu AIG'nin bu yılın başında devletten aldığı 180 milyar doların üzerindeki yardımla ilk iş olarak yöneticilerinin ikramiyelerini ödemeye girişmesiyle yeniden
dikkatleri üzerine çekti. Yönetimin sert tepkisi üzerine alınan ikramiyeler geri ödenmesine rağmen yankıları hala sürüyor.
ABD'de üst düzey yöneticilerin gelirlerine ilişkin yapılan akademik çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlar ilginç. Kısaca göz atmakta yarar var. 1936-1939 yılları arasında ortalama bir şirketin genel müdürünün kazancı ortalama bir işçinin kazancının yaklaşık 50 katıyken, bu oran, 1990- 1999 yılları arasında yaklaşık 120 kata, 2000-2003 yılları arasında ise, 200 kata çıkmış. 2007 yılına gelindiğinde ise, S&P indeksi içinde yer alan şirketlerin baş icra direktörlerinin sadece üç
saatlik mesaileri sonucu elde ettikleri gelir, asgari ücretle çalışan bir işçinin bir yılda elde ettiği gelire eşdeğer hale gelmişti.
Kârın en çoklaştırılması prensibi üzerine kurulu kapitalist düzende, firmaların bu en başta gelen amaçlarının gerçekleşmesine katkısı olan yöneticilerin kardan pay almaları doğal olmakla birlikte, bunun bir ölçüsü olmalı. Zira, bir şirketin başarısı sadece üst düzey yöneticilerinin performanslarına bağlı değil; o şirketin çalışanlarının, devletin, hatta toplumun bile bu başarıda payı var. Bu son kriz, bu gerçeği açık bir biçimde ortaya koydu. Devletin halktan topladığı vergilerle oluşturduğu yardım paketi olmasaydı, batan Lehman Brothers'ın yanına AIG, Citicorp, Ford ve Chrsyler'in eklenmesi işten bile değildi.
Maaş ve ücretlere getirilen sınırlamalardan kurtulmak isteyen Amerikan şirketleri, bir an önce devletten aldıkları yardımları geri ödeme telaşı içindeler. Bank of America, geçenlerde 45 milyar dolarlık yardımın tamamını ödedi. Bu ayın başında, ABD'nin önde gelen finans kuruluşlarından Goldman Sachs, 2009 yılını rekor sayılabilecek bir karla kapatmasına rağmen, firmanın 30 kadar üst düzey yöneticisinin ikramiyelerinin tamamının nakit yerine hisse senedi olarak ödeneceğini
açıkladı. Hisse senedi olarak ödenen ikramiyelerin özellikleri arasında, beş yıl geçmeden satılamayacak olmalarının yanı sıra hak sahipliğinin korunmasının herhangi bir yolsuzluğa karışmamaya bağlı olması koşulu da yer almakta. Bir başka deyişle, finansal yolsuzluk ve sahteciliğe karışan yöneticinin cezai yaptırımların yanı sıra hisse senetlerini de şirkete iade etmesi gerekiyor. Belli bir süreden önce paraya çevrilemeyen hisse senedi şeklindeki ikramiyelerin olumlu yanı, bunların şirketin uzun dönemli performansına bağlanmış olmasından
dolayı finansal yolsuzluklar üzerinde de caydırıcı bir etkiye sahip olması.
Son günlerde yaygın söylenti, AIG'nin yöneticilerine ödenecek maaşların 500 bin dolarlık limitten muaf tutulabileceği olasılığı. Nedeni ise bazı üst düzey yöneticilerin bir kısıtlamaya gidilmesi halinde görevlerinden ayrılacakları yolundaki tehditleri. Bakalım, bu düpedüz meydan okumaya karşı, yönetim nasıl bir pozisyon alacak?
Ücretlere sınırlama getirilmesine ilişkin uygulamaya karşı olanların ortaya koyduğu görüş, devletin buna karışamayacağı yönünde. Ancak, kapitalizm, her ne kadar serbest piyasa kurallarına dayalı bir sistem olsa da, bu ekonomik faaliyetlerin başıboş bırakılacağı anlamına gelmemeli. "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" dönemi artık gerilerde kaldı. Aksi, vahşi kapitalizm olur ki, bu günümüzün yaygın demokrasi anlayışıyla da bağdaşmaz. Tanrı, bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri korusun!