"Büyümenin kalkınma döngüsünün ekonomi politiği"
Prof. Dr. Havva TUNÇ / İstanbul Üniversitesi / İktisat Fakültesi
Ekonominin üretim hacmindeki artış büyümenin ifadesidir. Diğer bir deyişle bir ülkenin yıllar itibarıyla Gayrı Safi Milli Hasıla'daki (GSMH) değişimin, temel alına yıla göre, artış yönünde olması büyüme olarak tanımlanır. Bir ekonomide belli bir dönemde yaratılan mal ve hizmetlerin toplam değerine GSMH denir. GSMH değişim artış yönünde olabileceği gibi azalış yönünde de olabilir. GSMH değişim azalış yönünde ise ekonominin küçüldüğüdür. Ekonomide, küçülmenin 3 çeyrek dönem arka arkaya gerçekleşmesinin anlamı, ekonominin daraldığı, durgunluk sürecine girdiğidir. Durgunluk mal ve hizmet üretiminin azalması, işsizliğin artması, işgücüne katılım oranının düşmesi gibi makroekonomik göstergelerin negatif değerler almasıdır. Nüfus artışının sabit olduğu varsayımı altında, gayrı safi milli hasılanın artması kişi başına düşen gelirin artması demektir. Dolayısıyla kişi başına düşen gelirde artışın olabilmesi için GSMH'deki artışın nüfus artışını massetmesi gerekir. Aksi takdirde GSMH net artış gerçekleşemez.
GSMH artış nüfustaki artışı massedecek büyüklükteyse, ekonominin belli bir gelişmişlik trendini yakalayabildiğidir (büyüme ve gelişme anlamında). GSMH'deki artışın nüfus artışından büyük olması, ekonomide işsizlik olmadığı gibi tam istihdam dengesinin gerçekleşmiş olduğu işsiz varsa bile bunun işsizlik olarak kabul edilemeyeceğidir. Çünkü mevcut koşullarda iş arayıp bulmasına rağmen çalışılmıyor ise iradi (isteğe bağlı) işsizlik söz konusudur. Bu bir tercih sorunudur. Ve ülkenin belli bir gelişmişlik trendinde, kalkınmışlık düzeyinin yüksek, olduğu anlamına gelir. Diğer bir deyişle iş arayanlar, iş bulma konusunda titiz ve seçici davranabiliyorlarsa ya da mevcut koşullarda çalışmamayı tercih edebiliyorsa o kişi veya kişilerin refah ve yaşam düzeyinin yüksek, sosyal devletin güçlü, kalkınmışlık düzeyinin iyi olduğudur.
Nüfus artış oranı, ekonomi için gerekli nüfus artışının üstünde ise (Her bir ekonomi için gerekli olan nüfus artış oranı farklı olup ülkelerin demografik yapılarıyla ilintilidir), ekonominin belli bir gelişmişlik trendine geçebilmesi ancak ve ancak nüfus artışını massedecek sermaye birikimini gerçekleştirmesiyle olasıdır. Gerekli sermaye birikimi yoksa kaynak ihyacı dış dünyadan yabancı sermaye girişiyle, borçlanmayla temin edilirse, söz konusu ekonomi hem dış dünyaya kaynak transferinde bulunur hem de artan nüfus nedeniyle dünyanın ucuz emek piyasası olur. Buda fakirlik ve yoksulluk demektir.
Kalkınma, iktisadi, sosyal ve siyası anlamda eşitsizliği hem olgu hem de kuramsal düzeyde sorgulayan ve analiz eden, eşitlik arayışına yönelik çabaların ortak entelektüel bir şemsiye altında ifadesidir. Daha açıkça ifade edilirse, kalkınma, gelişmiş ülkelerdeki egemen ulus devletlerin gerek ekonomik gerek siyasi gerekse sosyal alanlarda yüksek gelişmişlik düzeyi fikrine dayalı refah devleti anlayışının temel prensip olarak benimsenmesi ve uygulanmasıdır.
Kişi başına düşen gelir miktarındaki artış, 19. yüzyıl başlarında kalkınmışlık için önemli bir gösterge iken günümüzde gene önemli olmakla beraber, yeterli değildir. Kişisel gelirdeki artışa ilaveten kişi başına düşen et ve süt tüketimi gibi zorunlu mal ve hizmet miktardaki artış yanı sıra kişi başına düşen otomobil sayısı, tüketilen benzin miktarı gibi sayısal değerlerdeki artış kalkınmışlığın bir göstergesi sayılmakla beraber gün be gün bu göstergeler gerek nitelik gerek nicelik itibarıyla değişmektedir. Ve her geçen gün kalkınmışlık göstergesi olarak yeni kriterler belirlenmektedir.
Kalkınmışlık kriteri olarak çocuk sahibi olan kadının kendine ayırdığı zaman süresindeki artışa, bireyin dinlenmeye ayırdığı sürenin uzunluğuna, çalışma sürelerinin kısalığı yanı sıra ortalama yaşam süresinin uzunluğuna, seçimlere katılma oranının yüksekliğine göre OECD, 2011yılında oluşturduğu en iyi yaşam endeksi (mutluluk endeksi) kalkınmışlığın belirlenmesinde kullanılmaktadır.
Lorenz eğrisi ve beşeri kalkınma endeks (HDI) gibi endekslerle de kalkınma ölçülmektedir. Ancak bunlar kalkınma için bir gösterge olmakla beraber büyümenin göstergesi olarak da değerlendirilmektedir.
Lorenz eğrisi gelir dağılımının adaletli olup olmadığını ölçen bir endekstir. Fert başına düşen gelirin yüksek olup olmamasından ziyade bireysel gelirin bireyler arasındaki dağılımının eşit olup olmadığı değerlendirilir. Fert başına düşen gelir yüksek olmasına rağmen gelirin bireyler arasındaki dağılımın ne kadar adilane olduğunu ölçen gini katsayısı adı verilen bir değerin, 1'e yakın çıkan ekonomiler ile çıkmayan ekonomiler arasında, kalkınmışlığın derecelendirilmesi yapılır. Örneğin FBDY itibarıyla Türkiye ve ABD değerlendirildiğinde Amerika'da bireysel gelirin Türkiye'nin katbekat üstünde olmasına rağmen, Türkiye'nin gini katsayısının ( 0.40 ) ABD'den (0.41) daha iyi olması, durumu açıklayan güzel bir örnektir. FBDY itibarıyla Türkiye (10 bin dolar) ABD'nin (35 bin dolar) oldukça gerisinde olmasına rağmen, gini katsayısı açısından Amerika'dan daha iyidir.
Beşeri kalkınma endeksiyle, ülkelerdeki çalışma koşulları, çalışma saatlerinin uzunluğu, çalıştırılan çocuk işçilerin varlıkları değerlendirilmekte olup gelişmekte olan ülkelerin hem neden gelişmekte olduğu hem de neden kalkınmışlık düzeyinde olamadığı açıklanır.
İster ulusal ister uluslararası bağlamda olsun, büyüme ve kalkınmanın bir bütün olarak kabul edilmesi yanı sıra sadece büyümeye göre ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesi doğru olmakla beraber yeterli değildir. İktisadi büyümeye kalkınmanın eşlik etmesi istenilen ve olması gereken bir durumdur. Diğer taraftan, sermaye birikim süreci ile ortaya çıkan iktisadi büyüme ekonomik, sosyal, siyasi bağlamda yapısal değişimlerin gerçekleşmesini imkan sağlıyorsa kalkınmanın büyümeye eşlik ettiği söylenir. Aksi takdirde büyüme, varlığını sürdürür ama kalkınma gerçekleşemez.
Büyümenin kalkınmaya dönüşemediği toplumlarda, hukukun gelişmediği sosyo- kültürel ilerlemenin gerçekleşmediği işgücünün nitelik ve nicelik itibarıyla yetersizliği ilk aşamada göze çarpan göstergelerdir. Keza kalkınmışlığı yakalamayan toplumlarda suç oranının arttığı ve suçlara verilecek cezanın niteliği hukuki ve insani boyuttan uzaklaştığıdır. Ülkeler dolayısıyla toplumlar elde ettikleri iktisadi büyümeyi belli bir gelişmişlik düzeyine taşımaları, küreselleşmeyle bir zorunluluk haline gelmiştir. Aksi takdirde bilim kurgu filmlerini aratmayacak senaryolarla karşı karşıya gelinebilir.
İktisadi büyümenin ulusal düzeyde varlığı ülkelerin kendi sorunuymuş gibi gözükmesine rağmen kalkınma perspektifinden durum değerlendirildiğinde sorunun ulusal değil küresel düzeyde olduğudur.