Reel Sektör ve Küresel Mali Kriz: Finansal Yönetimin Geriliği Sorunu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Mustafa YILDIRAN / Cumhuriyet Ü. İİBF

[email protected]

Türk işletmeciliği yaşayarak ve zorla öğrenen bir geleneğe sahip. Yaşanan küresel mali krizin geleceğine dair işaretler 2007 yılının başlarında ortaya çıkmasına rağmen, herhangi bir hazırlık yapmadığı gibi Türkiye'de mali krizin etki etmeyeceğinin algılandığı söylenebilir. Sonradan kriz derinleştikçe ekonomi yönetiminin zamanında ve yeterli müdahale edememesiyle birlikte önlem alma zamanı geçmeye başlamıştır. Her krizden alınan dersler gibi bu krizden de ders almış olması muhtemel olan reel sektör, yine de proaktif bir finansal yönetim sergileme gücünü gösteremeyecektir. Bunun temelde iki önemli sebebi bulunmaktadır.(1) Reel sektörde kurumlaşmış muhasebe sistemi ve finansal yönetim anlayışı halen gelişmemiştir. (2) Türkiye'de kalkınma anlayışının devlet öncülüğünden özel sektöre bırakılması yoğun desteklerle sağlandığından gelişmeye yönelik uzun vadeli yatırım planlaması anlayışı yerine, devletin bıraktığı alanlarda verimsiz fakat yüksek kârlı çalışma fırsatı elde eden bir özel sektör anlayışı hâkim oluşmuştur.

1996 yılında GB'ye katılan Türk işletmeleri pazarlama, üretim ve tedarik konularında hızlı gelişme göstermesine rağmen, finansal yönetim konularından yüksek kâr marjları nedeniyle gelişme göstermemiştir. Türkiye'deki işletmelerin kur ve faiz dalgalanmaları ile değer artış ve azalışlarını nasıl yönetileceğine dair stratejiler konusunda gelişme yeterli değildir. Örneğin yüksek enflasyon dönemi alışkanlığı olan stoktan para kazanma stratejisi iflas edince, ne yapacaklarına karar vermeleri uzun sürmüştür. 2002-2007 döneminde kur politikasındaki yanlışlıklar nedeniyle artan reel kurlar rekabet güçlerini bitirmelerine rağmen, sürekli dövizle borçlanma ve dışa açılma sürecine devam ederek riske maruz bir mali yönetim anlayışı içerisinde devam etmişlerdir. Yine tedarik süreçlerinin tamamını uluslar arası piyasaların inisiyatifi doğrultusunda yönetmek zorunda kalmıştır.

Özel sektör açısından bir de ahlaki riziko sorunu da vardır. Hükümetlerin liberalleşme politikalarının teşvik ve desteklerle sağlanan kısmına sürekli destek olmalarına rağmen, finansal yönetim başarısızlıklarının maliyetini devlet bütçesine yıkma konusunda da önemli gayretler sarf etmektedir. (Aynı anlayış ABD ve diğer ülkelerde de yayılmaktadır.) Özellikle Kemal Derviş reformları(!) ile başlayan süreçten bu yana Türk ekonomisinin likiditeye muhtaç ve sıcak para olmadan döndürülemeyen çarkların oluşmasına anlık başarısızlıklarının örtülmesi uğruna alkışlamalarına rağmen, maliyetlerine katlanma konusunda gönülsüz davranmaları ciddi bir sorundur. Bu destekler ekonomi yönetimlerinin başarılı olduğu şeklindeki yanılgıların oluşturduğu atalette büyük etkisi bulunmaktadır.

Reel sektör yaşadığı kriz deneyimlerine ve finansal değişimlere rağmen finansal yönetim ve muhasebe sistemlerinin modernizasyonu konularında kendilerini yenileyememiştir. Halen devletçi ekonomik dönemdeki alışkanlıklarına devam ederek, finansal yönetim aile içi bir sır olarak muhafazakâr bir anlayışla yönetilmektedir. Proaktif ve modern finansal yönetim için kurumlaşma ve firmaların şeffaflığı vazgeçilmez bir kuraldır. Bu konudaki adımlar çoğunlukla görünürdedir.

Son dönemde en başarılı finans yönetimi sergileyen kurumumuz Merkez Bankası'dır. MB 2003 yılından bu yana kur riski uyarıları ve rezerv yönetimindeki başarısıyla devletin diğer ekonomi birimlerine ve özel sektöre örnek olmalıdır. Ayrıca MB özel sektörü sürekli olarak aldığı riskler konusunda uyarılar yaparak, finansal yönetim için referans bir kuruluş olma özelliği de göstermiştir. Umalım ki, ülkenin ekonomi yönetimi ve işletmelerin finansal yönetimi kendini geliştirir ve Türk ekonomisi krizden şimdiki zararlarla kurtulur.