Sivil toplum alanındaki gelişmeler
Mesut ŞENOL / Araştırmacı-Yazar
Toplum, topluluk, sivil toplum, üçüncü sektör vb. terimler, günümüzde yeni anlamlar ve açılımlar kazanarak gündemdeki yerlerini alıyorlar. Sivil toplumun tarihsel ve güncel konumu ve anlamı açısından henüz yerine oturmamış kavramlar kimi zaman kafaları karıştırıyor ya da herkes kendine göre bir anlam verip diğerlerinin ne söylediğini, ne yazdığını tam olarak anlamıyor.
Tarihsel açıdan bakıldığında sivil toplum bireyci, liberal, kapitalist sistemlerin ve sosyalist, devlet karışmacılığını öne alan uygulamaların arasında yolunu bulmaya çalışıyor. Bireysel hak ve özgürlükler, demokratik ve ekonomik mücadeleler ile toplumsal adalet ve hak arayışları, bireysellikle toplumsallığı sivil toplumun ortak tabanında buluşturuyor.
Bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasına, özel hayatın gizliliği, iletişim özgürlüğü gibi devletin karışmasının sınırlandırıldığı alanlar yanında, kadınlara ve özürlülere pozitif ayrımcılık yapılması gibi devlete tam tersine daha çok sorumluluk ve ödev yükleyen yaklaşım ve programlar arasında modern devlet de sivil toplumun genel olarak savunduğu, korumaya çalıştığı bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler karşısında üzerine düşen yükümlülüklere uyum sağlamaya çalışmaktadır.
Refah devleti anlayışıyla, hakları ve hukukları koruyan, toplumsal adaleti gözeten yönetim düzenleri, serbest liberal ve devletin minimum düzeyde etkili olduğu bir sisteme alternatif olduğu gibi, totaliter rejimlerin aşırı devletçi uygulamaları ile sivil toplumun yeni kazanılan alanları çelişki ve çatışma içindedir.
Birey karşısında devlet, sivil topluluklar karşısında devlet ve tüm sivil toplulukların soyut bir birleşimi olan sivil toplumla devlet ilişkilerinde son yıllarda yaşanan gelişmeler, demokrasiye geçiş sürecindeki ülkelerin deneyimleri, Batılı demokrasilerde de sivil toplum kavramının yeniden yorumlanması ve geliştirilmesi çalışmalarını hızlandırmıştır.
Sivil toplumun bireysel ve topluluksal hareket başlatma, kendi kendine örgütlenme ve kendi kendini sınırlama uygulamaları da ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de, günümüzde sivil toplum alanında Batılı demokrasilerde ve gelişmekte olan demokrasilerde (demokrasiye yeni geçiş yapanlar da dâhil) doğal bir takım süreçler işlemektedir. Buna göre demokrasinin tanımını değiştirebilecek, refah devletinin günümüzün toplumsal demokrasi yaklaşımları yeri içindeki etkilerinin bile tartışıldığı yeni kavramlar ve yaklaşımlar ortaya atılmaktadır.
Tarihsel ve toplumsal koşullar her geçen gün ne ''bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler''e ve ne de her şeyin refah ya da sorumlu devletten beklendiği, bireysel girişim ve örgütlenmelere kapalı iki uçtaki yönetim ve sivil toplum anlayışlarını ve uygulamalarını gerçekçi olmaktan çıkarmaktadır. Arayış ve yöneliş daha çok 'Kamu-Özel-Sivil Toplum Ortaklıkları' doğrultusunda yaşanmaktadır.
Kamu, özel kesim, akademik kuruluşlar ve sivil toplum kesimleri arasında gerçek ortaklıkların gelişiyle şimdi, ekonomik ve toplumsal gelişme/kalkınma, kültür, sanat, bilim ve teknoloji içerikli faaliyetler hemen bütün toplumlarda en alta ve en küçük birimlere kadar yayılma eğilimi göstermektedir. Toplumun en alt kesimlerinde yer alan örgütlerin çapı ne olursa olsun, bunlar ister kırsal ya da isterse kentsel olarak konuşlansınlar, teknolojik olanaklardan dolayı, mevcut anında hizmet verebilen teknolojik araçlar ve sistemler aracılığıyla insanlar varlıklarının ve katkılarının hissedilmesini sağlayabilmektedirler.
Sivil toplum, görünürdekinden daha çok şeye sahiptir. Bütün sivil örgütlerin üyelerinin, bu kuruluşlar ister bir semt derneği, ister bir siyasal parti ya da isterse bir uluslararası sivil toplum kuruluşu olsun, diğer kesimlerdeki örgütlenmeler ve yapılar içinde de çoğu zaman iyi ve nüfuzlu konumlara sahip olabilmektedirler. Bir dava savunuculuğu yapan bir sivil toplum kuruluşunun bir üyesi aynı zamanda bir akademisyen, bir işadamı ve hatta bir hükümet kuruluşu mensubu olabilmektedir. Dolayısıyla, sivil toplum kuruluşları üyeleri kendi örgütlerinin davaları için nüfuzlarını dolaylı bir şekilde kullanabilmektedirler ve ayrıca değişik kesimlerden kuruluşların işbirliği içinde çalışabilecekleri bir atmosferi de yaratmaktadırlar.
Türkiye'de sivil toplum
Bu alandaki eğilim ilk başlangıcını Avrupa'da uzun sure önce yapmış ve Türkiye için aynı durum ancak yakın zamanlarda gerçekleşmiştir. Şimdi Türkiye'de kamu kuruluşları yasal olarak sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapabilmekte, ortak projelerde bütçenin yarısını karşılamak üzere kamu bütçesinden toplam bütçenin yüzde 50'sine kadar bir fonu tahsis edebilmektedirler. Kamu, özel kesim, akademik kuruluşlar ve sivil toplum kesimi kuruluşları arasındaki ortak hedeflere ulaşmak üzere yapılan bilimsel işbirliğinin oldukça etkin olduğu kanıtlanmıştır.
Ağlar oluşturma, post bilgi çağının, toplumların bütün kesimleri arasında bir ortaklık içinde yaşama ve sinerji yaratmanın en güçlü aracıdır. Şu andaki sınırların ve korumacılığın daha az engelleyiciliği ile bireyler, onların dernek ve birlik kuruluşları ve ağları her olası boyut ve açıda bağlantılı duruma gelmek için büyük çabalar içerisine girmektedirler.
Sivil toplum kuruluşları, toplumların ve ulusların demokratik ve siyasal alanlardaki ilerlemelerinde bir unsur olması yanında bu kesim, her ülkedeki bilim ve teknoloji kullanan ilişkili kuruluşlar ve gerçek kesimleri arasındaki açıklığı kapatmaya da yardımcı olmaktadır.
Bu durum pek çok olayda, eko-sistemin korunması, halk kültürü, besinlerin kullanılması, her tür sanatsal mirasın korunması gibi geleneksel değerlerinin ve varlıklarının yaşatılması amacıyla uygulanan kapsamlı ortak projelerde belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yerel yönetimler, belediyeler arasında, çöp toplama, su arıtma, kentsel planlama vb. konulardaki bilgi ve tekniklerin değişimi ile gelişmiş teknik kapasitelerin paylaşımı, bu durumu oldukça net bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Ülkemizde vakıflar derneklere göre daha aktif bir tablo göstermektedirler. Derneklerimizin çoğunun henüz tabela kuruluşu olmanın ötesine geçemediğini gözlemekle birlikte, pek çok derneğin birleşerek federasyona ve federasyonların da bir araya gelip konfederasyonlara dönüştüğüne de tanık oluyoruz. Gönüllülüğün yayılması, dernek yönetim ve çalışan kadrosunun kapasitesinin artması, proje üretme ve uygulama başta olmak üzere bu kapasitenin hayata geçirilmesi alanlarında Batılı ülkelere göre Türkiye'nin sivil toplum kesiminde daha çok ilerleme yapmaya gereksinimi olduğu ortadadır.
Hayırseverlik konusunda Avrupa ülkeleriyle birlikte Türkiye'de gerçekleştirilen bir araştırma, ülkemizde hayırseverliğin algıladığımızdan ve düşündüğümüzden daha cılız olduğunu kanıtlamıştır. Bu durum gönüllü çalışmalara katılım açısından da aynı şekilde karamsar bir tabloyu önümüze koymaktadır. Bununla birlikte gelişme yönelimi, Türkiye'de sivil toplum faaliyetlerinin ve gönüllülüğün ciddi bir ivme kazanmakta olduğuna işaret etmektedir.