Türk basınının Avrupa'ya açılması (1)

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 DÜNYA’DA MEDYA / Garbis KESİŞOĞLU

gkesisoglu@gmail.com

Türk basınının "amiral gemisi" diye bilinen ve geçtiğimiz yıl 60'ıncı yaşını kutlayan Hürriyet Gazetesi, bu yıl Avrupa'daki 40'ıncı yılını kutluyor.

Bu güncel vesileyle, Hürriyet'in Avrupa'ya ve daha sonra da Amerika'ya açılım sürecini içinde yaşayan, bu olaylara öncülük eden kişilerden biri olarak, basın tarihimize not düşmek adına izlenimlerimi kamuoyuyla paylaşmak istedim.

Burada, o heyecan ve alın teri dolu kuruluş dönemi sonrası dünyaya

yayılma sürecinin lokomotifi olan, basınımızda yurtdışına açılmanın sembol ismi rahmetli Nezih Demirkent'i, o süreçte emeği geçen herkes adına özlemle, saygı ve sevgiyle anmayı da görev biliyorum.

Üretimin harcında düşünsel birlikteliğin yanında "vefa" ve "duygu paylaşımı" da varsa, ortaya çıkan ürünün "lezzeti" farklı oluyor.

Hele "Vefa" deyince... İnsan sormadan edemiyor...

Ne dersiniz, medya dünyamızda kaldı mi acaba?

Yoksa, çok gereksiz bir duygusal motiften mi söz ediyoruz?

Ama hayır, bizim essiz bir mutlulukla paylaştığımız o süreç, su gerçeğin altını ısrarla çiziyor:

Harcına vefa duygusu katılmamış, gönüllü fedakarlıklarla bezenmemiş bir gazetecilik, tatsız tuzsuz bir "iş" ilişkisinden öteye gidemez ve özlenen başarıyla bütünleşemez.

Vefa, Yahya Kemal Beyatlı'nın deyişiyle bir "zevk-i tahattur"dan, bir hatırlama zevkinden ibaret kalmamalı.

Şimdi biz -süreç içinde hemen her Türk ailesinde öyle veya böyle bir iz bırakan- o gazetecilik heyecanıyla yoğrulmuş yıllara uzanalım.

Almanya'da Heim devri ve ilk gazeteler

Federal Almanya'ya Türk işçi göçü 60'lı yıllarda başladı. Bavyera eyaletinin başkenti Münih, Almanya'nın Türkiye'ye açılan kapısı gibiydi, "68'inci vilayet" olarak adlandırılıyordu.

Tauern Ekspres treni ile Münih'e getirilen işçi adaylarının bir kısmı

Bavyera'da kalıyor, diğerleri Almanya'nın diğer şehirlerine sevk ediliyordu...

Almanya'da "Heim" (Yurt) devri açılmıştı. Binlerce, on binlerce kadın ve erkek işçi bu fabrika yurtlarında kalıyor, hafta sonlarında ise hemşehrileriyle buluşmak üzere istasyon civarlarında kümelenip, hasret gideriyorlardı.

Cep telefonu diye bir kavram, henüz hayallerde bile yoktu. Bırakın onu, normal telefonlarla Türkiye'ye telefonla ulaşabilmek için saatlerce beklemek gerekiyordu. Anavatanla bağlar neredeyse kopmuştu... Herkes Türkiye'den gelecek özlem yüklü mektupları bekler olmuştu...

60'lı yılların ikinci yarısında Münih, Almanya'nın en çok Türk barındıran şehri haline gelmişti.

O günlerde başlayan maceramızın girişinde, iki ismi anmadan geçemeyiz:

Birincisi; Türk Hava Yolları'nın günlük İstanbul-Münih seferleriyle Türkiye'den basılı gazete getirme işini, rahmetli gazeteci Kazım Kip başlattı. Onun sayesinde Türk gazeteleri, ilk olarak Münih istasyonu civarında elden satılmaya başlandı. İkincisi; sevgili dostumuz, sonradan Hürriyet'in Köln bayii olan Rahmi Kalaycıoğlu da bu işin öncülerinden biri oldu.

Dönemin Tercüman Gazetesi'nin sahibi rahmetli Kemal Ilıcak çok ileri görüşlü bir patron olduğu için, Münih istasyonu yanındaki Goethe Strasse'de ilk Tercüman bürosunu kurdurdu. Tercüman, her gün Türkiye'den uçakla getiriliyor ve yabancı yayınların dağıtımını yapan Saarbach firmasının aracılığı ile Münih'ten Almanya'nın diğer bölgelerine gönderiliyordu.

Münih'in önem kazanması üzerine, Hürriyet Haber Ajansı, daha önce bu kentte bulunmuş olan gazeteci Ahmet Uran Baran'ı büro açmakla görevlendirmişti.

Ama büro sadece haber üretmek için açılmıştı; gazete dağıtımı o aşamada düşünülmemişti. Önceleri serbest muhabir olarak katkıda bulunduğum o büro kapanınca, 1966'da Hürriyet'in Almanya muhabirliğine, kadrolu olarak tayin edildim.

Hürriyet Europa Zeitungs GmbH doğuyor

O yıllarda Hürriyet'in sahibi Erol Simavi, sık sık Münih'e gelip, Bayerischer Hof Oteli'nde kalırdı. Artık "sakıncası" kalmamış olmalı, bu ziyaretlerin nedenini belirtebilmek için, yanında Gönül Yazar'ın da bulunduğunu belirtelim.

Gazetenin genel yayın müdürü, yeniliklere çok açık bir gazeteci olan Necati Zincirkıran'dı ve Hürriyet'in Almanya'ya gelmesini çok arzuluyordu. Birlikte tüm olanakları araştırmaya başladık. Ve gördük ki, köklü bir çözümle gazetenin Münih'te basılması, İstanbul'dan basılı olarak gelmesinden daha uygun olacaktı.

Erol Simavi'nin oluru alındıktan sonra düğmeye basıldı.

Bild gazetesinin Bavyera baskısını yapan "Münchener Buchgewerbehaus" ile görüşmelere başladık. 1960 Kıbrıs Anayasası'nı hazırlayan Alman Profesör Forsthoff'un asistanı avukat Dr. Christian Heinze'yi bizim şirketi kurmakla görevlendirdik.

Böylelikle Hürriyet, Kambiyo'dan izin alarak, sermayesi Türkiye'den

transfer edilen ve merkezi Münih'te bulunan bir diş yatırımın sahibi oluyordu.

Kurulan şirkete "Hürriyet Europa Zeitungs GmbH" adı verildi.

Sevgili Necati Zincirkıran, ayrılmak durumunda kaldığı tarihe kadar Hürriyet Avrupa Gazetecilik Limited Şirketi'nden desteğini eksik etmedi.

Onun bu duruşunu şükranla anmayı borç bilirim.

Bir zamanlar Almanya'da gazete yapmak…

Münchener Buchgewerbehaus matbaası bize, büromuz için genişçe bir oda tahsis etmişti. Hürriyet'in dağıtım işleriyle, Almanya'yı iyi bilen ve o tarihlerde Hayat mecmuasının foto muhabirliğini yapan Faruk Arık görevlendirilmişti.

İstanbul'dan gelen rahmetli Cemal Altop'un da ilk günlerde dağıtım konularında büyük katkısı olmuştu.

Türkiye'de gazeteler o yıllarda henüz ofsete geçmemişti; "tipo" baskı sistemini kullandıklarından, sayfaların bir tür mavi kartona basılı kalıpları diyebileceğimiz "matris"leri soba borusunu andıran yuvarlak kutular içinde her gün İstanbul'dan uçakla Münih'e gönderilecekti. Daha sonra, aynı sistemi kullanan Alman matbaasında bu matrislerden kurşun kalıplar hazırlanarak baskıya girilecekti. Bugünkü gibi, elektronik elektronik bağlantıyla İstanbul'da bir düğmeye bas, sayfa anında Almanya'ya gitsin; bu "bolluk" nerdeee?

Gün oluyordu, THY uçağı saatlerce gecikiyordu... Bazen de bir bakıyordunuz, bizim matris kutusu uçaktan çıkmıyordu.

O "krizli" akşamlarda yaşadığımız gazete basma telaşını, Tanrı'nın kendilerine büyük lütfuyla elektronik baskı devrinde yetişmiş genç gazeteci arkadaşlarımıza anlatabilmemiz hiç de kolay değil.

16 Nisan 1969 devrimi: İlk gazeteyi basıyoruz

Almanya dağıtım işi, merkezi Köln'de bulunan Saarbach firmasına verildi.

Hürriyet, Almanya'da Türkiye'den bir gün sonra yayınlanacaktı. Münih'te her gün, Türkiye'de piyasaya çıktığının ertesi günkü tarihiyle basılacak ve sabahları Almanya, Belçika ve Hollanda'da piyasaya verilebilecekti. Gazetenin fiyatı Almanya'da 60 Pfennig, Hollanda'da 65 Cent ve Belçika'da 8 Frank olacaktı.

O günlerin koşulları ancak bu kadarına elveriyordu ve örneğin Fransız gazeteleri Le Monde ve France Soir'in Fransa'da yaptıkları da buydu. O günün gazetesini, baslıktaki tarihi bir gün sonrasıyla değiştirerek basmak.

Yani Almanya'daki okur, gazetesinin içeriğini Türkiye'deki okurlardan bir gün sonra okuyordu ama çok önemli gelişmelere ve spor olaylarına ilişkin haberleri İstanbul'dan teleksle alıp gazeteye günü gününe girebilme imkanımız vardı.

Ve, büyük gün: Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra -hiç unutmam- 16 Nisan 1969, Almanya'da ilk Türk gazetesinin baskı günü olarak tespit edildi. Bu "tarihi" gazete, başlığında 17 Nisan 1969 Perşembe tarihini taşıyarak piyasaya çıkacaktı.

Biz hazırlıklarımızı tamamlarken, daha önce Bonn Basın Ataşeliği görevinde bulunmuş olan sevgili dostumuz Altan Öymen, Hannover'de kurulu bir Türk firmasıyla anlaşarak, aynı matbaada Akşam Gazetesi'nin baskısına başladı.

Altan Öymen gazetenin dağıtımı için, müteveffa Christian Thull ile anlaşmıştı.

Akşam, Hürriyet'ten birkaç gün önce Almanya'da basılmaya başlamasına rağmen uzun ömürlü olamadı ve birkaç hafta içinde kapandı.

Hürriyet'in bugün de devam eden Almanya baskıları, bundan 40 yıl önce, 16 Nisan 1969 günü işte bu ortamda başlamıştı.

O dönemde, İstanbul'da önemli başarı kazanmış olan "Bu Gece Sizdeyiz" kampanyasını Münih'te de uyguladık ve Almanya'da kendilerini unutulmuş hisseden okurlara ikramiyeler dağıttık.

Almanya'daki vatandaş, Hürriyet'in gelişinden çok memnun kalmıştı. Biz de artık vatandaşların dileklerini, ilgili makamlara ulaştırmaya başlamıştık.

O günlerdeki deyimiyle "gurbetçiler" artık anavatanları Türkiye'de ne olup bittiğini gazetelerinden takip edebiliyorlardı.

Eh, gazetecilik demek, ayni zamanda yoğun rekabet demekti. O arada, Tercüman ile de "diyar-i gurbet"te kıyasıya tiraj kavgamız patlak vermişti.

1 milyonluk başarısının bedeli: Güle güle

Hürriyet, Almanya'daki kuruluş yılı olan 1969'da en iyi dönemini yaşıyordu... Ama aynı zamana, başarının bedeli olmaması gerektiğini düşündüren bir "kan değişimini"...

Ana konumuza döneceğiz ama bir parantez açıp biraz da o çalkantılı günlerden söz edelim.

O tarihlerde, Haldun Simavi'nin ayrılmasıyla kardeşi Erol Simavi, Hürriyet'in yönetimini ele almıştı.

1 Mayıs 1969'a rastlayan 21. kuruluş yıldönümünde gazetenin tirajının, pazar günü 1 milyonu astığı ilan edildi.

Erol Simavi, ağabeyiyle başarılı işlere imza atan yayın yönetmeni Necati Zincirkıran ve Ankara temsilcisi Cüneyt Arcayürek'ten rahatsız olmaya başlamıştı. Erol Bey'in "meşhur" çevresi, her ikisi için, "gazeteyi ele geçirecekler" dedikodularını yaymaya başladı.

O dönemde zamanının önemli bir bölümünü yakın çevresiyle karargah haline getirdiği Elmadağ'daki Divan Oteli'nin barında geçiren Erol Bey, çok etki altında kalıyordu...

Öyle ki -o günlerdeki yaygın kanıya göre - "gazeteyi ele geçirmesinler diye", Cağaloğlu'ndaki binanın en tepesinde bulunan ve "kartal yuvası" tabir edilen deniz manzaralı küçük dairede yatıp kalkıyordu...

Çevresindekiler, "Patron, bu gazetenin sahibi siz misiniz, yoksa Necati ile Cüneyt mi?" diyerek, Erol Bey' i büsbütün çileden çıkarıyorlardı... Ki aynı şeyi 1981'de rahmetli Nezih Bey için de yapacaklardı.

Necati Zincirkıran, o günlerde Münih'teydi...

Dün gibi hatırımda, 1 Temmuz 1969 günü...

İstanbul'dan gelen kısacık bir telefonla genel yayın yönetmenliği bitti.

Schelling Strasse'deki bir kahvede oturup dertleştik.

O gün bir kez daha "başarının" basında tek başına sonucu belirleyecek değerde olmadığını anladım.

Dostluğumuzun bugün de sevgiyle sürdüğü Zincirkıran'ı Münih Riem Havaalanı'ndan yolcu ettim. Yeşilköy'de kendisini karşılayan müessese müdürü rahmetli Feridun Eryılmaz'dan, Erol Bey'in şahsi mektubunu almadan, doğruca Haldun Simavi'nin Veb Ofset'ine gitti.

Yerine, Hürriyet yazı işleri müdürü, milli atlet rahmetli Ferhan Devekuşoğlu getirildi.

Ne dersiniz... Diyojen, yaşayıp da gazeteci olsaydı eğer, elinde fener, bu kez "vefa" mı arardı acaba?