Türkiye- AB ilişkilerinde Avrupa siyasi partileri'nin farkında mıyız?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Dr. Hüseyin GÜL / İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Elemanı

Son günlerde her ne kadar Türk dış politikasında "eksen kayması" söylemi diler getiriliyor ve özellikle Avrupa ile ilişkilerde bir yavaşlama söylemleri dillendiriliyor olsa da 200 yıllık bir projenin kolayca terk edilemeyeceği herkes tarafından bilinmektedir. Türk dış politikası bir "devlet politikası" geleneğini dün olduğu gibi bugünde sürdürmektedir. Türk hükümetlerinin değişen dünya koşullarında bazı dış politik argümanlara fazlaca ağırlık vermesi veya veriyor olması bu geleneğin son bulmuş olması anlamına gelmemektedir.

Herkesin malumu olduğu gibi bugün için eleştirilen Türkiye'nin Batı'dan koparıldığı ve / veya koparılmaya çalışıldığı yönünde hedef haline getirilen hükümet politikaları çok değil bundan birkaç yıl önce hemen hemen bütün çevrelerce takdirle karşılanmaktaydı. Esasında, bu süreçte Türkiye-AB ilişkileri "gel-git" ler yaşayarak devam ediyor olsa da ortada var olan bir "Tam Üyelik" süreci ve bu sürece yönelik yapılan değerlendirme ve görüşmeler süre gitmektedir. Kaçınılmaz olarak bu süreç belirli siyasal sonuçlar da doğurabilmektedir. Tam da bu noktada, Türkiye-AB ilişkilerinde özellikle AB düzeyinde siyasal sistemin yapı taşları olan siyasi partiler ve bu partilerin Birlik düzeyinde uygulamaya çalıştıkları politikaları (ki bu politikalar siyasi parti kongrelerinde kabul edilen parti programlarına dayalı politikalardır. Bu politikalardan bazıları, AB'nin genişlemesi, derinleşmesi, bütünleşmesi, AB'ye üyelik, siyasal, ekonomik, sosyal vb. birçok konuyu kapsamaktadır. Birliğin geleceğini belirlediği gibi tam üyelik sürecinde olan Türkiye'yi de yakından ilgilendirmektedir.

Türkiye AB ilişkileri, Türkiye'nin 1963 yılında imzalamış olduğu anlaşmadan beri ağır aksak adımlarla devam ede dursun; AB, günümüzün en çok tartışılan ve yeni kurumsal yapısı ile uluslar arası ilişkilerde önemli bir aktör olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'na kadar sadece bazı idealist devlet adamları ve filozofların düşüncelerinde yaşayan Birleşik Avrupa ülküsü, 18 Nisan 1951 tarihli Paris Antlaşması ile gerçekleşme yoluna girmiş ve günümüzde Avrupa'nın siyasal, ekonomik ve sosyal hayatına yön veren konuma gelmiştir. Daha önce uluslararası düzende örneği olmayan bu kendine özgü yapı, vatandaşlar için olduğu kadar üye ülkeler için de günden güne artan bir öneme sahip olmaktadır. Artık birliğin organları, giderek kapsamı genişleyen ve hayatın ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarını artan oranlarda etkileyecek şekilde bağlayıcı kararlar almakta ve bu kararları tek bir merkezden yürütmektedir.

Birliğin temsilcileri, 27 üye ülkenin ve 490 milyon AB vatandaşının adına konuşmaktadır ve artan bir biçimde dikkati çeken "Brüksel", Avrupa siyasi hayatının önemli bir parçası konumuna gelmiştir. AB'yi benzeri kuruluşlardan farklı kılan en temel özelliği kurumsal yapısıdır. Birlik, demokratik yollardan seçilen Parlamento (AP), üye devletleri temsil eden ve bakanlardan oluşan konsey, üye devlet ve hükümet başkanlarından oluşan zirve, antlaşmaların koruyucusu olan komisyon, topluluk hukukuna uyumu denetleyen Adalet Divanı gibi organlardan meydana geldiği bilinmektedir. Türk kamuoyu, bu organların varlığından çoğunlukla haberdardır. Ancak birliğin siyasal sisteminde etkili kararların alınmasında rol oynayan Avrupa partileri ve bu partilerin hukuki konumu, siyasal felsefeleri, politikaları, kongreleri, programlar vb. konular hakkında yeterince bilgi sahibi değildir. Alışılagelmiş tutumla Türk kamuoyu genel çerçeveye bakarak değerlendirmede bulunmakta; bütünü meydana getiren önemli parçaları göz ardı etmektedir. Zaten, üyelik sürecinde sürekli sorunların ortaya çıkması da bu konuların hakkıyla bilinmemesinden ve kamuoyunun bilgilendirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Nihayetinde AB, ekonomik bir birlik kurma amacıyla yola çıkmış olsa da, günümüzde siyasal bir sistem halini almıştır. Kaçınılmaz olarak siyasal sistemin işlemesinde G. Vedel'in vurguladığı gibi "siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez"leri olarak Avrupa düzeyinde de siyasi hayatın bir parçası durumuna gelmişlerdir.

Demokratik hayatın vazgeçilmez kurumları olan siyasi partiler, Birliğin önemli organlarından olan parlamentoda, Avrupa'nın bütünleşmesi ve demokratikleşmesinde etkin rol üstlendikleri gibi siyasi faaliyetlerini de sürdürmektedirler. AP'de yüklenilen bu görev ve sorumluluk, "Avrupa partisi" kavramının ortaya çıkmasına neden olmuş ve kaçınılmaz olarak da Avrupa'da siyaset bilimcilerin ilgisini çekmiştir. AP'ye doğrudan ilk seçimlerin 1979 yılında yapılması kararı ile birlikte artık Avrupa partileri siyasal sistemde etkili olmak ve parlamentoda çoğunluğu sağlayarak Avrupa politikalarının belirlenmesinde etkin olmak istemişlerdir. AB'nin genişleme ve bütünleşme süreci ile beraber yasal güce kavuşan AP'de, partiler arasındaki ilk siyasal örgütlenme, 1952-1979 yılına kadar ulusal parlamentolarca atanan temsilcilerinin bir arada bulundukları siyasi grup/aile şeklinde olmuştur. Ancak değişen uluslararası koşullar ve birliğin siyasal sistemine yönelik yapılan değişim, parlamentoda aynı ideolojik yönelime sahip olan bu grupların AB düzeyinde daha etkin olmak amacıyla bir "Avrupa partisi" çatısı altında birleşmelerine yol açmıştır. Böylece üye ülke ulusal siyasi partileri, tek bir siyasi parti adı altında birleşerek, birliğin siyasal yapısına ilişkin kabul ettikleri ulusüstü parti politikalarını, "Avrupa partisi" çatısı altında uygulama yoluna yönelmişlerdir.

Avrupa partileri esasında AB'ye üye ülke ulusal partilerin, yönelim ve amaç olarak anlaşmış federatif birlikleridir. Avrupa partilerinin faaliyet alanı AB'nin siyasal sistemidir. Avrupa partileri, AP'de ilgili parti grupları vasıtasıyla temsil edilirler. Avrupa partilerinin konumu AB sürecinde yaşanan gelişmelerle birlikte değişmiş, Birliği kuran antlaşmada (Maastricht Antlaşması m. 138A) Avrupa partilerinden ilk kez bahsedilmiş ve böylece Avrupa partileri bu madde ile hukuki statü kazanmışlardır. Bu maddeye göre, "Avrupa düzeyinde siyasal partiler birlikde bütünleşme faktörü olarak önemlidirler. Avrupa bilincinin oluşturulmasına ve birlik vatandaşlarının siyasal iradesini seslendirmeye katkıda bulunurlar". Şeklinde düzenlenerek "Avrupa parti"lerine önemli sorumluluk yüklenmiştir. Bu sorumluluk 1997 Amsterdam Antlaşması (191 madde) ile pekiştirildiği gibi Avrupa partilerinin belirli bir çerçeveye oturtulması kararlaştırılmıştır Ayrıca Avrupa Anayasası'nda ve bu anayasanın revizyonu şeklinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması'nda Avrupa partilerine yer verilmiş olması, Avrupa partileri adına önemli fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Avrupa partilerine yönelik yapılan tüm bu düzenlemeler, Avrupa halklarının gelecekte nasıl bir Avrupa arzu ettiklerine ilişkin tartışmaların hız kazanmasına yol açmış olması yanında, bu durum Avrupa partilerinin AB düzeyinde geleceğini de etkilemiştir.

Özellikle Lizbon Anlaşması'nın üye ülkelerce kabul edilmesi ile tarihi sürece giren AB, uluslararası arenada artık daha güçlü temsil edilen ve vatandaşı ile daha barışık bir yapıya kavuşmayı hedeflemiştir. Lizbon Anlaşması öncesinde altı ayda bir değişen ve üye ülkelerin dönem başkanlığı ile temsil edilen AB'nin, artık siyasal bir aktör olması beklenen bir başkanı bulunmaktadır. Bu süreçte ortaya çıkan AB Dış İşleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi "bir nevi Dış İşleri Bakanı" ile AB'de iki yeni kurum ortaya çıkmıştır. Bu kurumlara atanacak kişiler için şimdilik ulusal siyasi liderler ve Avrupa partileri belirleyici olmaktadır.

Avrupa partileri bu sürecin yöneticileri olma yolunda Lizbon Anlaşmasına dayalı olarak geleceğin siyasi aktörlerini belirleyecek konuma gelmişlerdir. Özellikle bir Hıristiyan Demokrat olarak göreve gelen yeni AB Başkanı ve bu başkanın seçiminde Hıristiyan Demokrat Partinin almış olduğu pozisyon bunun bir kanıtıdır. Ayrıca, gerek bu partinin Türkiye'nin üyelik sürecine yönelik tutumu gerekse yeni Başkanın Türkiye ile ilgili geçmişte söylemiş olduğu sözler dikkate alındığında sürecin yöneticilerinin Türkiye'yi zorlayacağı düşünülebilir. Yinede bir gerçek var ki Avrupa partilerinin kurumsallaşması büyük oranda Avrupa bütünleşme sürecine bağlıdır. Eğer AB federal bir devlet olma yönünde adımlarına devam ederse Avrupa partileri arasında şuan Avrupa düzeyinde var olan işbirliği politikaları, uzlaşmacı doğasını kayıp edecektir. Bu durum siyasi partilerin doğasından kaynaklanmaktadır. Çünkü siyasi partiler iktidar için yarışır ve iktidarı seçimler yoluyla ele geçirmeye çalışırlar. Bu anlayıştan hareketle AB kurumsal kimliğini kazandığında Avrupa partileri siyasal sistemin en önemli öğeleri olacak ve Türkiye'nin olası tam üyelik durumunda gerek nüfusu gerekse parlamentoya göndereceği temsilci sayısı bakımından avantajları ortaya çıkabilecektir. Esasında bu kısa değerlendirme ile aslında Türkiye'de yapılan AB araştırmalarının yönünün daha çok siyasi partiler ve bu partilerin varlığına dikkat çekmeye çalışılmıştır.

Bununla birlikte AP'de Avrupa parti yapısının ortaya çıkmasında sorumluluk alan, süreci yöneten ve Avrupa siyasetini yönlendiren en önemli siyasal aktörlerden birisinin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan ve her durumda "imtiyazlı ortaklık" konusunu gündeme getiren Avrupa Halk Partisinin (EPP) önemli bir siyasal güç olduğunu; bunun karşısında ise Türkiye'nin üyeliğini destekleyen ikinci önemli siyasal aktörün ise Sosyal Demokrat Parti PES'in AB politikalarının belirleyicileri olduklarını vurgulamak gerekmektedir. Bu siyasal aktörlerin konumundaki olası değişikliklerin ise Türkiye-AB ilişkilerinin seyrini değiştirdiğini de unutmamak ve üyelik sürecinde Türkiye'nin yol haritalarını belirlerken; bu iki siyasal gücün konumuna bakmak ve ona göre belirlemek yararlı olacaktır.

Bu iki siyasal güçle birlikte AB, politikalarının belirlendiği Parlamentoda günümüzde dört Avrupa siyasi partisi ile üç ulusal partilerin bir arada bulunduğu partiler birliği bulunduğunu ve bu partilerin Avrupa'nın siyasi yaşamına yön veren organizasyonlar olarak daha çok önem kazandıkları gibi artık daha fazla ilgi çektiklerini belirtmek gerekmektedir. Dolayısı ile bu partilerin ideolojileri, politikaları ve Türkiye-AB ilişkilerine bakış açılarının her bir parti ölçeğinde irdelenmesi ve araştırılması gerekmektedir. Bu kısa değerlendirme ile şimdilik "Avrupa Partilerinin" varlığına işaret ederek en azından Türk kamuoyu ve araştırmacıların bakış açılarını bu yöne çekmelerinin Türkiye açısından yararlı olacağı kanısındayım.

 

Bu konularda ilginizi çekebilir