Türkiye GDO’da yol ayrımında
Prof. Dr. Selim Çetiner / Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi
YÖK Başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan "ABD ve İsrail'in ürettiği GDO'lu ürünlerle 20 yıl içinde bir milleti yok edebileceğini " söylemiş. Basında yer alan haberlere göre Sayın Başkan: "Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğdayın tohumlarının büyük bir kısmı, yerli tohumumuz olmadığı için Amerika ve İsrail'den geliyor. Bir Türk aydını olarak bazen gerçekten kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu bu ülkede üretemez miyiz? Evvelden atalarımız bu tohumları kendileri üretip, yıllarca bu üretimin devamını sağlamışlar. Biz niye yapmıyoruz? Tohumculukla ilgili bir araştırma enstitümüz olsa, buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fena mı olur? Sonunun ne olacağı da belli değil. Bu domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye bir şey var, içine bir genetik mekanizma yerleştirirler. Hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle, zamanla bir milleti yok edebilirsiniz. Öyle bir şeyler yerleştirirler ki 20 yıl içerisinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Öyle tehlikeler de var." diyor.
Türkiye'nin tohumculukta istenilen seviyede olmadığı saptamasına katılıyoruz. Ancak, atalarımızın tohumlarını kendilerinin üretip, bu üretimi yıllarca devam ettirdikleri saptaması son yıllarda ortaya çıkan "amatör tarımcılar kültünün" kulağa hoş gelen ancak günümüz gerçekleriyle örtüşmeyen masallarından birisi. Domatesin içine genetik program koyarak bir milleti yok etme iddiası da teknoloji karşıtlarının bu konularda bilgi sahibi olmayan insanlarımızı korkutarak, bu konudaki tartışmayı bilimden uzak tutma sloganlarından birisi.
Türkiye 1986 yılında serbest bırakılan tohumculuk sektörü sayesinde modern çeşitler ve hibrit tohumlarla tanışmış ve bu şekilde hızla aratan nüfusunu beslemede sıkıntıya düşmemiştir. Modern ıslah yöntemleriyle elde edilen bu çeşitler birim alana verimi artırarak çiftçilerimizin refah seviyelerinin de artmasına yardımcı olmuştur. Bu süreçte, Türkiye'de tohumculuğun yeterince geliştirilmediği doğrudur. Bunun en önemli nedeni, bu konudaki politikaların ve Ar-Ge süreçlerinin yeterince desteklenmemiş olmasıdır. Geçtiğimiz yıllarda özel sektör girişimleriyle tohumculuk sektöründe önemli atılımların olduğu, hatta bazı hibrit çeşitlerde ihracatın başladığı da unutulmamalıdır.
Artık tüm dünyanın kabul ettiği üzere tarımsal üretim ile gıda güvencesi ve buna bağlı ekonomik ve politik istikrar için hükümetlerin en üst düzeyde tutarlı politikalar üretmesi gerekmektedir.
Türkiye de artan nüfusunun yeterli ve dengeli beslenmesini sağlamak, tarımsal üretimini artıracak modern biyoteknoloji dahil her türlü teknolojiyi öncelikle araştırıp, AB ve dünya normlarını objektif olarak temel kıstaslar arasına alıp uygun olanları geliştirecek önlemler almak durumundadır. Bunun başında da 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren ve her zaman övündüğümüz gen kaynaklarımızı ekonomik faydaya çevirmede mutlak gerekli olan modern biyoteknolojik araştırmaları neredeyse yapılamaz hale getiren, AB müktesebatı ve dünya normlarıyla açıkça çelişen Biyogüvenlik Yasasının bir an önce değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak, bu şekilde tohumda dışa bağımlı olmaktan kurtulabiliriz. Bilimi durduran, dünya biliminin kurumsal otoritelerinin ortak görüşünü hiçe sayan yasakçı bir yaklaşım rasyonel değildir ve Türkiye'yi ithal tarım ürünlerine esas bağımlı kılacak tutum da budur.
Özetle, YÖK Başkanı olarak Sayın Özcan, komplo teorileriyle düşünmenin sefaletinden kurtulamayan grupların ürettiği teknoloji karşıtı söylemlere itibar etmemeli, onun yerine bilimsel verilerin ışığında araştırma yapacak üniversite ve enstitülerin çalışmalarına bir dizi engel getiren Biyogüvenlik Yasası'nın düzeltilmesine öncülük etmelidir. Bu konuda kamuoyu önünde bilimi esas alan tartışmaların gerçekleştirilmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır.