Türkiye’deki nobran uygulamalar Çin’e uzandı

Cihan UĞUR / Şanghay Free Observer

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Çin 1.4 milyar nüfusu ve sürekli büyüyen ekonomisi ile dünyanın en büyük ihracatçısı ve 2. en büyük ekonomisi konumuna geldiği gibi; kültürel, askeri ve siyasi alanda yaptığı atılımlarla da dünyanın en aktif ülkelerinden biri olduğu herkesin malumu. Türkiye’nin Çin ile ticaret hacmi 22 milyar doları aşmış durumda; rakamların %90 civarı Çin’den alım %10 kadarlık bir kısmı ise Çin’e satış şeklinde Türkiye’nin aleyhine cereyan ediyor.

Türkiye medyasında son günlerde ise Çin’in adını daha çok Uygur Özerk Bölgesi’ndeki olaylar ve bunların Türkiye’deki yansımaları olarak duyuyoruz.

Uygur Özerk Bölgesi Çin’in en Kuzeybatı'sında, Orta Asya ve Afganistan ile olan sınır hattı boyunca uzanan Uygur kökenli halkın yoğun yaşadığı bölgenin adı. Bölge, dünya medyasında ya Çin’in yaptığı söylenilen sert uygulamalarla ya da Uygurluların yaptığı söylenilen bir kısım terör faaliyetleri ile anılıyor.

Belli zaman dilimlerinde Türkiye’de yaşayan Uygurluların tepkilerine, Türkiye’deki Çin makamları önünde yapılan protestolara alışkınız; fakat son günlerde gerçekleşen olayların ise protesto ve tepkiyle hiç alakası olmadığını, Türkiye’nin iç siyasetinde yaşanan nobranlıkların halk bazına indiğini ve Çin’le ilgili konulara da sirayet ettiğini görmekteyiz. Uygur Bölgesi’nde yaşanan olaylara tepki olarak Türkiye’ye gelen Çinli turistlere saldırıldığı, hatta Çinli zannedilerek Koreli ve Japon gruplara saldırıda bulunduğunu okumaktayız.

Dış politika iç siyaset malzemesi yapılıyor

Türk siyasetinde, Türkiye’de yaşayan Uygurluların farklı siyasi klikler tarafından bir iç siyaset malzemesi olarak kullanıldığına çok kereler şahit olmuş, her seçim öncesinde milliyetçi ve İslamcı geçinen kesimlerin konuyu oy tuzağı olarak kullandığını görmüşüzdür. Konunun çözümü için Çin Hükümeti ile kalıcı adımlar atıldığına Türk-Çin ilişkilerini son 15 yıldır takip eden biri olarak hiç şahit olmadım.

Türkiye’nin dış politikasında son 5 yıldır yaşanan başarısızlıkların genelde dış politika konularının iç siyaset malzemesi yapılmasından ve hamasi destanlarla var olan yangınlara körükle gitmekten kaynaklandığını yüzlerce haber ve onlarca çalışma ile takip ediyoruz. İsrail’e ‘one minute ve Mavi Marmara show’ yaparken Filistin’deki mağdurları çok daha fazla mağdur ettiğimiz, bununla birlikte İsrail’e vize uygulamayıp Filistinlilere vize uyguladığımız gibi. ’15 gün sonra Emevi Camisi'nde namaz kılarız’ deyip 3 yıldır tek bir ilerleme kat edemediğimiz Suriye politikasında milyonlarca insanın mağduriyetine yeni mağduriyetler kattığımız, hatta bölgeyi IŞİD belasına terk ettiğimiz gibi. ‘Eyyy Avrupa Birliği, Eyy IMF, Eyyy NY Times, Eyyy şu Eyyy bu’ diyerek tüm dünyada yalnızlaştığımız ve hatta ayağımıza kadar gelen büyük fırsatları kaçırıp Ortadoğu’yu İran’a hediye ettiğimiz gibi... Dış politikamız iç siyasete alet ediliyor ve Türkiye’nin bölgesindeki ve dünya çapındaki şuur altı müktesebatı heder ediliyor.

Ülkede yolsuzlukların üstü örtülürken; hukuk, adliye, mülkiye ve polis kurumlarının içi en hukuksuz operasyonlarla boşaltılırken; millete küfreden iş adamları baş tacı edilirken, Filistincilik oynayıp Filistin’e en çok yardım eden sivil kuruluşlar kapatılmaya çalışılırken, ülkede tüm dengeler alt üst olup bütün olanlar bir külhanbeyi havasında ‘istediğimi yaparım’ nobranlığı ile savunulursa; dış politika adına atılan hamasi nutuklar halkın bazı kesimlerinde nobranlığın kapısını aralar; ülkemize gelen her çekik gözlü turiste Çinli diye saldıran başı bozuklar ortaya çıkar. Çünkü balık baştan kokar!

Ekonomik işbirliği için atılan adımlar çöpe atılmamalı

Oysa son yıllarda Çin’le ilişkilerimizin gelişmesi adına sivil toplum kuruluşlarının önderliğinde ve sefirliklerimizin yardımlarıyla çok önemli faaliyet yapıldı. ‘Türkiye’ye aşık oldum’ belgeseli bunun ilk somut adımlarından idi. Daha sonra 1 milyar izleyiciye ulaşan ‘Huayang Jiejie’ adlı programla Türkiye Çin’de o kadar güzel tanıtıldı ki; milyonlarca Çinli tatil programları için Türkiye’yi tercih eder hale geldi. Çin vatandaşlarına uygulanan vize kolaylıkları da eklenince, öncelikle birbirini tanımayan iki milletin tanışması, 1.4 milyar nüfusu olan Çin halkının cennet vatan Türkiye’yi ve ülkemin güzel insanını tanıması sağlanmaya başlamıştı. Bütün bu girişimler iki ülke insanının birbirini daha iyi tanımasına, daha iyi ilişkiler geliştirilmesine, Çin’e olan dış ticaret açığımızın kapanması adına Türk girişimcilerin Çin’deki yollarının açılmasına, Çinli yatırımcıların Türkiye’deki fırsatları daha iyi görmesine vesile olacak girişimlerdi. Son olaylardan sonra ise Çin medyasında bunun tam tersine bir hava estiğini görüyoruz.

Tam bu hengamede Cumhurbaşkanı Erdoğan 27 Temmuz’da Çin’i ziyaret edecek. Çin’e son ziyaretini başbakanken yapan Erdoğan’ın Şanghay temasları sırasında Çin’in en büyük 40 şirketinin CEO’suyla yaptığı toplantıda ekonomik ve yatırım anlamında büyük vaatler verilmişti. O günden bugüne ise ilişkilerde bir ilerlemenin kat edildiğini söylemek çok mümkün görünmüyor. Gittiği ülkelerde var olan problemleri çözmek yerine daha büyük sıkıntılar ortaya çıktığını gördüğümüz Erdoğan’ın Çin ziyaretinde umarım ikili ilişkileri daha kötüye götürecek, Uygur probleminin şartlarını daha da ağırlaştıracak gelişmeler olmaz.

Bir birini tamamlayan stratejik partner

Türkiye aslında, Çin’in Ortadoğu problematiğinde, Orta Asya jeopolitiğinde ve Avrupa ile ekonomik ilişkilerinde çok önemli bir partner olabilecek konumda; ve Çin bunun farkında. Çin ise, Türkiye’nin hızlı yükselmesi ve dünya siyasetinde denge sağlayabilmesi adına Türkiye için önemli bir konumda. Bütün bunlar göz önüne alındığında Türkiye’nin çok daha akılcı politikalar uygulaması gerekmektedir. Çin, Türkiye’den problemlerin çözümü ve ilişkilerin gelişmesi adına günübirlik değişmeyen söylemler ve daha net adımlar beklemektedir. Türkiye ise her türlü konuda ve özellikle Uygur meselesinde nobranlıktan ve hamasi söylemlerden kurtulup, diyalog kapısını çok iyi kullanarak daha aktif politikalar ve çözüm projeleri ile Çin’le mutabakat yolları aramalıdır. Türkiye’de yaşayan Uygurluların bu noktada bir gün öyle bir gün böyle konuşan, seçimler öncesi atılan birkaç nutukla oylarını devşiren ve sonra hiçbir şey yokmuş gibi davranan sözde milliyetçi ve İslamcı akımların etkilerinden kurtulması, daha akılcı davranması, özellikle sırf Çinli veya çekik gözlü diye Türkiye’ye gelen turistlere saldıran kendini bilmezlerle birlikte olmaması gerekmektedir.

Türkiye’nin hamasi söylemlerden ibaret olan şimdiki sözde ‘stratejik derinlik’ safsatalarından kurtulup, daha akılcı, iç siyasete malzeme yapılmayan, dünyayı doğru okuyup insanların şuur altı müktesebat derinliklerindeki gerçek stratejik dış politikalar uygulayacağı günlerin ümidiyle...