Yol ayrımındaki Amerika

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Orhan AKIŞIK

 

Bu ayın başında Amerikan Çalışma Dairesi tarafından açıklanan rapor, işsizliğin Mayıs ayında %9.7'den %9.5'a gerilediğini gösteriyor. Ancak bu, işgücüne olan talebin artmasından çok, yaklaşık 600,000 kişinin potansiyel işgücü olma özelliğini yitirmesinden kaynaklanan bir durum.

Çünkü işsiz sayılabilmek için çalışmaya istekli olmanın dışında, aktif olarak da iş aramak gerekiyor. Teorik olarak işsiz sayılmasalar bile, bu durumdaki kişilerin karşı karşıya kaldıkları ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle, istatistikler içinde yer verilen işsizlerden farklı olduklarını söylemek güç. Şu anda, 15 milyon olan işsiz sayısının hemen hemen yarısını 27 hafta ve üzeri süreden beri işsiz kalan uzun süreli işsizler oluşturuyor.

Üretimde yol açtığı kayıplar dışında sosyal sorunları da beraberinde getiren işsizlik, ekonomide karar vericilerin yakından izledikleri makroekonomik değişkenlerin başında geliyor. İşsizlik rakamlarındaki değişme, ekonominin performansının önemli bir göstergesi. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi ilk olarak ortaya koyan Amerikalı iktisatçı Arthur Okun'a göre, işsizliğin azalması ekonominin büyümesine bağlı. O halde, işsizliğin %10'lara yaklaştığı bir ekonomide işlerin iyiye gittiği söylenebilir mi? Yüksek işsizliğin neden olduğu yetersiz talep, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği konusundaki şüpheleri arttırıyor. Amerikan ekonomisinde resesyonun sona ermesiyle görülen iyileşme, yavaşlama eğilimi gösteriyor. İmalat sanayi endeksinde haziran ayında meydana gelen düşüş dikkat çekici. İşsizliğe bağlı olarak tüketim harcamalarındaki düşüş kadar ihracattaki azalma da büyümedeki yavaşlamanın nedenleri arasında. Gerek AB ekonomilerindeki borç krizinin gerekse dolar karşısında değer kaybeden Euro'nun ihracatı olumsuz etkilediği görülüyor. Şurası kesin ki, ABD bundan böyle iç ve dış açıkları arttırarak bir yere gidemez. Kamu harcamalarında yolun sonuna gelen ABD yönetiminin yüzde sıfırlar düzeyine ulaşmış faizlerle para politikasında da yapabileceği fazla bir şey yok. Geçen ay, Obama yönetiminin son bir gayretle sona eren işsizlik yardımlarını uzatma kararı alması, bütçe açığının kontrolden çıktığını ileri süren Cumhuriyetçi kanadın yoğun muhalefetiyle karşılaştı.

Küresel dengesizliğin giderilmesi tezi doğru olsa da, bu konuda diğer ülkelere güvenmek pek gerçekçi değil. Ne Çin ne de Almanya'nın ABD'nin isteği doğrultusunda büyümenin rotasını ihracattan iç talebin artışına yöneltmeyecekleri açık. G-20 toplantılarında dış ticaretleri sürekli fazla veren ülkelere, iç talebin genişlemesine ağırlık vermelerini tavsiye eden ABD yönetimi bundan bir sonuç çıkmayacağını sonunda anladı.

ABD, bir yol ayrımında. Geçen resesyona kadar uygulamada kalan, yüksek dış açıklarla beslenen tüketime dayalı büyüme modelinin sonuna gelindi. Kaldı ki, işgücü piyasasındaki bu cansızlık sürdükçe, ABD'nin diğer ülkelerin beklentilerinin aksine eskiden olduğu gibi dünyadaki üretim fazlasını absorbe etme olasılığı zaten yok. Amerikalı yöneticiler, küresel krizden çıkılması için bundan böyle ABD'ye güvenilmemesi gerektiğini söylerken haklılar.

Bir süreden beri, gelecek beş yıl içinde ihracatı iki katına çıkarma amacında olduğunu söyleyen Obama, temmuzun ilk günlerinde oluşturulan İhracat Konseyi toplantısında bu görüşünü yineledi. Bunlar, ekonomi adına olumlu adımlar. Uzun vadede ihracatın ekonomi içindeki payının arttırılmasının, kronikleşen dış açıkların azalmasına olduğu kadar büyümeye de istikrar kazandıracağı açık. Kısa vadede ise, büyümenin sürekliliği işsizliğin azalmasına bağlı.