Farklı hamlelere ihtiyaç var

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Dediğimiz çıktı işte, daha doğrusu korktuğumuz başımıza geldi. 2007’den beri başı belada olan gelişmiş ülkeler bloğu toparlanıp canlanırken biz kötüye gitmeye başladık. Üstelik ağustos böceği gibi evödevlerimizin çoğunu bitiremeden… Ama bizim genellikledünyayı kendimizden ibaret sanmak gibi bir alışkanlığımız olduğundan kaçırdığımız fırsatın ne kadar farkında olduğumuzdan, buna ne kadar hayıflandığımızdan bile emin olamıyorum. Ayrıca, yine maalesef daha önce sık sık değindiğimiz gibi, uzunca bir süre hep birlikte küresel likidite bolluğunun nimetlerinden yararlanan yükselen ülkeler de birbirinden ayrışıyor. Artık her koyunun kendi bacağından asılacağı, ülkelerin kendi güçleri ve dinamikleriyle ayakta kalabileceği bir döneme giriyoruz. Bu da kötü bir haber, yapısal katılığı ve cari açığı dolayısıyla Türkiye, bu grubun en kırılgan ülkeleri arasında görülüyor.

Artan risk algısı ve değişen gündem

Durum böyleyken ve tam da bu nedenle son yedi yıla oranla daha sistemli ve derin bir ekonomi ve reform programını başlatabilir miyiz diye umutlanırken, sanki işlerimiz yolundaymış gibi, tabii bol seçimli bir sürece girmemizin de etkisiyle, yoğun ve fazlasıyla ortadoğu soslu yerli yapım bir siyasal çalkalanma yaratarak sorunu daha da ağırlaştırmayı başarmış bulunuyoruz. Üstelik salt siyasi sonuçlarla sınırlı kalmayan, son onbeş yılda ciddi bir iyileşme kaydettiği yolunda yaygın bir algı oluşturduğumuz kurumsal altyapımız ile ilgili bir illüzyon kuşkusu da doğuran bir çalkantı bu. Öncelikle de demokrasimizin niteliği ve hukuk güvenliği düzeyi yönünden. Ayrıca yine son yıllarda yolsuzluk endeksinde sağladığımız nisbi iyileşmenin de yitirilmiş olması muhtemel. Sözün kısası yatırımcı açısından risk pozisyonumuz biraz daha kötüleşti.

Ama asıl kötü olan, uzun yıllar boyunca gelişmiş ülkelere her gittiğimizde üzüntüyle gözlediğimiz gündem farklılığının artık azalmakta olduğu yolundaki kanaatimizin yanlış çıkması. Giderek halkın ve hatta tek tek bireylerin günlük hayatına dokunacak konularla uğraşacak olgunluğa yaklaştığımızı düşünürken, birdenbire hala temel sistem ve ortak değer sorunlarını çözememiş, çıkış yolunu çağdaş bir yaşam çevresini sağlamakta değil, başkalarının zararına kurnazlıkla avantaj sağlamakta gören bir üçüncü dünya ülkesi olduğumuz ihtimali insanın içini sıkıyor. Böyle bir durumda ortak akıl arayışı ve yüksek kalitede bir yeni ekonomik program üretilmesi zorlaşacağı için sıkıyor. Nitekim ortalıktaki laf kalabalığı ve gürültü patırtı arasında, suya tirit şablonları bir yana bırakırsak, kendi kaderimize hükmetmemizi sağlayacak bir sıçrama potansiyeli işaretine rastlamak pek mümkün görünmüyor.

Nitelikli eğitime talep düşük

Açıklarımızın sayısı azalıyor sanıyorduk, şimdi bu da tartışmalı. Tek sorunumuz cari açık değil ki. Buna hukuk açığını, demokrasi açığını, teknoloji açığını, şehircilik, yenilikçilik gibi bir dizi alandaki açıkları da eklemek gerek. Hala yıldız adayı ülkeler arasında yer almamızı borçlu olduğumuz genç nüfusumuzu yeterince kullanıp donatma konusunda bile aldığımız mesafe sınırlı. Eğitim sisteminin kalitesini ve böylece işgücü verimliliğini artırmak için ciddi bir reform yapmadığımız gibi, ailelerin olağanüstü fedakarlığıyla üst düzeyde eğitim almış gençlerimizi bile değerlendirecek bir ekonomik etkinlik ve istihdam fırsatı sağlayamadığımız da açık. Hiç unutmam, birkaç yıl önce bir dostumun yol göstermem için bana yolladığı ve ABD’de çok seçkin üniversitelerden lisans ve doktora derecesi almış genç bir inşaat mühendisine, “sen şanslısın, Türkiye’de inşaat sektörü ileri düzeyde ve rekabetçi, seni en büyüklerine tavsiye edebilirim” dediğimde “onların hepsiyle görüştüm, benim fazla eğitimli olduğumu, kendilerinin bu düzeyde birine ihtiyaç duymadıklarını söylediler” cevabını almış ve şaşırmıştım. Sonra bunun nedenini anladım, diğer yapısal noksanlıklarımız arasında güçlü yanlarımızdan biri saydığımız özel sektörümüz de sandığımız kadar güçlü değildi, yüksek ciro yapsa bile ürettiği katma değer düşüktü ve yüksek katma değerli işleri, sözgelişi teknik danışmanlığı yabancı firmalara yaptırıyordu. Düşük katma değerli işler içinse çok yüksek nitelikli insan gerekmiyordu.

En rekabetçi olduğumuz ve uluslarararası projeler gerçekleştirdiğimiz inşaat sektöründe (üstelik sadece iç piyasaya çalışan ve pıtırak gibi biten konut inşaatçılarından değil çok daha nitelikli ve uzman büyük firmalardan sözediyorum) bile durum buysa, diğer sektörlerdeki durumu tahmin etmek zor değil. Cari açığın neden yapısal ve kronik bir karakter kazandığını da…

Uzmanlığımız kazma vurmayı aşmalı

Geçen hafta yapılan yıllık Dünya Ekonomik Forumu’nun sürdürülebilir büyümenin gereklerine, teknolojinin etkilerine, sivil toplum katılımına odaklanan gündemiyle bizim kendimize özgü ve üretime değil tüketime ve imalat sanayiine değil inşaata odaklanan, düşük büyümede bile borçlanma ihtiyacını ve enflasyonu düşüremeyen bir yapı içinde şekillenen gündemimizin giderek farklılaşması bu açıdan doğal. İnşaattan söz etmişken, kurdaki büyük sıçrayışa rağmen düşük faizde direnmenin nedeni büyümenin motoru diye bu sektörü görmemizden kaynaklanıyorsa, bunun aynı zamanda bir konut balonu riskini biriktirmekte olduğunu akılda tutmakta yarar var. Geçen hafta merakla arayıp bulduğum tek “hamle” haberinin, yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın İstanbul’da kentsel dönüşüm ve inşaat hamlesine girişilerek yakında kazma vurulacağı müjdesiyle ilgili olması, kaygıları doğrular gibiydi.

Oysa gönül, sürdürülebilir büyüme için ihtiyaç duyulan başka türden hamleleri özlüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019