Hangi tip enflasyonmuş? Lafügüzaf…

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM burcu.kosem@dunya.com

Ülkemizde ve dünyada son yıllarda arz kaynaklı olarak başlayan enflasyon, beklentiler kanalıyla talep kaynaklı bir enflasyona da dönüşmüş ve bunun neticesinde sabit gelirli geniş halk kitlelerinin önemli düzeyde refah kaybına neden olmuştur.

Geçtiğimiz hafta hem içeride hem de dışarıda, iki önemli merkez bankasının kararını takip ettik. Ülkemizde her ne kadar para politikasının istikrarlı gidişinden ötürü beklentiler 250 bp’lık bir artış etrafında şekillenmiş olsa da; TCMB başkanının ailesi üzerinden ortaya atılan iddialar nedeniyle karar, yine de odak noktasını oluşturdu.

 TCMB kararı öncesinde, yapılan araştırmalar, Sayın Erkan hakkında ortaya atılan bu iddiaları boşa çıkarmış olacak ki; Sayın Cumhurbaşkanı üstü kapalı bir biçimde “Akla ziyan dedikodularla ekonomide binbir güçlükle temin ettiğimiz güven ve istikrar iklimini bozacak kampanyalar başlatıyorlar.

Dedikodular üzerinden bir bardak suda fırtına koparmaya çalışan fitne tüccarlarını kesinlikle umursamıyoruz" ifadesini kullanarak, merkez bankasına olan tam desteğini ortaya koymuş oldu. Ardından Perşembe günü, tam da beklentilere paralel olarak gelen PPK kararında ise iki önemli nokta karşımıza çıktı: İlki bir önceki toplantıda da sinyali verilen sıkılaşmada sona gelindiği yani yüzde 45 politika faizinde bir müddet park edileceği, diğeri ise miktarsal sıkılaşma adımlarına devam edileceğiydi.

Bu iki konuyu irdeleyecek olursam;

Politika faizi seviyesi olan yüzde 45’e 6 ay gibi kısa bir sürede, üstelikte yüzde 8,5 gibi enflasyonun oldukça altında bir seviyeden gelindiği düşünülecek olursa, para politikasında çok hızlı ve yoğun bir sıkılaşma olduğu görülüyor.

Ancak bu sıkılaşmanın etkisi piyasalar üzerinde aynı şiddette görülemedi. İşte o nedenledir ki; parasal sıkılaşmanın yanı sıra miktarsal sıkılaşmaya da ihtiyaç var.

Son dönemde TCMB tarafından munzam karşılıkların artırılması ve TL Depo ihalesine çıkılmış olması işte bu miktarsal sıkılaşma adına uygulanan politikalardan. Ancak yine son haftalarda özellikle TL mevduat faizlerinde aşağı yönlü bir gidişatın olması ne yazık ki bu önlemlerin de yeterli olmadığını gösteriyor.

Sonuç için Türk Lirası tasarruflara yönelme gerekiyor

Bu söylediğime bir örnek vermem gerekirse: Bankacılık sektörünün toplam mevduatı, 19 Ocak ile biten haftada önceki haftaya göre 11,3 milyar lira azalarak 15 trilyon 415,1 milyar liraya gerilerken faizlerdeki düşüş de sürdü. Sonuç olarak sıkı para politikasının istenen sonuca ulaşabilmesi için dolaşımdaki paranın tüketimden ziyade Türk Lirası tasarruflara yönelmesidir arzu edilen.

Dolayısıyla PPK metnindeki: “Kurul, faiz kararlarının yanı sıra, parasal sıkılaştırma sürecini destekleme amacıyla, kullandığı sterilizasyon araçlarının çeşitliliğini artırarak miktarsal sıkılaştırmaya devam edecektir" İfadesinden hareketle; miktarsal sıkılaşmaya yönelik kararlılıkla bir mücadele verileceğini anlıyoruz.

Özetle; TCMB’nin henüz dezenflasyon sürecine yönelik oldukça çetrefilli ve uzun bir yolu var diyebilirim.

Tüm bunlar olurken en az TCMB kadar itibarına yönelik çeşitli algılara maruz kalmış diğer bir önemli kurumumuz TÜİK’ten de bir duyuru yayınlandı: "Algılanan Enflasyon ve TÜFE ile İlgili Kamuoyu Duyurusu” ile aslında halk arasında hissedilen enflasyon ya da hayat pahalılığı olarak ifade edilen enflasyon algısının yurtdışında, açıklanan enflasyondan (manşet) 5 ila 6 kat fazla olduğu, bizde ise Tüketici Eğilim Anketi bazında ölçümlenen algı ile olgu farkının (yaklaşık yüzde 48 daha fazla algılanmış) çok daha az olduğu ifade ediliyordu. Elbette uzun zamandır ilk kez açıklanan bu durum enflasyon tartışmalarını harekete geçirdi ve ünlü bir ekonomistin (yazısı üzerinden) sosyal medya/medya paylaşımlarıyla da farklı enflasyon tiplerine atıfta bulunuldu.

Peki neydi bu enflasyon tipleri?

Skimpflasyon: Orijinali skimpflation, ürünün fiyatı aynı olmasına karşın kalitesinin bozulması,

Shrinkflasyon: Orijinali shrinkflaton, ürünün miktarının (gramajının) düşürülmesi ve başlı başına ücret artışları ile şirket karları tartışmasına malzeme olan greedflasyon ki; onun da orijinali greedflation, aç gözlülük enflasyonu olarak tanımlanırken, satış fiyatlarını keyfe keder artıran şirketlerin yüksek karlılıklarını ifade eder…

Bu tanımlara dışarıda özellikle The Gurdian, Financial Times, The Economist gibi ekonomi basınında yıllardır rastlamaktayız.

Örneğin henüz pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı küresel enflasyon görülmeden 2016 yılında bile FT’da yer alan bir makalede “Gıda grupları artan maliyetlerle başa çıkmak için 'küçülmeyi' benimsiyor” başlığıyla, artan maliyetlerin gıda sektöründe miktarsal küçülmeyi beraberinde getirdiği yani shrinkflasyon yarattığı ifade edilmişti. 2022 yılında The Guardian’da yer alan bir makalede ise; “ABD'de popüler hale gelen ve Birleşik Krallık'ta ilgi gören bir terim olan "skimpflasyon"a hoş geldiniz.

Aynı mallar için daha fazla para ödedikleri tipik enflasyonun aksine, eksik enflasyon, kalitesi kötüleşen bir ürün için aynı parayı ödedikleri zamandır" İfadelerine yer verilmişti. Greedflasyonla ilgili ise, son yıllarda önemli bir tartışmanın (Ücret artışları mı şirket karları mı esas enflasyon nedenidir?) konusu olması nedeniyle çok ateşli yazılar olduğu söylenebilir.

Enflasyon tanımları elbette bunlarla da bitmiyor… Slumpflasyon, Taksflasyon, gayet iyi bildiğimiz stagflasyon, dezenflasyon gibi pek çok değişik kavram da literatüre girmiş durumda…(Bakınız Ekonomi Sözlüğü, Demirkent Eğitim ve Araştırma Vakfı)

Arz kaynaklı enflasyon refah kaybına neden oldu Oysa enflasyonun genel olarak tanımına bakıldığında üç tip enflasyon olduğu görülebilir: Arz kaynaklı, Talep kaynaklı ve Satın Alma Gücüne yönelik…

Dolayısıyla yukarıda sözünü ettiğim ve geçtiğimiz hafta ülkede gündem olan enflasyon tipleri aslında arz ve talep kaynaklı enflasyonun bir nedeni değil sonucu niteliğindedir.

Ülkemizde ve dünyada son yıllarda arz kaynaklı olarak başlayan enflasyon, beklentiler kanalıyla talep kaynaklı bir enflasyona da dönüşmüş ve bunun neticesinde sabit gelirli geniş halk kitlelerinin önemli düzeyde refah kaybına neden olmuştur.

Günümüzde enflasyonun hangi tipte olduğu elbette onunla mücadele edebilecek ekonomi yönetiminin sorunu olup, bu acı ilacı en yüksek dozda alan hane halkları açısından ise sadece lafügüzafdır.

DÜŞÜNDÜREN SORULAR

1-Düşüncesi aç olanın karnı tok olabilir mi?

 2-Kendi içinde sorun yaşayanlar değil midir, sürekli dışarısı ile uğraşanlar?

 3-“Biz” olmak “Ben” olmaktan daha güçlü değil mi?

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar