İstikrar ve ayakları

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçtiğimiz birkaç ayda küresel fon akışlarındaki daralmaya bir de kendi içimizde yarattığımız siyasi kargaşa ve kurumsal yapı zafiyeti eklenince en büyük korkumuz 2001 ile 2009 yılları arasında ulaştığımız konumdan geriye yürümenin başlamasıydı. Gerçi son olarak 11 Mart tarihli yazımızda, toplumun dinamiklerinin ve hala güçlü olan temel ekonomik göstergelerin buna engel olacağına dair inancımızı ifade etmiştik.

Ancak hem yeni konjonktür koşullarında Türkiye’nin en kırılgan ülke sayılması, hem de zaten sorunlu olan yapısal unsurlarda giderek artan bozulma eğilimleri bırakın yeni bir hamle dönemini başlatmanın, 2008’deki koşullara ulaşmanın yani normalleşmenin bile olabileceğinden yüksek maliyete yol açması anlamına geliyor. Sözün kısası ülkeler ligindeki konumunu yitirmemek için Türkiye’nin daha fazla ve çok boyutlu bir çaba göstermesi gerekiyor.

Yerel seçimin katkısı

Pazar günü yapılan ve karşılıklı atışmalarla genel seçim havasına sokulan yerel seçim sonuçları, bu karmaşık durumun en azından önemli bir düğümünü açıklığa kavuşturmuş bulunuyor. Uzun bir süredir devam eden siyasi istikrara ilişkin soru işaretlerine son veren seçmen tercihi, öngörülebilir gelecek açısından bu konudaki belirsizliği ortadan kaldırmış oluyor. Bu sonuçta çok partili koalisyon yönetimlerindeki zayıf ekonomik performansa ilişkin toplumsal hafızanın da önemli payı olması kuvvetle muhtemel. Piyasaların beklentileri yönünden bu sonucun olumlu karşılanacağını da not etmeliyiz.

Seçim konjonktürünün sadece bu aşamasının değil, büyük ihtimalle ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı ve önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerin gerilim dozunu da düşürecek bu sonuçlar, unutmayalım ki önümüzdeki sorunların ancak bir bölümünü çözüyor. Şimdi de gerek kamu yönetimini, gerekse şirketler kesimini ilgilendiren makro ve mikro ölçekte pek çok konuda alınması beklenen stratejik kararlar söz konusu.

Yeni konjonktürde belirginleşen ekonomik yavaşlama ve enflasyon, işsizlik gibi yapısal göstergelerdeki bozulma eğilimleri ile nasıl baş edileceği bakımından başlayacak kritik bir süreç te potansiyel senaryolar arasında bir dizi seçim gerektirecek.

Sıra stratejik ekonomi politikalarında

Gerçekten de bir yandan cari açık, borçluluk, kredi hacmi ve rezervler gibi kırılganlık faktörleri, diğer yandan genel olarak yatırımların, özel olarak imalat sanayinin milli gelire oranı, ihracatın teknoloji düzeyi yönünden dağılımı ve ithalatı karşılama oranı, ortalama eğitim düzeyi gibi yapısal kapasite göstergeleri bağlamında zorlu bir iyileştirme ihtiyacı söz konusu. Üstelik bu alanlarda olumlu bir dönüşüm sağlama becerisi, eğitim ve hukuk düzeninde nitelik artışı, kamu maliyesindeki istikrarı garanti edecek vergi ve harcama reformu, şirketlere kaynak sağlayacak derinlikte bir sermaye piyasası gibi kurumsal yapıya ilişkin ve zaman isteyen başka çabalara da bağlı görünüyor. Bu kadar kapsamlı bir politika setinin stratejik tutarlılık içinde yürütülmesi, bütün toplumsal kesimlerin ve siyasal temsilcilerinin de açık ya da zımni desteği ve mutabakatı bulunmazsa, kolay olmayacak.

Bu bağlamda bazı göstergeler hem konjonktürel, hem de yapısal karakter taşıması yönünden kritik. Kamu kesiminin dış borcunun düşüklüğüne rağmen bu defa da reel kesimin döviz açığının ciddi ölçüde yükselmiş ve 174 milyar dolara ulaşmış olması genel kırılganlık algısına olumsuz katkı yapıyor. Kamu yönetiminin bunu fazla önemsememesi ve özel sektörün bunu karşılayacak gücü olduğunu varsayması riskli bir yaklaşım gibi görünüyor. Şirketlerimizin daha önce de değindiğimiz rant odaklı ve düşük verimli stratejileri dikkate alındığında, kurumsal altyapıda ve diğer yapısal faktörlerdeki zaaflarla birlikte, yeni bir atılımı zorlaştıracak bir tıkanma ile karşılaşabiliriz. Rekabeti ve verimliliği öne almayan, sadece bütün işletmeleri ayakta tutmayı amaçlayan teşvik sistemi ve adil olmayan vergi uygulamaları da reel kesimin rekabet gücüne ve direncine pozitif bir katkı yapmıyor.

Kredi notu ve ötesi

Bu hassas süreçte siyasal istikrar konusundaki belirsizliğin ortadan kalkmasının önemli bir yararı, kaygıların son haftalarda yoğunlaştığı kredi derecelendirme kuruluşlarının muhtemel yorumlarını olumlu etkilemesi açısından ortaya çıkacak. Moody’s ve Fitch’in Nisan’ın ilk yarısında açıklayacakları kararların negatif olması ihtimali tamamen devre dışı kalmış sayılabilir. Kur ve faiz artışı ile şirket maliyetlerindeki artışa ve dış finansman kırılganlığına rağmen kamu maliyesinde istikrar korunabilirse, siyasi istikrarın da sağlanmış olması görünüm açısından muhtemel bir kötüleşmeyi de önleyebilir.

Ancak asıl önemli olanın ülkenin uzun vadeli istikrarını sağlayacak ve gelişmiş batı bloku ile arasındaki refah farkını azaltmasına imkan verecek stratejik bir dönüşüm programı olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019