Maliyetsiz ve gönülsüz olmuyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Üniversiteden yeni mezun olup da devletin en seçkin kariyerlerinden biri olarak kabul edilen maliye müfettişliğinde iki yıllık staj döneminin ardından tek başıma Anadolu ilçelerinde göreve başladığımda, yani kırk yıla yakın bir süre önce, uğradığım ciddi şoku hiç unutamam. Üstelik kendisi de taşrada bir kasabada doğup çocukluğunu ve ilk öğrenimini orada yaşamış biri olarak, okuduklarımla karşılaştığım toplumsal realite arasında hiç ilişki kuramamış, ülkenin küçük birer izdüşümü olan bu ilçelerde sürekli muhatap olduğum kamu yetkilileri ve sivil kanaat önderlerinin düşünce ve eylem kodlarını anlamakta güçlük çekmiş, sonunda çok da başarıyla tamamladığım eğitimin bir işe yaramadığına karar verip umutsuzluğa düşmüştüm. Hatta üniversitedeki hocalarımdan o sıralarda parlak bir bilim adamı olarak yıldızı parlayan ve söyledikleri dikkatle dinlenen birine bir mektup yazıp akıl istemiştim. O da günlük bir gazetedeki köşesinde bu konudan söz edip sorunun batı toplumlarında gözlenen "ombudsman" kurumu ile bir ölçüde çözülebileceğini belirtmişti. Doğrusu bu cevap, kafamdaki soru işaretlerini gidermeye yetmemişti, sıkıntım daha da derinleşip büyümüştü.

Performans ve iç dinamikler yetersiz

Aradan bunca zaman geçmesine, benim de hem kamu kesiminde hem de özel kesim yöneticiliğinde yüklendiğim sorumluluklara ve yirmi yılı aşkın süredir yerli ve yabancı yüzlerce şirkete danışmanlıkta edindiğim deneyime rağmen hala benzer umutsuzluğa düştüğüm oluyor. Böyle durumlarda geçen yılların ve deneyimin tek yararı, şok geçirmeyip kanıksama ve serinkanlılık ile değerlendirme yeteneği kazanmış olmam gibi görünüyor. Ne var ki sonuçta değişen pek bir şey yok. Sadece okullarda ya da sonrasında okuyup öğrendiklerimizin insanlığın ortak deneyimi ve üretimi olduğunu, başarı öykülerinin gerçekleştiği ülkelerin de zaten sıçrama yapıp öne geçtiğini, Türkiye'nin ise pek çok alanda çıtanın oldukça altında kaldığını ve ona ulaşmak için yeterli performansı gösteremediğini anlamış oluyorsunuz.

Mesafeyi kapatmak için gösterilmesi gereken sistematik çabaya biliyorsunuz biz yapısal dönüşüm diyoruz. Bu dönüşüm ise öncelikle yol haritası tasarımı ve stratejik plan kurgusu konusunda bir kapasite ve uygulamaya yönelik güçlü bir kolektif irade gerektiriyor. Oysa bizim reform tarihçesini hatırlarsanız, genellikle doğru yolu bulmaya dönük yaygın bir toplumsal tartışma dinamiği sonucunda değil, üyesi ya da muhatabı olduğumuz uluslararası kuruluşların uyarıları ve yönlendirmesi ile hareket ettiğimizi görürsünüz. Dış çıpalar ile girişilen reform hamleleri ise ekonomik göstergelerdeki kötüye gidişin durmasına, hatta bazen uçurumun kenarından dönülmesine yardım ediyor ama o noktanın ötesine geçilmesini ve mevcut yapıda sıçrama sağlayacak bir değişimi sağlamaya yetmiyor. Bu ileri düzeydeki değişim, ancak kolektif bir uzlaşma ile hayata geçirilecek kapsamlı ve uzun soluklu bir strateji ve eylem programını destekleyecek güçte iç dinamiklerin varlığı ile mümkün olabilir. Anlaşılıyor ki henüz bizim ülkemizde bu düzeyde ve güçte iç dinamiklerin oluşturulması henüz sağlanamamıştır.

AB'nin ve IMF'nin bakışı

Geçtiğimiz iki ayda, yukarıda sözünü ettiğimiz dış çıpa işlevini sık sık yüklenmiş iki uluslararası kuruluştan, AB'nden ve IMF'den gelen iki değerlendirme bu açıdan şu anda bulunduğumuz pozisyonu bir kez daha özetliyor. AB, Türkiye ile ilgili İlerleme Raporu'nda bankacılık sisteminin performansı ve çözüm süreci/demokratikleşme yönünden olumlu bir yargı belirtirken, cari açığın ekonomik yavaşlamaya rağmen yüksek olduğunu, istikrarsız dış borç yapısı ve belirsiz para politikası bulunduğunu, ekonomi politikasının eşgüdümden ve işgücü piyasalarının esneklik ve etkinlikten uzak olduğunu, bütçe açığının da yükselmeye başladığını da vurguluyor. Hükümet de, bir iki hamasi tepki dışında, rapordaki tespitleri objektif değerlendirmeler olarak niteledi.

IMF de 4üncü madde çerçevesinde yaptığı inceleme sonucunda iç tüketime dayalı mevcut büyüme modelinin cari açığı ve enflasyonu artırdığı için sürdürülebilir olmadığını, negatif reel faiz ve örtülü kur hedefine dayalı para politikasının da hatalı bulunduğunu, faiz dışı fazlanın ve kamu tasarrufunun da daha fazla arttırılması gerektiğini, ancak böylece uzun vadeli kalıcı büyüme yörüngesine yerleşilebileceğini savunuyor. İşin ilginç tarafı, yol haritası ihtiyacı ve yapısal zaaflar bunca zamandır ortada iken, şimdi ABD'deki politika değişikliğinin birkaç ay ertelenmesi ve bütçe krizinin geçici çözümü üzerine yeni bir model ve program gereğinin yeni farkına varılmış gibi   yorumlar yapılıyor. Bu da bir dönüşüm hamlesinin gerektirdiği maliyet ve külfeti göze alacak kolektif iradenin eksikliği yolundaki kanaatimizi doğruluyor.

Şirketler de isteksiz

Söz konusu irade ve çaba eksikliğinin sadece kamu kesimi ve makroekonomik politikalar ile ilgili olmadığını, özel kesimin de mevcut yapısındaki noksanlık ve zaaflarını gidermek için istekli ve kararlı bir duruş sergilemediğini kabul etmek gerekiyor. Ne yeniden yapılanma, ne teknoloji kullanımı, ne de yenilikçilik anlamında ciddi bir hareketlenmeden söz edemiyoruz.

Bu arada şirketlerimizin % 99 unu oluşturan KOBİ'lerin de, gelişmiş batı ülkelerindeki benzerlerinin aksine, büyümenin motoru olma potansiyeline sahip olmadıklarını da unutmamalıyız. Kayıtdışılığı bir avantaj olarak gören ve bu nedenle emek yoğun üretim yaparak kişi başı katma değer büyüklükleri çok düşük olan bu işletmeler küresel rekabete uygun bir verimlilik artışı sağlayamıyor. Bu nedenle çare, sürekli kamu desteği arayan verimsiz işletmeleri arttırmakta değil, giderek daha fazla şirketi KOBİ ölçeğinin üstüne taşımakta ve desteği yaratıcı ve yenilikçi yeni girişimlere vermektedir.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019