Seçilmiş Danıştay kararları

Recep BIYIK
Recep BIYIK VERGİ PORTALI recep.biyik@tr.pwc.com

Vergi mahkemeleri ve Danıştay tarafından verilen kararlar vergi hukukçuları ve uygulayıcıları için önemli. Yargı kararları olayına özgü kararlar. Ancak benzer işlemler açısından hem kararların kendisi hem de gerekçeleri yol gösterici olabiliyor. Yargı kararlarına ulaşmak her zaman kolay olmuyor. Ben diğer kaynaklar yanında, üç ayda bir yayımlanan Danıştay dergisinden takip etmeye çalışıyorum.

Dergide azımsanmayacak sayıda, seçilmiş, önemli karar yayımlanıyor. İlgilenenlere öneririm.

Bu köşeyi izleyenler bilirler, yargı kararlarından ve Gelir İdaresi özelgelerinden seçilmiş bazılarının özetine, yorum yapmadan zaman zaman burada yer vermeye çalışıyorum. İşte Danıştay Dergisi’nin 141. sayısında yayınlanan kararlardan seçtiğim dördünün özetleri.

Birden fazla alım satım işlemi ne zaman ticari faaliyet olarak kabul edilir?(Danıştay Dördüncü Dairesi’nin 27.10.2012 tarih ve E:2012/5419 K:2015/4852 sayılı kararı)

Bir faaliyetin ticari faaliyet olabilmesi için, hem alım satımlarda devamlılık ve süreklilik bulunması hem de kazanç elde etme amacıyla yapılmış olması zorunludur. Aksi takdirde bu şartları taşımayan bir faaliyeti ticari faaliyet olarak kabul etmek hayatın olağan akışı ile ticari icaplara da uygun düşmez.

Davacının 2007, 2008 ve 2010 yıllarında toplam beş adet araç alım satımı yaptığının tespit edilmesi üzerine adına mükellefiyet tesis edilmiştir. Ancak araç alım satımlarının değişik yıllara yayıldığı, kâr amacı güdülerek ve bu satışlardan kâr elde edildiği yönünde somut bir tespitin bulunmadığı göz önüne alındığında, ticari faaliyetin varlığının en önemli unsurları olan devamlılık ve süreklilik ile kazanç elde etme amacı koşullarının olayda gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir.

Grup şirketlerine aktarılan krediler, sunulan bir finansman hizmeti olarak değerlendirilebilir mi?(Danıştay Dördüncü Dairesi’nin 14.12.2015 tarih ve E:2015/2533 K:2015/6979 sayılı kararı)

Holdingleşme, genel olarak, araştırma ve geliştirme çalışmalarının daha ekonomik ve etkin biçimde yürütülmesi, yönetici ve personel çalıştırma olanaklarının artması, büyük ölçekte üretimde bulunmanın maliyetler üzerinde olumlu etkisi olduğu gibi atıl üretim araçlarım da üretim sürecine sokarak, mevcut makina ve gereçlerin daha rasyonel ve verimli şekilde kullanılmasına imkan sağlayan, gerek üretim verimliliği gerek finansman temini bakımından ölçek ekonomisi oluşturabilen yapılanmalardır.

Olayda, holding şirket tarafından grup şirketlere aktarılan kredi nedeniyle katlanılan tüm masraflar aynen grup şirketlerine aktarılmış, aktarılan bu masraflar dışında başka herhangi bir ad altında gelir elde edilmemiştir. Bu çerçevede, grup şirketlere kredi vermek suretiyle katma değer vergisine tabi bir finansman hizmeti sağlandığı söylenemez. Dolayısıyla, holdingleşmenin amacına uygun olarak, davacı şirket tarafından grup şirketlere aktarılan krediler, sunulan bir finansman hizmeti niteliğinde değildir. Bu nedenle, davacı şirket tarafından hesaplanması gereken katma değer vergisi de bulunmadığından aksi gerekçeyle davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Avukatın karşı taraftan aldığı vekalet ücreti katma değer vergisine tabi midir?
(Danıştay Dokuzuncu Dairesi’nin 26.10.2015 tarih ve E:2012/7625 K:2015/11496 sayılı kararı)

Avukatlık mesleğinin, serbest meslek faaliyeti, bu meslekten elde edilen kazancın da serbest meslek kazancı olduğu, serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin ise katma değer vergisine tabi bulunduğu açıktır.

Mahkemelerce, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi esas alınarak hükmolunan ve 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesi uyarınca avukata ait olan avukatlık ücreti, avukatın müvekkiline vermiş olduğu avukatlık hizmetinin bir parçası olup, doğrudan müvekkile verilen hizmet nedeniyle hak kazanılan bir ücrettir. Bu ücreti, müvekkilin değil de davayı kaybeden tarafın ödüyor olması, bu hizmetin davayı kazanan tarafa verilen hizmetin karşılığı olması gerçeğini değiştirmez, Söz konusu avukatlık ücretinin, davayı kaybeden, buna bağlı olarak da avukatlık ücretini ödeyen taraf bakımından yargılama gideri niteliğinde olması da bu ücrete hak kazanan avukat bakımından serbest meslek kazancı olması vasfım değiştirmez. Bu durumda, mahkemelerce tarifeye göre hükmolunan avukatlık ücretinin de katma değer vergisine tabi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Mücbir sebep halinin varlığı, uzlaşma başvuru süresini uzatır mı?
(Danıştay Üçüncü Dairesi’nin 05.02.2015 tarih ve E:2014/4788 K:2015/510 sayılı kararı)

Uzlaşma başvurusu seçimlik bir haktır. Bu yol seçildiği takdirde ihbarnamelerin tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük süre içerisinde kullanılması gerekir.
Vergi Usul Kanunu’nun 13. maddesinde, vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır hastalık hali mücbir sebepler arasında sayılmıştır. Seçimlik bir hak olan uzlaşma müessesesine başvuru süresinin hesabında mücbir sebebin dikkate alınması hukuken mümkün bulunmamaktadır. Kaldı ki, uzlaşma hakkında mücbir sebebin uygulama alanı bulabileceği düşünülse dahi, dosya içerisinde bulunan ve davacının biri yönetim kurulu başkanı veya başkan yardımcısı olmak üzere yönetim kurulundan iki kişinin imzası ile temsil edileceği yolundaki yönetim kurulu kararı dikkate alındığında, yönetim kurulu başkanı imzası bulunmadan da uzlaşma başvurusunda bulunulabileceğinden, somut olayda yönetim kurulu başkanının hastalığı tek başına mücbir sebep olarak kabul edilemez.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar