Yanlışta inadın kaçınılmaz maliyeti

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yıllar geçip de saçlardaki beyazlar arttıkça geriye bakıp bunca yılda neler öğrendiğimizi sorgulama alışkanlığınız varsa bizim gibi ülkelerde düş kırıklığına uğramanız kaçınılmaz. Geçmişteki sıkıntılardan, krizlerden, hatalardan neden yeterince ders çıkaramadığımızın, tam bazı eşikleri aştığımızı sandığımız zamanlarda neden aslında aldığımız yolun ancak bir arpa boyu olduğunu gördüğümüzün cevabı genellikle sandığımız gibi basit ve yönetimlerin beceri noksanlığından ibaret değil. Sorun Osmanlı’nın son yüzyılında başlayan toplumsal dönüşüm çabasının dönem dönem çarpıcı atılımlarla hızlanmasına rağmen bir türlü kendi gerçeklerimizden hareketle kurgulanmış ve toplumca benimsenmiş özgün ve uzun erimli bir ekonomik vizyona ve seçilmiş yönetimlerin de kendi başarılarını gerçekleşmesine endeksleyecekleri bir stratejik doğrultuya sahip olmayışımızda aranmalı diye düşünüyorum. Tabii ki toplumun böyle bir ortak paydada buluşması, geniş bir orta sınıfa sahip, belli bir olgunluk düzeyine ulaşmış ve makul ölçüde homojen olmasını gerektiriyor. Dağılmış bir imparatorluk mirası üzerinde, hem de böyle istikrarsız ve çatışmalı bir bölgede bu sürecin ne kadar sancılı ve uzun sürebileceği ise açık. Belki de yönetimlerin asıl başarısı bu süreci hızlandırıp tamamlamada gösterecekleri performansta aranmalı.

Oyun planımız yok

Oysa piyasa ekonomisi ve demokrasi tercihini yaptığımızdan bu yana geçen elli yılı aşkın geçmişimize baktığımızda bilinçli olmaktan çok zorunlu ya da rastlantısal hissi veren kısa süreli bir kaç dönem dışında bu yönde kalıcı gelişme sağlandığını söylemek güç. Sanırım bunda devlet aygıtının yukarıda belirlediğimiz sürece odaklanmayı önceliklendirecek bir şekilde değil, örgütlü meslek gruplarından yükselen talepleri karşılamayı yeterli bulan ya da kısa vadeli popülist nitelik taşıyan politikalar izleyecek şekilde kullanılmasının payı da oldukça büyük. Gerçekten de istisnai dönemler dışında politik ve popüler gündemin tarafların birbirini kötülemeye ya da yalanlamaya çalıştığı kayıkçı kavgası görünümünü aldığını, büyük resmin analizi ve çıkış yolu için strateji ve eylem planı arayışının pek cılız kaldığını gözlemliyoruz.

Bu nokta şundan önemli: Sadece kamu yönetiminin değil, bütün akademya ve medyanın yoğunlaştığı konjonktür dalgalanmalarıyla baş etsek bile (ki onu da başardığımızı söylemek zor), daha sonra ne yapacağımızla ilgili belirgin bir oyun planımızın olmaması ekonomiyi yeni krizlere açık, kırılganlığı sürekli kılacak. Kaldı ki döviz kuru ve faizlerdeki beklenmedik oynaklıklar bazen hatalı politikaların düzeltilmesi ve daha sürdürülebilir bir patikaya girilmesi için fırsatlar da sunabilir. Önemli olan, bu fırsatların doğru kullanılması ve istikrarı tehdit eden siyasal ve yapısal risk unsurlarının kontrol altına alınmasıdır. Başka bir deyişle sürdürülmesi güç dengeleri korumaktansa dikkatlerin ve enerjinin arka planı ve altyapıyı güçlendirmeye yönlendirilmesi muhtemelen daha doğrudur. Gerçekçi kur ve faiz, daha esnek ve dirençli bir dengenin altyapısını sağlamlaştırmak için bize zaman kazandırır, tabii kullanabilirsek...

Gerçek piyasa ekonomisi olmak

Piyasa ekonomisi tercihinden söz etmişken, bu konuda özellikle bölgemizde Türkiye'yi ayrıcalıklı kılan uzun deneyimimizin de sorunsuz olmadığını teslim etmekte yarar var.

Uzatmalı nişanlımız AB'nin üyelik kriterlerinin ekonomi ile ilgili olanlarının en önemlisi
“gerçek bir piyasa ekonomisi işleyişi” olduğuna göre bu açıdan bakalım. Gerçek bir piyasa ekonomisinin başta gelen özelliği, oyunun kurallarının herkes için eşit, adil ve saydam olmasıdır (level playing field.)Türkiye'deki iş ve yatırım ortamının hiçbir dönemde bu açıdan sorunsuz olduğu söylenebilir mi? Herhalde buna olumlu cevap vermek zor. Ne bütün araştırmalarda yatırımcıların bir numaralı kaygısı olduğu görülen hukuk güvenliği, ne sık sık değişen ve müktesep hakları da gözetmeyen, üstelik aflarla caydırıcılığı törpülenen mevzuatıyla ve standart dışı denetimleriyle vergi uygulamaları, ne de kamu ve özel sektördeki kurumsal yönetim ve saydamlık düzeyi beklentilere yakın değil. İyi yaptığımızı sandığımız konular bile şekle dair, öze değil. Sözgelişi özelleştirme ihalelerinin televizyonda yayınlanmasını saydamlığın ve eşitliğin yeterli şartı gibi görüyoruz, oysa asıl önemli olanın katılım koşulları ve şartnamenin içeriği olduğunu gözardı ediyoruz. Aslında sadece ekonomide değil, diğer alanlarda, sözgelişi sporda da saydam ve adil bir düzene fazla meraklı olmadığımız belli.

Öte yandan yakın geçmişe baktığımızda oyunu daha açık ve adil hale getirdiğimiz dönemlerde ekonomik performansın yükseldiğini görmemiz de bunu doğruluyor. 1983-87 ve 2002-2007 dönemleri bu açıdan çarpıcı örnekler. Ama nedense yapısal odaklanma ile bunu kalıcı bir altyapı ile tamamlamayı değil, başarısızlığı kanıtlanmış rutinimize dönmeyi tercih ediyoruz.

Özetle söylemlerimiz ile yaptıklarımız çoğu zaman uyuşmuyor. Dışarıdan bakan biri, bunca zaman önce yaptığımız piyasa ekonomisi tercihinin bile ne kadar bilinçli ya da gönüllü olduğunu sorgulayabilir. Öyle ya, onca kriz ve deneyime rağmen hâlâ ne yönde ilerleyeceğini bilmeyen, zaaflarını düzeltmeye yanaşmayan, uluslararası endeksler ve derecelendirmeleri kabul etmek istemeyip çifte standart olarak niteleyen bir ülke imajı, genç ve dinamik nüfus temelinde bölgesel güç ve birinci lig adaylığı iddiası ile ne kadar bağdaştırılabilir?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019